1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. HAYAT ARABASININ FRENİ VARDIR; AMA PARK YERİ YOKTUR
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

HAYAT ARABASININ FRENİ VARDIR; AMA PARK YERİ YOKTUR

A+A-

 

            Sürekli başarı sanatçıyı veya siyasi oluşumu tökezletir, durağanlaştırır hatta öldürebilir. Başarı ve onun getirdiği alkış ve maddi kazanım, sanatçının / siyasetçinin derûnu gören gözünü kör edebilir; çünkü o, kendisini zirvede hayal eder; bu da onun en büyük yanılgısıdır. Bu durumda da başarı durur; sizi başarılarınızdan dolayı sevenler karşınıza geçer ve hatta düşmanınız olabilir. İnsan başarıya doğru koştuğu sürece kitleleri arkasından sürükler. Başarı durduğu zaman da o kitleler en büyük engel olarak karşınıza çıkar.

            Hayat sürekli doğurur/ yenilenir. Yenilenmede bir duraksama varsa hayatla çelişme söz konusudur. Hayat, kendisiyle çelişenleri diskalifiye eder; bu bir doğa yasasıdır. Sürekli yenilenmeyen hiçbir şey yaşam içerisinde kalıcı izler bırakamaz. Ölüm, hayatı yenilediği için hep gündemdedir ve eskimez bir duruş sergilemektedir. Evet, ölüm yeniliğin ve yenileyiciliğin adıdır.

            Bunalım (bireysel ve toplumsal), zihnen bir tünelin içine girildiği görüldüğünde, bu tünelden çıkışın asla mümkün olmadığına kendilerini inandıranların düştüğü kuyunun adıdır. Oysa zihin dünyasını bu tünelin dışında hayal ederek, bulunulan zamanın kıskacından kurtulmak pekâlâ mümkündür ve bu sağlıklı bir yol ve kurtuluştur. Yani mekânsal zamandan zihinsel zamana geçebilmelidir. Ancak bu, iç dünyasında sonsuzluğa çıkış bulunan bir beynin yapabileceği iştir. Zihin proje üretir, beden onu gerçekleştirir ve sürekli yeni kalır.

            İbadetlerde bile bir kanıksama varsa, onun gözden geçirilmesi zorunludur; çünkü bu durumda ibadet âdete dönüşerek aslı işlevini yitirir. Oysa ibadet “evrenle bütünleşmenin adıdır.” Evren ise sürekli yenilenmektedir. Bütünleşmek bir hareketi gerektirmez mi?

            Sanatçı veya siyasetçi tatmin olduğu zaman sanatından veya siyasetinden feragat eder. Bu yorgunluk, zihni bir yorgunluktur ve arkasından maddi çöküntüyü de beraberinde getirir. Bu nedenle sığ su balıkçılarını, derin okyanusların balıkçısı yapmamak gerekir. Aklında, âlemleri mantı gibi dürüp, gönül sayfalarında derin suların sırlarını okuyamayanlar, bir toplumun lideri konumuna gelmişlerse, orada zihinsel bir kıyamet başlamış demektir. Bu kıyamet esnasında toplumsal birliktelik yara alır, herkes kendi can derdine düşer ve dağılma kaçınılmaz olur.

            Bir toplumun dağılma işaretleri, herkesin kendini düşündüğü zamanlardır. Kalbin kendini düşündüğünü varsayalım; bütün vücut stop etmez mi?

            Toplumu acılar bitirmez; zenginliğin bölüşülmemesi, savurganlık, değer bilmemek, sığ su balıkçılarının madrabazlıkları, halkı yalanlarına inandırmaları ve siyaset adına palyaçolukları o toplumu bozabilir. İnfakın olmadığı yerde nifak vardır çünkü. İddia değil, ama fikrimi söylüyorum: Türkiye’yi, bunca badirelere rağmen, bugüne kadar ayakta tutan şey, onun infakıdır. Müslüman, gayrı müslim ayrımı yapmadan birçok ülkeye yardım elini uzatması, onu diri ve dik tutmuştur.

Acılar, aslında sağlam bir toplum olabilmenin tohumlarıdır. Acı görmemiş toplumların dağılması çok daha kolaydır. İnsanın yaradılış boyutuyla tümüyle tanıştırılamamış toplumların çocukları nemelazımcılığa teslim olmaktan kurtulamazlar. En büyük uyuşturucu sorumsuzluktur, kayıtsızlıktır, ciddiyetten uzak olmaktır ve iğrenç bir komedi bataklığında debelenmektir. Mizah, acıyı karikatürize eder, ama acının asla ilacı değildir.

            Gülümseyiş vardır, onun altından hüzün dereleri akar. Gülümseyiş vardır, çağlayan köpükleri gibi bembeyaz. Ve gülümseyiş vardır, küllerin altında saklanmış kor gibi dokununca yakan. Bütün bunları kendinde toplayan biri vardır: İNSAN!

            Bu insanı, yaşadığı toplum, kendi kodlarıyla tanıştıramamışsa, o toplumun bunalımdan kurtulabilmesi zordur, imkânsızdır. Tebessüm, hayatın artı ve eksilerini görerek içindeki ışığı yakabilmektir. Değil mi, zıt uçlar olmadan ışık yanmıyor.

            Ürpermeniz korkudan ileri gelen fiziki, sathi bir ürpermeyse, bunun adı yüce ürperme olamaz ve bulunulan yerde yükseliş sağlanamaz. Sanat veya siyaset, ruh ürpertisinin çocuğudur, öyle olmalıdır; çünkü karşınızda kitleler/insanlar vardır ve o çocuğu ancak evrensel çığlıklar büyütür.

            Ruhun gözüyle hayal ettiğimiz insanlar iç dünyamıza musiki ile doğarlar. Bedenin gözüyle hayal ettiklerimiz ise resimleri ile karşımıza gelirler. Biri kalıcı izler bırakır, öbürü silinip gider. Ülkeyi yönetenler, toplumu sadece ekonomi ile çekip çevireceğini sananlar, bireylerin duygularını, iç dünyalarını kanatlandıramazlarsa, ekonomik silindir, bir kavga unsuru olarak ortaya çıkar ve nesilleri iğdiş eder, bozar. Kafası insana benzeyen; fakat duygu ve düşünceleri hayvan gibi, hatta ondan da aşağı varlıklar ortaya çıkar.

            Kimler kazançlı çıkacak? Hareket edenler. Bu hareket iyi de olabilir, kötü de. İyi olursa medeniyet oluşur, kötü olursa uygarlık! Dileriz ve umarız iyiler daha erken davransınlar ve harekete geçsinler de insanlık rahat etsin; hem dünyada, hem ahrette.

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:DAliTasci

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız