1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. Kimse Atatürk kadar güzel “Allah” diyemez
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

Kimse Atatürk kadar güzel “Allah” diyemez

A+A-

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte, “Çankaya’ya namaz girdi. Çankaya Köşkü’ne başörtüsü girdi.” gibi korku ve endişe belirten cümleler medyada sıkça yer aldı, almaya da devam ediyor.
Elimde bir kitap var, 1977 yılında almışım. Kitabın adı “Atatürk’ün Uşağı İdim.” Yazarı, daha doğrusu anlatıcısı Cemal Granda. Yazan ise Turhan Gürkan. Kitap, Hürriyet Yayınları’ndan, Kasım 1973 yılında çıkmış.
Cemal Granda, 1927 yılından, 1938 yılına, Atatürk’ün ölümüne kadar, -Turhan Gürkan’ın kaleminden- “Atatürk’ün tam on iki yıl buyruğunda çalışmış, hizmetini görmüş, o dönemin tüm gerçeklerini, onun ağzından dinlemiş, sofrasını kurup kaldırmış, yalnızlık anlarında derdine ortak olmuş bir adam.”
Kitabın 252. sayfasındaki hatıralarıyla sizi başbaşa bırakıyorum. Başlık: “Kimse Onun Kadar Güzel Allah Diyemez.” Ve işte devamı:
“Din konusunda Atatürk’ün tam anlamıyla laik olduğu söylenebilir. Kimsenin inancına karışmaz, dindar kişilere saygı gösterir, yobazlara, softalara çok kızar, din kavramının sömürülmesine izin vermezdi. Allah ve Peygamber konuları, Atatürk’ün yanında tartışma konusu yapılmazdı. Onun için dindar bir adam denemez. Bir gece sofrada Peygamber üzerine bir konu açılmıştı. Atatürk’ün dindar olmadığını bilenler, ona yaranmak için Peygamber’i küçültür şekilde konuşmalar yapıyorlardı. Atatürk, bu konuşmadan sıkıldığını belli etti. Elini masaya indirerek: “Bu bahsi kapatın!.. Peygamberi küçültmek isterseniz, kendiniz küçülürsünüz.” dedi. Konuşmalarında din sorununa değindikçe ciddileşir, adeta kendine çekidüzen verirdi. Bu konuda düşüncesini açmazdı.
Atatürk, Harbiye’de okurken abdestsiz olarak toptan namaza giderlermiş. Orduya katıldıktan sonra da cepheden cepheye koşmaktan namaz kılmaya vakit bulamamış.
Cumhuriyet’in ilanından sonra din ve devlet işlerini birbirinden ayırınca rahat bir nefes almıştı. Benim, yanında bulunduğum süre içinde (1927-1938) hiç namaz kılmadı. Oruç da tutmadı. Ramazanlarda içki içer; fakat Kadir gecesi ağzına katresini (damla) koymazdı. Kadir Geceleri sofra bile kurdurmazdı. Saygısı büyüktü. Bazen Mevlit dinlediği de olurdu. Sofrada Hafız Yaşar Bey’in Mevlidini saygıyla dinlerdi. Mevlid’in Mirac bölümünde “Göklere çıktı Mustafa.” denince gözleri yaşarırdı. O zaman hemen kolonya götürürdük. İnanışı samimiydi. Bence Allah’a inanıyordu.
Öyle “Allah” derdi ki yalnız kalınca, onun gibi kimse diyemez. Herkes çekilip yapayalnız kalınca gökyüzüne bakar, kendi kendine “Allah” derdi. Böyle güzel “Allah” diyen adam yoktur.
Bir gün sofrada çevresindekilere:
“Bana Allah’ın büyüklüğünü anlatır mısınız?” diye sordu.
Konuklar birer birer, Allah’ı nasıl anlayabildiklerini anlattılar. Çoğu ipe sapa gelmez şeylerdi. Hepsini dikkatle dinleyen Atatürk:
“Hepiniz Tanrı’yı ayrı ayrı görüyor ve büyütüyorsunuz. Anlaşılan Allah, herkesin kafası kadar büyüktür.” dedi.
Bir yaz akşamı, Dolmabahçe Sarayı’nda kadınlı erkekli otuz kadar çağrılı vardı. Protokol Şefi Saffeti Ziya Bey’in yemek masasındaki yerlerin şemasını önceden hazırladığı şekilde konuklar yerlerine oturdular. Fakat Atatürk, bu resmiliğin çabucak farkına vardı ve herkesle eşit şekilde ilgilenerek kimsenin hatır ve gönlü kalmamasına çalıştı.
Sekiz dokuz saat süren yemek sona ererken muayede salonunun büyük kapısının parmakları arasından güneş doğuyordu. Eşine çok az rastlanan muhteşem bir manzaraydı bu. Atatürk’ün bir işaretiyle manevi kızlarından Nebile Hanım, sandalyenin üzerine çıktı. İnce endamıyla bir heykeli andırıyordu. Başladı sabah ezanını okumaya. Ahenkli bir ses geniş salonda yankılandı.
Atatürk başını yukarı doğru kaldırmış, kendinden geçmiş bir halde ezanı dinliyordu. Bir an geldi, yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı.”
Bölümü aynen aktardım.
Atatürk de bir insandı ve onun da inançları vardı. Üstelik o, Osmanlı Paşasıydı ve Osmanlı kültürünü soluyarak geliyordu. Selanik’te ezan sesi duyarak büyüdü, Sıbyan mektebinde Elifba ile okuma yazmaya geçti. Her ne kadar harf inkılabı yaptıysa da özel notlarını hep Osmanlıca tuttu; çünkü çocuklukta öğrenilen ilk yazı, en kolay yazılan yazıdır.
Hilmi Özkök Paşa bugünlerde “Takıyyeci Atatürkçüler”den yakınıyor. Kraldan çok kralcılar. Kişilikleri gelişmediğinden yağcılığı meslek edinenler. Rant peşinde koşanlar… “Tanrılaş gönlümde tanrılaş Atam!..” diyen, geçmişin zavallı takıyyecileri gibi, bugün de elbette vardır.
Atatürkçülük ve hele hele Kemalizm, din haline getirilir ve ona kutsallık payesi verilirse, bu toplumun hali nice olur? Zaman zaman bu minval üzere geçmişte yazılmış, konuşulmuş; halkın kutsal saydığı şeyler ve duygular hafife alınmıştır. Böylece de devlet ve milletin arasına setler çekilmiştir.
Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda manevi kızına sabah ezanı okuttu. Bugün böyle bir şey yapılsaydı neler olmazdı ki?
Batı’yla bizim aramızda çok temel bir ayrışma vardır:
Batı’da, örneğin Fransa’da, komünist partiyle faşist parti arasında amaç kavgası yok, metot (araç) kavgası vardır. Hangisi iktidar olursa olsun, Fransa elden gitmez, farklı bir metotla yoluna devam eder.
Ama bizde amaç farklılığı vardır:
“Falan iktidar olursa ülke elden gider, filan iktidar olursa, kıyamet kopar” anlayışına sahibiz. Her iki kutupta olan insanlar da aynı dünyada yaşamıyor da başka yıldızların vatandaşları konumunu koruyorlar.
Halkın gündemi ise bunlardan ayrıdır. Halk, nasıl düşünürse düşünsün, inançlarını yaşayan insanı seviyor. İçki masasında bile “Allah” diyerek nara atıyor, atanı da seviyor. En modern hayat tarzını benimseyenler dahi imam nikahı kıydırıyor. Sıkıştığı zaman “Allah” demeyen insan var mıdır ülkemizde?
Atatürk, ezan dinlerken gözlerinden aşağıya doğru yaş akıtabiliyordu. “Atatürkçüyüm” diyenlerden bunu istesek, “gerici” mi oluruz?

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
5 Yorum