1. YAZARLAR

  2. H. Basri CANCA

  3. Referandum Sonrası Sosyopolitik Analiz
H. Basri CANCA

H. Basri CANCA

Yazarın Tüm Yazıları >

Referandum Sonrası Sosyopolitik Analiz

A+A-

 

Ülkemizde, başkanlık sistemiyle ilgili bir referandum yapıldı. Ama biz bunu, milletin zihinsel tutumu dâhil, bireyin, çağın ve zamanın sosyopolitik yapısı içindeki belirleyici özelliklerini ortaya çıkaran bir analiz gibi okumaya çalışacağız. Çünkü devlet yönetimiyle birlikte birçok kurumlar referandum sonrasında milletin bilinç durumunu, bireysel algı seviyelerini ve etik anlayışını analiz edilebilme fırsatını ortaya çıkardı.

Bu süreç hem milletin zihinsel tutumunu, hem algı seviyesini, hem de toplumu meydana getiren bireylerin kişisel karakterini tanıma fırsatı vermesi kadar, yaşadıkları zamanın karakterlerini tanıma bakımından da önemini göstermiştir. Ayrıca hem, sorumluluk bilincine sahip kişilerin, içinde bulundukları sosyopolitik gerçeklikleriyle karşılaşma hem de, çağın karakteri dâhil siyasi ve sosyal tutumlarını ortaya koyabilmesi için faydalanabileceği bir fırsat oldu.

Niyetimiz, referandumun sadece görünen yüzündekilere bakıp analiz yapmak ve bunlardan elde edeceğimiz sonuçlarla kanaat oluşturmak değildir. Aksine, toplumu meydana getiren yapı taşlarını tanımakla başlayıp, çok kimsenin yönelmediği olguların yüzündeki ayrıntıları ortaya çıkarıp değerlendirme yapmaktır.

Önceliği, millet inşasında yapı taşı olan bireyi tanımaya ayırdıktan sonra, inşa olunacak olan milleti tanımlamaya vereceğiz. Sonra da; bu sosyal yapı taşlarının özelliklerini, özellikleriyle oluşturduğu karakterlerini, karakterleriyle oluşan kişilik modellerini tanıma yolunu seçip, milletin genel karakteri hakkında kanaatlerimizi ortaya koymaya çalışacağız.

Bireyin Kişilik Modelleri

Toplumu meydana getiren bireylerin içinde üç farklı kişilik modelleri var. Bunlardan biri yapıcı, bir diğeri yıkıcı ve bir de ilgisiz kişilik modelleri diye tanımlanan modeller var.

Her toplum bu kişilik modelleriyle terkip olur ve bu özelliklerden baskın olanın lehine gelişen bir ana karakter oluşur.

Toplumu meydana getiren yapı taşları olan bireyler, bir atomun içinde bulunan ve dört unsura denk gelen çekirdek, proton, nötron ve elektron gibi farklılıklarıyla bir birilerini tamamlayan özelliklere sahiptirler. Bireyler de atomun unsurları gibi özgün özellikleriyle milletin oluşmasında potansiyele sahiptirler. Bireyler bu özellikleriyle bulundukları millete, yapı içinde duvara işlenen taşın özelikleri duvara belirleyicilik katması gibi, kendi özellikleriyle belirginleşiyorlar.

Sosyal yapıyla birlikte siyasi yapı bu üç ayrı kişilik modellerinin oranına göre şekillenirken, milletin kararıyla biçimlenecek olan siyasi karaktere mühür vurup kanaati oranlayacak olan bireydir. Sosyal olsun siyasal olsun, bireyin belirleyici olduğu oranlamalarda, kişisel özellikleriyle estetik verilmesi gereken de yine birey olmalıdır.

Kişisel Değer Oranı

Mevcuda göre yapıcı modellerin oranı, dünya kurulduğundan beri, düşen ve yükselen devirselliğe göre değişse de yüzde bir ile en düşük oranı teşkil ediyor. Yıkıcı karakterlerin oranı toplumun eğitim ve kültürel yapısıyla biraz değişiklik gösterse bile yapıcı modellerin iki veya üç katını geçemiyor. Geri kalan yüzde doksandan daha fazla olan oran ise, ilgisiz kişilik modellerine kalıyor.

Bu oranlara göre toplumun genel durumu, ilgisiz kişilik modellerinin kalitesine göre belirlemiş olacaktır. Dolayısıyla belirgin bir kanaat elde etmek ve sağlıklı bir analiz yapabilmemiz de, bu karakter ve modeller arasındaki mücadeledeki üstünlüğü ele geçireni belirleyebilmemize bağlı olacaktır.

Aynı şekilde toplumun zihinsel ve duygusal kalıbını da bu biçimiyle anlayıp tanımlayabiliriz. Çünkü ilk bakışta genel kanaate uygun olacak biçimde ilgisizlerin pasifliği de dikkate alınarak ya yapıcı ya da yıkıcı modellerin önemi öne çıkabilir. Ama esasında durum hiç de öyle değildir.

Her ne kadar hamur kişilikleriyle pasif gibi gibi görünseler de ilgisiz modeller kontrol altına alınması gereken, yapıcı ve yıkıcıların önüne engel olan en tehlikeli ve toplumsal karakteri belirleyici olan modeldir. Bu modellerin sıralamada iyi bir yer bulamamaları, diğer iki modellerin eline geçtiklerinde, ele geçirenlerin ellerinin şeklini almalarıyla değişen kanaatler kimseyi yanıltmasın. Çünkü bunların bilinci de yatay biçimde etki ve tepkiyle çalışıyor ama çoğunlukta olmaları, ayırt edici özelliklerinin önüne geçtiği için siyasi kanaatlerin de merkezini oluşturur.

Hem, geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerde çoğunluğu teşkil eden bu kesimin tamamını yönlendirebilmenin zorluğu bunların ele geçirilmesine bağlı olduğu için, ihtiyaçlarıyla mevcut imkânlarını oranlamanın zorluğu da aleyhlerine bir eksikliktir. Bu eksiklik ve zorluklar aşılamadığında büyük çoğunluğunun sistemin dışına kayma düşüncesi dâhil, kötü amaçlı ellere geçmesi ve istenmeyen şekillerin verilmesi ihtimali de yükselir. 

Peki, ilgisiz modelleri ele geçirip şekil verenler oluyor da, ilgisizlere şekil verenleri ele geçirip şekillendirenler olmuyor mu? Böyle bir soruyla toplumun sosyopolitik etkilenmelerinin hiyerarşisi karşımıza çıkabilir ama şimdilik o konuyu teğet geçmekte fayda var.  

Ama bir millet düşünün ki bütün rol model olabilecek insanları, savaş, terör, darbeler ve buna benzer çeşitli nedenlerle yok edilmiş olsun. Sonra uğruna savaşarak gazi olup şehit verdiği değerlerin tersine bir sisteme dâhil olmaya mecbur kalsın. Sonra da böyle bir soruya muhatap kalmasın. Düşünülmesi gerekenlerden biri de budur.

Ve elbette ki sistemin içindeki yetkinler, şekillendiren ellerin sahipleri tarafından kahramanlaştırılırlar, bu normaldir. Yeteneksiz yetkinlerle liyakatsizleri artırmaları da normaldir. Ama anlayışsızlık görüntüsüyle hainliklerini bu millete mal etmelerine söyleyecek sözümüzün olması lazım...

Eğer birileri sosyopolitik’le ilgileniyor da bunları anlamamazlıktan geliyorsa bu, büyük bir liyakatsizlik olur. Ama ille de örnek verilmesi isteniyorsa; yerli-Milli- ve manevi değerlere kimler karşı duruyor olanlara baksınlar. Kimler toplumun genel ahlakını zedeleyici, hatta yıkıcı eylem ve söylemlerini övüyor? Kimler, yüzyıllardır toplum bilinci üzerine magazin kültürü pompalayanları alkışlıyor ona baksınlar. Kimler, hamur kişilikleriyle eğile büküle, yeteneksiz oldukları halde yetkinliğe gelip, onurlu ve şerefli insanlara kapanan kapıları istismarcılara aralıyor onlara baksınlar.

Üstü örtülmeye çalışılsa bile tarihin düşük dönemleri içinde bu ve buna benzer örneklerle milleti etkileyenler olmuştur. Fakat etkilenmenin arkasında nasıl bir organizasyon var da anlayamıyoruz ona bakmak lazım. Nasıl oluyor da milletin temel değerlerine saldıranlar kendilerinin haklı olduklarını düşünebiliyor ona da bakmak lazım…  Biz bunları anlayıp anlamlandıramıyorsak, hem anlaşılmayan düzen devam edecek hem de çok kişi ters köşeye yatmaya devam edecektir.

Ama biz yine de, sorumluluk sahibi olanların hatırlatıcı sorularını tekrarlamaya ve sormaya devam edelim; biz düzeni değiştirerek mi bireyi değiştireceğiz yoksa bireyi değiştirerek mi düzeni değiştireceğiz.

Birey, toplum, devlet ve uygarlığa doğru işleyen bir sistem içinde, birinci önerimiz öne çıkıyorsa bu; hazır bir uygarlığa düşük ihtiyaç seviyesinden dâhil edilenlerin sürünen rol modellikleriyle, yüksek uygarlığa katkı yaptıkları propagandasını yapmalarına benzer.

Ama ikinci öneriyle, bireyi uygarlığa hazırlama önceliği açıkça öne çıkarılabiliyorsa durum, tekâmül eden insanın yükselme ivmesine bağlı olarak değişir.

İnsan, değişmesine değişir de tek başına birden kendiliğinden hiyerofanik[1] bir değişimin mucizesini yaşayarak değişeceğini söylemiyoruz. Ama sosyal mevsimin içinde bir tohum gibi, siyasi iklime uygun biçimde filizlenerek gelişmenin, ürünlerini yakalayabilen fidan gibi, kendi zihnini profanik[2] bir düzenlemeyle değiştirebileceğini söyleyebiliriz.

Hepimiz aynı dünyayı paylaşıyoruz ama ne aynı iklimi ne de aynı mevsimi yaşayamıyoruz. Kimsenin dünya siyasi iklimini değiştirmeye de iradesi yetmediği için çoğu, hasta olmamak için bu iklime uygun zihinsel kıyafetler giymekten başka çare bulamamıştır. Bu tutumu belki teslimiyet gibi algılayanlar olabilir ama bu bir teslimiyet değil, zamanın değişken karakterini bilerek, beklentileri beklemektir. Çünkü şimdi zaman değişiyor. Tarihsel döngü içerisinde zamanın dalgalı karakterinin akışını durdurmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

 

Zamanın Değişken Karakteri

Tıpkı insan gibi zamanın da, değiştiremeyeceğimiz kendine has bir karakteristik özelliği vardır.

Zamanın çarkı, inen çıkan ya da yükselen düşen bir dalgalanmayla devir, çağ ve kalpa’larla tarihin derinliklerine doğru inişli çıkışlı dalgalanmanın ritmiyle akışını sürdürüyor.

Her insan uzun bir zaman zincirinin anlık halkasına doğar. İnsan nasıl belli bir zamanın içine doğuyor, gelişip büyüyor zaman da öyledir. İnsan nasıl ki zamanın içinde ilerledikçe yaşlanıp ölüyor, zaman da siklussal[3] döngüleriyle öyledir. İnsan nasıl çocukluktan gençliğe, gençlikten olgunluğa tekâmül ettikçe bilinç durumuyla algı seviyesi eşitleniyor, zamanın içindeki devirsel karakter de öyledir.

Ve insan nasıl ki içinde bulunduğu kültürel iklimle besleniyorsa da, onun özelliklerini taşıyorsa, içinde olduğu zamanın karakterine de öyle benzeşiyor. Zaman, geçmişten taşıdığı değer birikimleriyle insanın karşısında ne ise insan da, zamana kattığı değerleriyle öyledir.

Ve insan nasıl ki gece olunca yatıp uyuyor, dinleniyor ve gün doğumuyla uyanıyor zamanda, düşen ve yükselen siklussal[4] dönemlerinin karanlık ve aydınlığıyla insanın zihnine benziyor.

Ve insan, bilinç olarak da güneşe benzer. İlk doğduğunda hissedilir saflıkla aydınlatır ama çarptığı dağların ve ağaçların gölgelerini de yansıtır. Bebeklikten çıktıkça yükselerek netleşir ve enerjisini güçlü bir etkiyle hissettiren gence dönüşür. Zirvede altın çağını yaşayan bir uygarlığa dönüşür. Sayısız ürünlere kaynaklık etmenin verimliliği ve bereketiyle tepeye çıktığında, insanın verimli çağına benzerliğiyle zirve yapar.

Güneş de gün ortasını geçer geçmez, yüzünü genlikten yaşlılığa dönen insan gibi dönüşür. Enerjisi düştükçe boynu bükülür ama tecrübesiyle muazzam bir günbatımı manzarasını çizse de ufka gömülür.

İnsanın, çağın ve devirlerin bilinci de öyledir. Yükselen ve düşen dönemleriyle kendilerini belirgin kılarlar ama zamanın anlık halkalarıyla oluşturdukları zinciri insanlığın boynuna dolarlar.

 

Zamanın Düşen Karakteri

İçindeki dönemin özelliklerini tanımlamadan zamanı tanıyabilmek zordur. Düşük, orta ve yüksek ya da, demir çağı, kova çağı ve altın çağı, dönemsel karakterleriyle birlikte devirsel özelliklerini insanlara nasıl yansıttıklarına hep birlikte bakalım.

Duygu ve düşüncelerin kirlendiği, sahteliğin kolayca üretildiği, yanılsamanın hakikatin önüne geçtiği dönemler düşüş dönemin karakterine benzer. Kalpten sözlerle dile getirilmesi gereken hakikatlerin çok olduğu halde ama yanılsamanın, vicdanları kararttığı, hissiyat kanallarının tıkandığı dönemler de bu döneme benziyor.

Algılama probleminin zirve yaptığı, hakikat algısının değiştiği, insanların özünden uzaklaştığı, güvenin kalktığı ve inandırıcılığını yittiği dönemler de bu döneme benziyor.

Yanılsama, hakikatlerin önüne istismar duvarını yükselttikçe inançsızlığın arttığı, imansızların çoğaldığı, insanların özüyle temasının kesildiği, vicdanların sesinin kısıldığı, acıların yürek yaktığı, gönüllerin rutubet aldığı, vicdan ipliğiyle örülü din tellerinin nemlendiği, yüreklerin gözyaşıyla kısa devre yaptığı ve sevginin öfkeye dönüştüğü dönemler de bu döneme benziyor.

Kalp gözünün kapandığı, basiretin yittiği, ayırt etme yeteneğinin gittiği, küçük fikirlerin zihinleri, zihinlerin duyguları gölgelediği dönem de bu döneme benziyor.

Bencilliğin alıp başını gittiği, şuurun pusulayı kaybettiği, duyguların rotayı şaşırdığı, aklın ritminin bozulduğu, tepkilerin öfkeye teslim olduğu dönem de benziyor.

Küçük kırıntının haklıları, ekmek hırsızlarına hizmet ediyorsa, küçük yemlerin büyük tuzaklarına takılanlar çoğalıyorsa, koyun kasabın bıçağını yalıyorsa, sevgiliye tepki verenler katillerine âşık oluyorsa bu dönem de düşük döneme benziyor.

İletişim değişmiş, cehalet meşrulaşmış, akıl donmuş, birlik ikilem içine girmişse, sağlam gözler perdelenmiş, hakikatler görünmüyorsa bu dönem de düşük döneme benzer.

Aynı zaman dilimi içinde olup da zamanın karakterinin müteessiri olmayan insan olması başka ama farklı karakteristik özellikleriyle hangi akla hizmet edildiğinin bilinmemesi çok daha başka…  

 

Aklın karakteristik Özellikleri

İşin başında, kişisel karakteristik modellerin tanımını yapmıştık. Şimdi, zihinsel tutuma ait aynı modellerin insanlar arasında yasıl yansıdığına bakalım. Çünkü sosyal olsun siyasal olsun, insanlığa ait hangi tür bir analiz yapılacak olursa olsun bu üç modeller ve bu modellerin özelliklerine ait zihinsel tutumları gözlemlenmeden sağlıklı bir analizin yapılabilmesi mümkün değildir. Üç zihinsel modelin karakteristik çalışma biçimlerine sırayla bakalım.

