BİR SÖZ SÖYLEDİM Kİ!
Karşılaştığınızda size güç- kudret telkin eden insanların despotluk tarafları ağırdır; lakin size huzur telkin eden, eman veren, sizi rahatlatan yüzler ve hele hele tatlı sözlerle ruhunuzu kımıldatanlar ise dostun kapısı gibi hep aralık durur, “buyur” edici bir özelliğe sahiptir.
İnsan sadece yumrukla sarsılmaz; bir acı söz, bir aşağılayıcı davranış insanı müthiş sendeletir, hatta komaya sokabilir, çok kötü işler yaptırabilir. Evet, sözün gücü tartışılmazdır.
Bir evde bir sohbet esnasında, ev sahibinin kızı birden baygınlık geçirir. Evin sahibi, misafirler arasında bulunan doktora değil de, kendince “kâmil” bulduğu bir diğer misafire, kızına Kur’an okuması için onun önüne götürür. Bunu gören doktor, kendince haklı olarak, çok kızar. Kur’an okuyacak olan insan ise hiç istifini bozmadan, doktora hakaretamiz sözler söyler. Bu sefer doktor neredeyse çıldıracak konuma gelir; rengi kızarır, ağzından köpükler taşar; hatta tansiyonu yükselir ve kanepeye yığılır.
Durum biraz yatıştıktan sonra o “kâmil” insan doktora; “ Doktorum” der, “ Benim size karşı asla kötü bir düşüncem yoktur. Ben sadece sözün gücünü sizde denemek istedim. Size yumruk vurmadım, size karşı silah kullanmadım; ama siz neredeyse aklınızı yitirecektiniz. Bütün bunlar hep sözün tesiriyle oldu, değil mi? İnsan sözünün bu denli tesiri vardır da, Rabbimizin kelamı olan Kur’an’ın hiç mi tesiri yoktur; hem aklımıza (beynimize), hem ruhumuza ve hem de bedenimize karşı?”
Söz vardır, afyonlu duman gibi insanı çıldırtabilir; söz vardır, çölde su gibi, insanı diriltebilir. Yeryüzünde en kudretli silah sözdür, diğer silahlar sözün araçlarıdır. Söz hedefe isabet ettiği zaman onun parçalayamayacak olduğu hedef yoktur. Hayat sözle başlar ve sözle de biter.
Bir işkencenin resmedilmesi trajik bir durumdur; fakat bu trajik durumu izleyen bir derin ruhun duruşunu hangi fırça çizebilir? Onu anlatacak olan kelimelerdir ancak.
Çok derinlere inmeden günlük hayatımıza dönelim:
Gün boyu iştesiniz ve yorgun argın evinize geldiniz. Kapıyı açan eşiniz, “ Bu saate kadar nerelerdeydin?” diye başladığı sözünü daha derinlere taşıyarak size ağır laflar söylese, sizdeki olumsuz durumu hayal edebilirsiniz; evden çok bir cehenneme girer gibi olmaz mısınız?
Aynı kapıda eşiniz, “ Canım, seni çok merak ettim!” dese, siz bir eve mi girersiniz yoksa bir cennete mi?
Karşınızdaki insan aynı, fakat söz değişik. Hayatı cehenneme veya cennete çeviren de sözdür, diyebiliriz. Örnekleri çoğaltmak mümkün; bir ömür boyu hep sözlerle iç içe değil miyiz?
“ Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı…” demiyor mu Yunus?
Durup dururken bir insanı anlamak zordur. Bir problemi yaşadığında, başına bir bela, dert geldiğinde insanın içindekiler bir bir dökülmeye başlar. İşte onun asıl kimliği bu dökülen sözlerin içinde saklıdır. İçlerinde kin biriktirmeyenler, daha doğrusu içlerinde kin denilen tohuma zemin hazırlamayanların ağızlarından, nasıl bir durumla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, asla kötü sözler çıkmaz.
Çocuk terbiyesinde en çok onun duyacak olduğu sözlere dikkat etmek gerekir. Biriktirilen hiçbir şey kaybolmaz, zamanı gelince dökülüverir.
İnsanların yüzlerine karşı çok sitayişkâr sözler söylememek gerekir; çünkü o bunları kaldıramayabilir ve egosunun esiri durumuna düşebilir. Ne var ki, hak edenleri de desteklemek, güzel sözlerle onları cesaretlendirmek en doğru olan davranış biçimidir.
Birisinin yüzüne karşı güzel söz söylediğinizde, onun yüzünde adeta definelerin gezindiğini görürsünüz. Kötü sözün muhatabı olan yüzde de akrepler, yılanlar gezinir.
“Kulum!..” diye sürekli kuluna hitap eden Allah’ın sözünü hiç duymadan nereye gidiyorsun? Sözlerin en güzelini işitip / okuyup ona uymadan mutlu olacağını mı sanıyorsun? Aslında sen dünyaya mutlu olmak için değil, Rabbine kul olmak için gelmedin mi? Ebedi mutluluk işte bu kulluğun içinde.
Sözünün eri ol ve sözünün eri olmayanları dinleme!
Fıtratını diriltmeyen hiçbir söz, dost ağzından dökülür değildir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT