1. YAZARLAR

  2. Yusuf KAMBUR

  3. BİR YIL DAHA GEÇTİ. NE KAZANDIK NE KAYBETTİK?
Yusuf KAMBUR

Yusuf KAMBUR

Yazarın Tüm Yazıları >

BİR YIL DAHA GEÇTİ. NE KAZANDIK NE KAYBETTİK?

A+A-

 

 

“(Ey Rasulüm) de ki: Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kaybedenler, en büyük zararda olanlar kendilerini ve ailelerini Kıyamet günü hüsrana sokanlardır. İyi bilin ki bu, evet bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.”(Zümer: 39/15)

Acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bırakıyoruz. Bir yılın sonuna daha yaklaşırken bir muhasebeci titizliğiyle hesaba oturmak ve bu yaşımıza kadar kazandıklarımız ve kaybettiklerimiz hanesine dikkatlice bakmak lazım değil mi ey dost?

 Sahi kazanan neyi kazandı, kaybeden neyi kaybetti? Gerçek kazanç, kâr, sermaye nedir? Gerçek zarar, kayıp, hüsran ve iflas nedir? Bu hayat pazarında kim kârda kim zararda? Buradan öte âleme ne göndermişiz, ne kadar göndermişiz? Temmuz sıcağında tek sermayesi kar olan adam gibi hayat sermayemiz her an erirken bu sermayeyi ebedi kazanca dönüştürebildik mi? Bu sermayemize bire on, bire yüz, bire yedi yüz veren var mı? Oldu mu acaba?

“Tüm rahmet hazineleri elinde olan sonsuz merhamet sahibi” kimileri için kesenin ağzını hesap koymadan açıvermişken. “Bu makama ancak ve sadece sabredenler ulaştırılır…”(Fussilet: 41/35) elimizdeki sermaye bu fiyatı eder mi ey dost? Buradan gönderdiklerimize “kalp akçe” muamelesi yapılırsa halimiz nice olur?

“Sen, aldanış yurdunda, Temmuz ayında, Nişabur’da kar satan kişiye benziyorsun. O adam, Temmuz ayında karcağızını önüne koymuştu. Kendisi de yok-yoksul biriydi. Sıcaktan kar eriyor, adam da dertle yanan bir yürekle soğuk ahlar çekerek şu sözü söylüyor, gözyaşları yağdırıyordu: 

“Malımız pek kalmadı, kimse de satın almadı. Ey müminler! Sermayesi eriyen adama acıyın!”(Mevlana)

Bu sözü duyan Cüneyd-i Bağdadi hazretleri düşer bayılır. Onu görenler hemen koşar yanına gelir ve ayılması için elini yüzünü ıslatırlar. Bir müddet sonra kendine gelir. Etrafında toplanan meraklı kalabalık dayanamayıp sorar:

“Efendim, size ne oldu böyle, bir rahatsızlığınız mı var? Ansızın düşüp bayıldınız. Sizi böyle görünce bizlerde üzüldük ve de merak ettik bu halinizi. Mahsuru yoksa bizimle paylaşır mısınız sizi bu hale düşüren nedir?” 

“Evladım, az önce kar satan kardeşinizin sözü beni çok etkiledi. Malını satmak için kullandığı o cümleler beynime balyoz gibi indi. Ayakta duracak dermanım kalmadı. Yığılıp kalmışım. O, “Sermayesi eriyen adama acıyın!” dediğinde ben de kendimi düşündüm.

Her gün ömür sermayem eriyip gidiyor. Bir daha telafisi olmayacak. En önemli sermayemi verimli kullanamazsam halim nice olur? Nefsimin serkeşliği beni korkutuyor. Rabbime mahcup olmaktan korkuyorum. Ömür sermayeni nasıl harcadın? derse ben ne cevap vereyim?” 

Ey bilge dost! Ey gönül gözü açık Efendi!

Dünya gözüyle ve şu maddi âlemin ölçütleriyle bakıldığında kâr edenler gerçekten ne elde etmişler, zarar edenler neyi kaybetmişler? Kâr ve zarar nedir? Kazanmak ve kaybetmek nedir?

-Yılbaşı çekilişinde “şu kadar milyon lira” biletine isabet eden sözüm ona bahtiyar(!), dünya gözüyle büyük bir kazanç elde etmiş gibi gözüküyor. Komşularının  “Ah keşke onun sahip olduklarına biz sahip olaydık!”(Kasas: 28/79) dedikleri adam gerçekte ne kazandı ne kaybetti?