Yapıcı zihinsel model

Bu zihinsel model sevgi odaklı çalışır. Her olayda tutunup değerlendireceği olumlu bir kulp arar. Zihinsel tutumuyla bütün davranışlarında iyimserlik arayışı vardır. Dikey hareket eder ve yükseldikçe görüş açısı genişler. Görüş açısı genişledikçe algılama alanı da genişler. Bu akıl sahibi eğitimsiz olsa bile, yüksekten uçan bir kartal gibi objektif bakış açısıyla olay merkezine neyin nereden nasıl geldiğini ve hangi engellere takılabileceğini görebilecek bir açıyla öngörü sahibi olur. 

Yıkıcı Zihinsel Model

Bu model yapıcı modelin tam tersidir. Sevgi yerine korku odaklıdır ve bir birinin zıddından türeyen öfkeden beslenir. Öfkenin yarattığı sürekli tepkilerin bir birini iten özellikleriyle hiç bir zaman ideal merkezini bulamaz. Bilincini sürekli farklı uçlara iterek kutuplar oluşturur. İde’lerden uzaktır ve uzaklaştıkça zihni maddeye daldıkça hapsolur ve dünyevileşir. Dünyevileştikçe hırslanır, hırslandıkça hamaset üretir ve aklı, hamasetin inadıyla yere paralel yatay bir şekil alır. Bu biçimiyle etki ve tepkiye dönüşerek çalışır. Karşılıklı zıtların bir birini itici gücüyle çalıştıkça otomatikleşen bu zihin, geri dönüşü mümkün olmayan bir şuursuzluk iklimine kapılır, rengi soldukça yere düşer ve düştükçe kökeninden uzaklaşarak karakteri değişir.

İlahi kökenini protesto ettiği için yüzü sürekli yere dönük olur ve çakma aklın dayatmacı inadıyla hareket aldıkça, yıkıcı kişiliğin protest karakterini yansıtan belirgin özellikleri ortaya çıkar. Protest karakteri duygularını, duyguları, bulutun güneşi engellemesi gibi aklının gözünü perdeler ve hangi akılla, hangi sonuca hizmet ettiğini anlayamaz. İçsel ve özgün fikirler yerine dış destekli fikirlerden beslenmeyi tercih eder. İthal gıdaya övgüler yağdırırken, iyiyi kötüyü ayırt edemeden sorgusuz sualsiz ve şuursuzca her şeye karşı olur.

İlgisizlerin Zihin Modeli

Daha önce söylediğimiz gibi önemsiz görünmelerine rağmen kontrol altına alınması gereken, yapıcı ve yıkıcıların önüne engel olabilen en tehlikeli ve belirleyici olan akıl modelidir. Karakterleri değişken hamur kişilikte olması bir yana, bu model aklın en belirgin özelliği dikkat eksikliği ve değerlere karşı duyarsızlıktır. Kusurları önemsemeyen bir tutumuyla kendi benliğinden başka değer vereceği bir şeyin olduğunu düşünmez ve kimin eline geçerse o elin şeklini almasında bir behis görmez. Özgür iradesi zayıftır. Eylem ve söylemleri özü yerine dışa dönüktür. Benliğinden ve hayatı idame ettirmekten başka ideali yoktur ve genellikle hedonisttir[5].

Yalnız özellikle dikkat dilmesi gereken bir husus var ki bunlar, kişilik özelliklerine benziyor diye, zihinsel olarak direk kalıpsal bir etki bekleme hatasıdır. Çünkü her bir karakterin içinde, diğer karakterin özelliklerinden belli oranda bulunur. Bu durum sosyopolitik analizi zorlasa da, karakterler arasındaki orantılı terkip, özelliklerin oranlarıyla değiştiği için, ilgisiz modelde hepsinden olması bir yana yapıcı kişilik modelinde yıkıcı zihinsel tutum, yıkıcı zihinsel tutumda yapıcı karakteristik özellikler görülebilir.

  

Zaman – Birey ve Kişilikle ilgili analizi neden yaptık.

Nasıl ki insan, kendi kişilik özelliklerini tanımakla farkındalığını artırabiliyor, bir millet, uygarlık ya da devlet de inşa olacağı malzemesini, malzemesinin özelliklerini tanımakla potansiyellerini artırması öyledir.

Derin bir analize ihtiyacımızın olduğu döneme girdik. Zaman yeni bir sosyopolitik atmosferin değişken iklimine girmek üzere. Millet olarak telafi edilmemiş kayıp yıllarımız çok var. Sıkıntılı dönemde sistemi inşa edenler eksiklikleriyle haklı olabilirler. Ama şimdi bu analizi, hiçbir şeye sahip olmamakla sadece haklı olmakla değil, yeni uygarlığın inşasına imza atmanın mutlu olanları olmak için yaptık.

