1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. Allah’ın bir kulu: Nazım Hikmet
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

Allah’ın bir kulu: Nazım Hikmet

A+A-
“Ebede set çeken zulmeti deldim,
Aşkı içten duydum, Arş’a yükseldim.
Kalbden temizlendim huzura geldim,
Ben de müridinim işte Mevlâna.”

Yukarıya, Nazım Hikmet’in “Mevlâna” adlı şiirinden bir dörtlük aldım. Zannederim, seksen yıldır, Türk kavga tarihinden hiç düşmeyen Nazım’ın “mistik-insanî” boyutuna pek değinilmemiştir.
Onun da “ölüm” gibi, “sonsuzluk” gibi problemleri olabileceği, Allah’a karşı olan aczini itiraf edebileceği, kul duyarlığı içindeki anları yaşayabileceği göz ardı edilmiştir. Hele hele uzun yıllar yaşadığı zindanlar, tecritler onu ruhuyla hiç tanıştırmamış mıdır?

Nazım’ı hep içindeki çocukluğunu hiç yitirmemiş bir insan olarak gördüm. Asiydi, yaramazdı; fakat evin çocuğuydu. Uçlarda gezinmek, ona reva görülen hayata karşı bir isyanıydı; ütopik dünyalar onun kimyasını değiştirebiliyordu belki. Ama şair saflığını içinde taşıyordu. Onun gözünde Mevlâna bir ruh kahramanıydı, Lenin ise dünyevî yaşam kavgasının kahramanı. Bu nedenle her ikisine de şiirler yazabiliyordu.

Kadınlara karşı büyük zaafı vardı. Bir şair duyarlığıyla, tanıştığı kadınlara kolayca âşık olabiliyordu. Kadına karşı bu denli meyli olan bir insanın “canavar” olabilmesi zordur. 1922’de Nüzhet Hanım’la, 1925’te Lena ile, 1935’te Piraye Hanım’la evlendi. 1948’de dayı kızı Münevver Hanım’a âşık oldu. Uzun hapishane hayatının ardından, “ülkemde kalırsam öldürülürüm” korkusuyla, 1951’de Türkiye’den kaçana kadar Münevver Hanım’la yaşadı ve tek oğlu “Memed” ondan oldu. “Karşı yaka memleket/Sesleniyorum Varna’dan/İşitiyor masum oğlum Memet Memet” diye hasretini çektiği oğlu Memet Fuat’tır. Daha sonra Dr. Galina ile çok kısa süreli bir evlilik yaptı. Kendi deyişiyle, altmışına yakın sevdalandığı, “saçları saman sarısı, kirpikleri mavi” Vera ile evlendi ve ölünceye kadar (1963) onunla yaşadı.

Nazım bir muzdaripti. “Kaçak”tan çok bir sürgündü. O dönem kimler sürgün edilmemişti ki Türkiye’den? “Yüz ellilikler” namıyla sürgün edilenler arasında ünlü şair Rıza Tevfik Bölükbaşı ve ünlü hikâyecimiz Refik Halit Karay da vardı. Rıza Tevfik, yirmi yıllık sürgün hayatında yazdığı şiirlerinde hep hüznü ve hasreti dile getirir:
“Uçun kuşlar uçun doğduğum yere;
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır.
Ormanlar koynunda bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül vardır.”

Refik Halid ise, “Nilgün” adlı ünlü romanını, Ortadoğu sıcağında yazar.
Mehmet Akif’in kaderi sanki farklı mıydı? Akif’le Nazım’ın kader yolculuğu, zıt yöne giden iki yolcunun bir yerde buluşması gibi bir seyir gösteriyordu. İkisi de milletini seviyordu. Nazım’ın son karısı Vera; “Nazım o kadar çok ‘hasret’ demişti ki, Türkçe’den bir bu aklımda kalmış” diyordu. Akif ise hasretini Mısır’da demliyordu. Türkiye Cumhuriyeti iki büyük şairinden mahrumdu. İki büyük şair de “yeni yönetim”e küskündü. Akif ıstırabını, bir iman şairi olarak Allah’a sığınmakla gideriyor, Nazım ise “kavga şairi” olduğu için, ideolojiye. Aslında Akif’le Nazım arasında kavga yoktu; kavga “yeni düzen”le ikisi arasındaydı. Nazım, “Men-i Müskirat Kanunu” (içkiyi yasaklayan kanun) çıkarıp, ardından “gül rakısı” içen yöneticilere kızıyordu; Akif ise, şiirle yazmış olduğu Kur’an mealini, “Türkçe ibadet”e temel teşkil eder korkusuyla eserini yaktırıyordu.

Gençliğinde Mevlâna’ya şiirler yazan, ona “mürid” olmayı dileyen bir Nazım’ın ateist olabileceğine bir türlü gönlüm razı olmuyordu. Nitekim Zaman gazetesinin 23.02.2003 tarihli “Turkuaz” ekinde, Nazım’la ilgili itiraf niteliğinde bir haber çıktı. Prof. Mustafa Mehmet isimli bir Romanyalı Türk tarihçisi, Nazım’ın bu hüzünlü, insanî yönünü ortaya koyuyordu. 1957 yılında Nazım’ın Romanya’ya gittiğini ve kendisinin ona eşlik ederek şunları yaşadığını söylüyor Mehmet: “Nazım, Ramazan günü Romanya’ya geldi. Onunla otelde görüştüm. Bana: “Kardeşim, bu akşam Kadir Gecesi’dir, beni camiye götür” dedi. Akşam, Vera ile birlikte onu camiye götürdüm. Camide mevlid okunuyordu. Nazım usulca oturdu. Mevlidi büyük bir dikkat ve huşu ile dinliyordu. Bir ara cemaate dönerek; ‘Saygılı cemaat! Ben bir komünistim. Lâkin böyle mübarek bir gecede sizleri derli toplu, cami gibi kutsal bir mekânda görmekten dolayı çok mutluyum, çok duygulandım!’ Ne dersiniz? Camide, cemaate karşı “Ben komünistim” demesi, onun hangi ruh halinin bir görüntüsüdür? Ramazan’ı ve hele hele o gecenin Kadir Gecesi olduğunu bilmesi, onun içinde taşıdığı mutluluğu ve duygusuyla birlikte bir çocukluk masumiyetini de göstermez mi? Mustafa Mehmet devam ediyor: “Onun, Kadir gecesi gibi Müslümanların değerleriyle ne ilgisi olabilirdi? Sanki içinde bir şeyler vardı! Sonunda da oturduğu tabureden düştü; kalp krizi geçirdi.”

Nazım’ı 1951 yılında, bir motorla Karadeniz’den yurtdışına kaçıran yazar Refik Erduran da; “Nazım, ezan okunurken gözleri dolan adamdı” diyor. Ben de Moskova’da çalışan bir vatandaşımızın; “Nazım’ın mezarı kıbleye dönüktür!” dediğine tanığım.

Bütün bunları, Nazım’ın “iyi bir Müslüman” olduğunu göstermek için yazmadım.
“Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni/Ve de uyarına gelirse/Tepemde bir de çınar olsa/Taş maş da istemem hani!” diyebilen bir şairin, öyle bir çırpıda “komünist-vatan haini” diyerek atılacak bir insan olmadığını vurgulamak istiyorum. Muhteşem bir Türkçesi vardı. Kendince haksızlıklara karşı direniyordu ve bunun bedelini de çok ağır biçimde ödemişti, ödüyordu. Yurdundan kaçması zorunlu muydu?

Öldürüleceğinden korkuyordu. Mustafa Suphi ve Sabahattin Ali örnekleri vardı. “Kaçışı muhteşem” miydi, bilmiyorum; ama sığındığı mekân ve ideoloji de onu tatmin etmiyordu. Moskova’da kendisine orman içinde bir köşk ve şoförlü araba tahsis edilmişti. İki ay sonra Moskova halkının kuyruk ve yokluk sefaletini görünce, “Bugün” demiş, “Derhal arabamı ve şoförümü iade ediyorum. Kendi kitaplarımdan gelen parayla geçineceğim. Herkes nasıl yaşıyorsa ben de öyle yaşayacağım” diyebilen ve dediğini de uygulayabilen bir adamı göz ardı edemeyiz.

Uzun yıllar Nazım’a kayıtsız kaldık. “Komünist” diyerek onu mahkûm ettik. Lenin’e methiye yazdı diye aforoz ettik. Bunun yanında Amerika’ya methiyeler düzenleri de baş tacı yapmaya çalıştık, çalışıyoruz. Komünizm yıkıldı, ya kapitalizm? Ya her gün namusumuzu payımal eden Amerikan postalları?

Nazım, karşı çıktıklarımıza karşı çıkmış; kabul ettiklerimizi etmemiş olabilir, ama bir aydın hassasiyeti taşıdığı, haksızlık karşısında susmadığı gerçek değil midir?

Karısı Vera: “Nazım Moskova’da çok yalnızdı” diyor. Bu yalnız ve muzdarip adamı ben bir Müslüman olarak saygıyla anıyor, onun içindeki çocuğu selâmlıyorum. Herkes Allah’ın kuludur ve O’na dönücüdür.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
14 Yorum