1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. HAYATI MASALLAŞTIRMAK VE…
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

HAYATI MASALLAŞTIRMAK VE…

A+A-

Toprağa düşmeyen insan mı vardır? Toprağa düşmeyen ve inlemeyen? Bütün hayat maceramız, inleyişimizin şiddetiyle doğru orantılı olarak gelişmez mi?
Her ah bir acıyı simgelerken, kimi zaman da hayat bestesi olabiliyor.
Toprağa her ayak basışımızda fanilik bestemizi duyamıyorsak, arzularımızın kurbanı olmuşuz.


Arzularımıza mezar kazabildik mi?


Arzularına mezar kazamayanlar ruh bestelerinin sonsuzluk şarkılarını nasıl duysunlar?
Her sabahı bize yeniden emanet eden aşkına mı sokağa çıktık, yoksa arzularımızın ardından sürüklenen birer köleler gibi mi caddelerde akıp gidiyoruz? Kölelik devrine lanet okuyanlar, ihtiraslarının ardından zincirsiz gidiyorlarsa, buna çağdaşlık deyip susacak mıyız? Hangi çağ tanrısız kalmıştır ki? Her çağın tanrısı farklı farklıdır; fakat kulluğun özü değişmemiştir. Faniliğini idrak edemeyen her zihin, tanrılara kulluğa açık bir arena gibidir. Bu arenada ne boğa ne de matador eksik kalır.


Yalnız doğduk ve yalnız öleceğiz. İki yalnızlık arasında yaşananlara hayat deniliyor. Yaşarken hayatı kutsayanların görkemli mezarlarını görmüyor muyuz?
Ölümden kaçış, hayattan kaçıştır. Hayat, ölüme gebe, onu mutlaka doğuracaktır.

 
Hayat, şehvetle şöhret arasında dolanıp arzuları tanrılaştırırsa, ölüm, korkunç bir yüzle gelir karşınıza ve bütün yaşamınızı yutar. Ama hayat, ibret ve ibadetle donatılırsa, ölüm, sevgilinin en can alıcı tebessümüyle sizi karşılar.


Arzularını toprağa gömenler, hakikat ağacının tatlı meyveleri olurlar.


Gönlünü kabir yapıp oraya benliğini gömebiliyor musun? İşte o zaman ruhunun türbesi âlemleri tutacak ve âlem senin gönül bestelerini bütün makamların diliyle seslendirecektir.


Nice besteler var şu âlemde, duyabilene…

 
Renk içinde renkler var, görebilene!..

 
Kendilerini gönül toprağına gömebilenlerin hayat meyveleri cennet sofralarında sergilenir. Can tohumunu, kalp toprağına ekenler, tuba ağacının gölgesinde ebedi mutluluğu demlerler.
Canını aşkına şehit edenler, beden yurdunda kuş gibi uçar dururlar. Hiçbir dünya zenginliği, arzu kölelerini özgürleştiremez.

 

 Arzularına mezar kazamayanların özgürlükten dem vurmaları, çekirdeği toprağa gömmeyenlerin ağaç beklemelerinden daha gülünçtür.

 
İnsan kendi bildiğini mutlak bilgi olarak kabul ettiğinde, yeryüzü bir savaş alanı, anarşi yuvasına dönüşür. Mutlak bilgiden arınmak için fani olduğunun bilincinde olmak gerek.


Ölüm fanilik beratıdır. Eğitimde faniliği zihinlere ekmeyenler, hayat nehirlerini cehennem kuyularına akıtırlar ve sonra mutluluğu hayal ederler. Bahar gelince tohum ekmeyenin, sonbaharda ekin beklemesi ne kadar gülünç ve zavallıcadır!


Hiç beklenmeyen bir anda, bir arabadayken belki, bir sevgiliyle yürürken, konuşurken içinize girer! Ve fısıldar size:
“Fanisin!”
Ne fısıldayıştır o, sesi evreni tutar.
Anlamayana anlatandır, ölüm.
Bilmeyene bildiren.


Her değişiklik biraz huzursuzluktur, yorgunluktur. Ölüm, hayatın yorgunluğu ve yoğunluğudur. Hiçbir ilaç, ölüm yorgunluğunu gideremez.
Ölümün ilacı aşktır; aşkın karşısında ölüm, bir kuş kadar ürkektir.
Hayat, tabutla beşiğin birlikte yürüdüğü yoldur. Beşiktekine gülüp, tabuttakine ağlamak da insanlığın gereğidir. Ne var ki, yaşam devam ederken tabutu unutmak gaflettir ve hayattan kaçıştır. Hangi firari mutlu olabilmiş ki?


Hayattaki bütün yapıp etmelerimiz, acaba ölümden kaçışın ayak izleri midir? Böyleyse, bu hikâyenin kahramanı kim? Kim bu hikâyenin kahramanı olmak ister ki? Sanal hikâyelerle hayatımızı uyuşturma gayretlerimiz bundan mıdır? Ve en büyük sanal hikâye ve hatta masal, televizyon mudur? Yoksa biz, hayatımızı değil de masalımızı mı yaşıyoruz?


Hayatı masallaştıranlar, ahirete masal diyorlar!


Sözü, gönüllerine indiremeyenler, Hak Söz’e  “eskilerin masalları” diyorlar.
Oysa dünya hayatı bir rüya, ahiret ise bu rüyanın uyanıklık halidir.


Bedenin çıplaklığından daha kötü bir çıplaklık, hakikatin örtüsünü açmaktır. Hakikat, sende olandır. Öyleyse, içinde kendine ait olmayan plağı neden çalarsın?


Medeniyet, arzuların türbesinden doğan güneşin adıdır. Uygarlık ise, ihtiras apartmanının, depremle imtihanıdır. Ne var ki bu depremin şiddetine bugüne kadar dayanabilen apartman yapılamamıştır. Medeni insanlardır, ölümü yenenler huzuru yurt edinenler!

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
6 Yorum