Siyasi yapı malzemesini sosyal yapıdan temin ediyorsa, bu malzemeyi tanımadan liyakatli bir siyaset inşa edilemeyeceği için yaptık.

Zihni düzenlenmemiş, sadece fiziki, şekilsel taklitle politikaya atılmak, boylu boyuna resim oluşturmakla politika yapılamayacağını bildiğimiz için yaptık.

Ve yeni dönemin düşenlerinin karşısına, yükseleni biz olduğumuzun farkında olmanın onuruyla, dimdik ayakta durmak için, zamanın gerekli bir hamlesi olsun diye yaptık.

 

Vebal ve Yeni Dönem

Birey ’in, zamanın ve aklın karakter ve modellerini inceledik. Şimdi yeni dönemin yeni karakterinin yeniden düzenlenmesinde, hak ve batıl zihniyeti doğu ve batı zihniyeti diye ele alıp aralarındaki doğal dengelerin oluşturacağı biçimlenmelerine bakalım.

Görünen görülemeyen bütün yaşanmış olayların bir nedeni ve bize ulaşan sonuçları vardır. Bu itibarla batı zihniyetinin elinde bulunan insanlığın refahına ait tecrübe birikimi ve ileri teknolojisi dâhil yararlı her ne varsa, insanlığa sunarken bencilliğiyle birleştirerek sunduğundan, bu bencil elin vebali vardır.

Her ne kadar yapıcı zihniyete monte edilmiş görünse de batı, milyarlarca parçalayıcı benliğin yıkıcı karakteri tezahür ettiğinde bu yıkıcı vebali kaldırabilecek bir zaman dilimini bulamayacaktır. Dolayısı ile vebalin ağırlığını kaldırabilecek gücü bulamayınca çarpıldıkça, kaçınılmaz bir şekilde acılar içinde çökecektir.

Yıkıcı zihniyetle biriken vebal sadece pratiğe geçtiği merkezlerden değil, o merkezlerden beslenen alanları da kaplayacak biçimde tezahür edeceği için, bu yolda şekillenen neler varsa çarpıp yıkılacaktır.   

Bu, güneşin Apriori[6] eylemi kadar gerçektir ve nasıl ki güneş batışa meylettiğinde durdurulması imkânsızlaşıyor, zihinsel düşüşe giren batının bu zihniyeti de buz tutmuş ortaçağa ve nihayetinde yıkıcı karakterinin vebaliyle, kendi zihinsel tortularına batmaktan kendini kurtaramayacaktır.

Binlerce acı tecrübeyle bilinci hala tam olarak uyanamayan İslam milleti ve ona yakın seviyede zülüm gören milletler ise, zamanın karakteriyle ne kadar desteklenirse desteklensin içlerindeki, sorgusuz sualsiz her şeye karşı olan protest kişiliklerin kalıntılarından kurtulamadıkça zihinsel yükselmelerine karşı engellenmeler devam edecektir.

                                                           16 Mayıs 2017 - Hasan Basri Canca

 

[1]Hiyerofanik; İlahi kökenli yetkili ya da peygamber gibi direk seçilerek bilgilendirilmeyi anlatan kavramdır.

[2] Prafan; daha dünyevi olan velayet yoluyla bilgilenip fizikten başlayıp duygu, düşünce ve eylemlerini düzenleyerek ulaşılan bilme ve bilgelik yolu diyebiliriz.

[3] Siklussal; çağ ve devirlerin bir güneşin günlük olan döngüsünün geniş zaman dilimi içerisinde inişli çıkışlı durumuna benzerliği ifade eden kavramdır.

[4] Siklus; Siklussal kavramı gibi, zamanın mevsimler gibi değişken karakteriyle, inişli çıkışlı döngüsünü ve bu döngüye ait seviyeyi takip eden zihinsel durumu ifade eden felsefi bir kavramdır.

[5] Hedonist; hazcı demektir.

[6] Apriori; arkasındaki neden açıklanmadığı için kendiliğinden gibi görünen, güneşin doğup batması gibi doğal gerçekler.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
2 Yorum