-Bir zavallının başını ezme pahasına “şu kadar kâr, arazı, maddi imkân” elde eden bir hazır yiyici -haramzade- büyük bir sermaye elde etmiş midir?

-Kardeşinin, komşusunun “metrelerce toprağını veya bir karış toprağını” kendi arsasına ekleyen Müslüman çok şey elde etmiş midir? Evlatlarına çok şey mi bırakıyor? Sevinmeli mi evlatlarına bıraktığı servete? Evlatları babalarından gurur mu duymalıdırlar?

-Hayatlarında herhangi bir kırmızıçizgisi olmayanlar, istedikleri gibi özgürce bir yaşam sürenler talihli kimseler midir? “Ne mutlu onlara! Onları sınırlayan herhangi bir engelleri yok mu demeli?”

-Dünya gözüyle bakıldığında gerçek huzurlular, bahtiyarlar, kazançlı çıkanlar, imrenilecekler, örnek alınacaklar ve dillere destan olacaklar bunlar mıdır?

“Yaşasın özgürlük! Yaşasın maddiyat! Yaşasın dünya! Yaşasın hayat! İşte budur mutluluk, budur zafer, budur gerçek kazanç, işte budur hayat, oh ne rahat ne rahat!” “Bu dünyada yaşadığımız hayattan başka hayat yok! Ölürüz ve (ancak bir kere) yaşarız ve bir daha asla diriltilmeyiz!”(Müminun: 23/37)

Hayat böyle ve bu kadar olsa onlar adına ne güzel olurdu değil mi? Gerçi böyle bir anlayış kişinin kendine yaptığı en büyük aşağılamadır. Böcekle, bitkiyle, kurbağayla, denizanasıyla, ısırgan otuyla kendini bir görme zavallılığı… Ama hesap yok, sual yok, pişmanlık yok, ödeşmek yok… Mazlumun intikamı, sınırsız bir yaşamın hesabı yok… “Elde eriyen bir kar yok belki yüreklerde tortulaşan taşlar var…”

Bu gözle bakıldığında kazanan belli. Zafer elde eden apaçık ortada… Kârlı çıkan, şanslı olan, bahtiyar, zamanın efendisi, imkânın bedellisi belli… Peki, ya gerçekler böylemi ey dost?

Ve ezilenler, hakları ellerinden alınanlar, Allah’ın helal-haram sınırlarıyla sınırlananlar, istediklerini Allah korkusundan yapamayanlar, her çiçeğe konamayan, her şeyi midesine koyamayanlar, özgürce davranamayanlar şanssız gibi gözüküyor değil mi? Acınası zavallılar gözüküyor değil mi? Özgürlükleri ellerinden alınanlar sınıfından sayılıyor değil mi? Başörtüsüne mahkûm, sabretmeye mahkûm, kaybetmeye mahkûm zavallılar gibi… “Onlar için dünyada bir aşağılanma, ezilmişlik vardır”(Bakara: 2/114) ayeti zalimler için değil de sanki bunlar için inmiş gibi…

Vahyin penceresinden iman gözlüğüyle bakıldığında hayatın hesabı nasıl olmalı? Ahiretten bakıldığında, dünyada zafer ilan edenler, özgürlük, özgürlük diye feveran edenler gerçekten de kazanmış oluyor mu? Kârlı bir ticaret yapmış oluyorlar mı? Hüsran denen şey kimler içindir öyleyse ey Bilge? Gerçek kazanç nedir, gerçek kayıp kimler içindir? Karları erimeden hesap hanesine kâr olarak iliştirecek bahtiyarlar kimlerdir? Sermayesi gözünün önünde eriyip yok olanlar kimlerdir?

Aldanış yurdunun süslü oyuncaklarıyla kendini avutan bir bebek durumuna düşmesek ey dost! Aydınlat bizi de boğazımızdan geçenin helal bir lokma mı yoksa “İrinli bir su”(İbrahim: 14/16) mu olduğunu bilelim. Yüreğimize çöken hissiyatın bir “sekinet, hüzür ve güven” mi yoksa “Derin hasretler”(Bakara: 2/167) mi olduğunu anlayalım. Kârda mıyız yoksa zararda mı iyice kavrayalım… “Gerçek mağlubiyet, hesabı verilemez bir hayat yaşayanların mağlubiyetidir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız