1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. HASAN EL-BENNA VE MÜSLÜMAN KARDEŞLER
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

HASAN EL-BENNA VE MÜSLÜMAN KARDEŞLER

A+A-

 

                Uygarlık tarihçisi Arnold Toyyonby şöyle der: “ Osmanlı, dünyanın dengesini sağlıyordu; o yıkıldı, savaşlar da devam edecektir.” Nitekim öyle de oldu; Osmanlı’nın olmadığı dünya, iki dünya savaşı gördü; çünkü dünyanın adil jandarması yoktu.

                3 Mart 1924’te Hilafet kaldırıldı. Dünya Müslümanları büyük bir boşluğun içine düştüler, başsız kaldılar. Tespihin imamesi kopmuştu, dağılma süreci başladı. Osmanlı’nın hâkim olduğu topraklar talan edildi. Ulus devlet (cik) ler kuruldu, zenginlikler paylaşıldı. Dünya petrollerinin yaklaşık % 65’i bu topraklarda üretiliyordu ve bu zenginlikler Avrupalı efendilerce sömürüldü. Bunların başında da İngilizler geliyordu. İngilizler anlaşılmadan yakınçağ tarihimizin anlaşılması da mümkün değildi. İngiliz başbakanı Churchill (Çörçil) şöyle diyordu: “ Bir damla kan, bir damla petrol!”

                Hasan El- Benna 1906 yılında, Nil vadisinin tatlı bir yerleşim merkezi olan Mahmudiye’de dünyaya geldi. Ailesi (özellikle babası) onu İslam ahlâk ve terbiyesi üzerine yetiştirdi. Nihayet 1927 yılı Haziran’ında  “ Kahire Dar’ul Ulum” fakültesini  “pekiyi” derece ile bitirdi ve İsmailiye’ye öğretmen olarak atandı. Benna, o günlerin İsmailiye’sini şöyle anlatır:

                “ İsmailiye o günlerde emperyalistlerin elinde bir oyuncaktı.  Bu güzel kasabanın bu acıklı ve perişan halini gören her imanlı kişinin, gözlerinden yaş yerine kan gelmemesine imkân yoktu. İsmailiye’de İngiliz ordu karargâhının yanında bir İngiliz misyoner okulu vardı ve bu, yarının idarecilerini yetiştirmek üzere kurulmuştu. Bu bölgeye ve okula hiçbir Mısırlı giremezdi. Kendi öz vatanımızda köle durumundaydık. (Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya.” N. Fazıl) Ülkenin en güzel yerlerinde onlar oturur ve bizim yemeklerimizi onlar yerdi. Selahaddin-i Eyyûbî’nin ülkesinde Rişar’ın çocukları cirit atıyordu.”

                Yıllarca Mısır’ı yönetenler işte bu okullardan mezun olmuşlardı. Yakınçağ tarihimize baktığımız zaman, bütün İslam âleminin aynı oyunlarla dizayn edildiğini görürüz. Bizde de durum aynı olmadı mı? Özellikle son yüzyıl, İslam ümmetinin kırım yüzyılı oldu; savaşlar, bölünmüşlükler, sürgünler ve asimilasyonlar alıp başını gitti.

                Bütün bunlar Benna’yı bir yere götürdü; kurtuluş hareketini başlatmak. Bu amaçla, birkaç samimi arkadaşıyla birlikte ( Ahmed Es Sukar, Şeyh Hamid Askeri, Şeyh Ahmed Şehid ve Hasan El Benna ) 1928 yılının Ocak ayında “İhvan’ül – Müslimin = Müslüman Kardeşler” teşkilatını kurdu.

                Bu teşkilat aynı zamanda Hilafet’e giden yoldu. Halifelik için Benna şöyle diyordu: “Müslüman Kardeşler, Halife’liği ve onu tekrar geri getirmeyi programlarının başında bulundururlar. Müslüman Kardeşler, Hilafet’in İslam Birliği’nin bir sembolü, Müslüman milletlerin birbirlerine bağlı olduklarını gösteren bir ölçü ve İslam’ın bir şiarı olduğuna inanırlar. İslam Dini’nin inanç esaslarından birçok hükümler Hilafet ve halife ile ilgilidir.”

                Dünya Müslümanlarının barışı, refahı ve insanca yaşama hakkı için “İhvan”ı kurduğunu söyleyen Benna, sömürü zincirlerinin kırılabilmesi ve emperyalizmin kanlı saldırılarına karşı durabilmek için “on prensip” yayınlar:

                “ Anlamak, İhlâs, Çalışmak, Cihat, Fedakârlık, İtaat, Sebat, Tecrit (soyutlamak), Kardeşlik, Güvenmek.”

                Hastalıklara da vurgu yapar:

                “Siyasette, düşmanlar tarafından işgal edilmişlik, öz evlatları tarafından ise partizanlık, bölücülük, anarşi, kavga hastalığı.

                Ekonomide, Sömürüye tabi tutulmuşluk ve yerli işbirlikçilerin emperyalistlerin maşası olmaları, faiz lobisinin kan emici sömürüsü.

                Fikirde, inanç ve ahlâkı kökünden çökerten inkârcılık hastalığı, aşağılık duygusu.

                Sosyal hayatta, kendi medeniyet kavramlarından uzaklaşarak, taklitçiliğin zehiriyle zehirlenmişlik ve bunun getirdiği kişiliksizlik.

                Hukukta, zalimin zulmüne karşı çıkmayan, güçlünün hakkını savunan bir hukuk anlayışı.

                Eğitimde, kendi kültürünü, medeniyet anlayışını çocuklarına ver(e)meyen, Batı’nın değerlerini kutsayan bir eğitim anlayışı. Ruhta ümitsizlik hastalığı toplumu topyekün sarmış durumdadır.”

                Hayatı “ İman ve cihat” olarak gören Hasan El –Benna, günlük mesaisini de şöyle özetler: “ Gece abid, gündüz mücahid.”

                Bir gece rüyasında Hz. Ömer (RA)’i görür. Hz. Ömer ona yüksek sesle şöyle der: “ Ey Hasan, sen Şehid olacaksın!” “ Bunun üzerine uyandım ve Yüce Allah (CC)’a şükür ettim. Sabaha kadar namaz ve dua ile meşgul oldum.” der.

                12 Şubat 1949 Pazartesi günü akşamı, saat 20.00’de, evine, çoluk çocuğuna dönerken arabasına ateş açılır ve yaralanır. Hastanede kan kaybından ölür; çünkü müdahale edilmez. 43 yaşında şehit olur.

                “İhvan” mektebinde yetişen Prof. Seyyid Kutub, 1966 yılında Nasır tarafından idama mahküm edilir. Nasır, Kutub’a,  kendisinden özür dilerse serbest kalacağını söyler. Kutub’un cevabı her dönemin ışığı gibidir:

                “ İdamı hak ettim de asılıyorsam, Hakk’a karşı çıkmak haksızlıktır. İdamı hak etmedim de asılıyorsam, bir zalimden özür dileyecek kadar da alçalamam!”

                Ha Kahire, ha İstanbul ne fark eder. Ümmet, ruhunda birliği pekiştirmişse ve faniliği yüreğinde yurt edinmişse galiptir, zafer onundur. Yok, sekülerizmin kulu kölesi olmuşsa, camilerini altından yapsa, yeryüzünü pırlantaya çevirse mağluptur. Amaç, Allah’a kul olmaktır ve onun yollarını da Allah belirlemiştir.

                “Allah: “ Ben ve Resullerim mutlaka üstün geleceğiz.” diye buyurdu… Şüphesiz Allah, kuvvetli ve azizdir.” (Mücadele: 21)

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız