1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. KÖLE HİLÂL KÖLELİĞİMİZİ HATIRLATTI
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

KÖLE HİLÂL KÖLELİĞİMİZİ HATIRLATTI

A+A-

 

                Hilâl!.. Bilal-i Habeşi gibi adı duyulmamış, ama Hakk yolunda çok mesafeler katetmiş bir zenci köle. Kara kuru bir insan; zayıf, çelimsiz ve görünürde de kimsesiz. Medine’de bir zenginin kölesi.

                Hilâl hastalandı. Tam dokuz gün, ahırda hayvanların yanında yattı, ayağa kalkacak mecali yoktu. Kimseden bir yudum su isteyemedi, bir dilim ekmek için ses verecek kimse bulamadı. Bir deri bir kemik, ahırda yattığı yerde, vücudunun kemikleri birer çivi gibi kendine saplandıkça “Allah” diyor, başka da bir şey diyemiyordu. Onun terini silecek, ona bir yudum su verecek, başını dizlerinin üzerine koyacak bir anaya hiç sahip olamadı. Köleydi ve garipti.

Her şeyin olduğu gibi, gariplerin de sahibi Allah’tı. Peygamber (AS) Allah tarafından uyarıldı, “ Sana âşık olan filan kişi hastalandı.” denildi. Peygamber (AS) Hilâl’in olduğu yöne doğru yürüyünce, Hilâl’in efendisi bunu duydu; Peygamber’in kendi evine geldiğini sanarak çok sevindi, neşesinde adeta kendinden geçti.

                Peygamber (AS) “zengin efendi”nin evine varınca, ev sahibi Peygamber’i karşıladı ve eve davet etti. Peygamber: “ Ben buraya seni görmeye gelmedim.” deyince, ev sahibi, “ Kimmiş o, söyle de senin lütfuna mazhar olmuş o büyük zatın ayaklarına toprak olayım!” diyerek adeta yalvardı.

                Peygamber (AS): “ Arşı aydınlatan, gökleri nurlandıran Hilâl nerede? Tevazudan ötürü yerlere düşmüş o ay ışığına ne oldu? O öyle bir padişah ki, köle kılığına girmiş, gizlenmiş; o bu dünyaya, dünya sırlarını anlamaya gelmiş. Sen ona “bizim kölemiz, ahırcımız” deme! Şunu iyi bil ki, define yıkık yerlerde, viranelerde gizlenmiştir.” diyerek, Hilâl’in durumunu öğrenmek ister.

                Ev sahibi, onun hastalığından haberi olmadığını, ne var ki, birkaç günden beridir de gözükmediğini, ama onu bulmak istiyorsa, ahıra girmesi gerektiğini, Peygamberimize söyler.

                Peygamberimiz, ahıra girince, Hilâl, hasta haliyle kımıldanmaya başlar. Yusuf’un kokusunu alan Yakup gibi, peygamberin mübarek kokusunu alır. O aşkla sürüne sürüne peygamberimize doğru ilerleyerek, onun eteklerine yüzünü sürer. Peygamberimiz kendi mübarek yüzünü, Hilâl’in yüzüne koyar; onun saçını, başını, gözünü, yanaklarını öper ve Hilâl’e seslenir: “ Ey arşın garibi, nasılsın? Ey gizli inci, iyice misin?”

                Hilâl kendinden adeta geçerek şöyle karşılık verir: “Bir susuz suyu bulunca ne hal alırsa öyleyim, ya Rasulallah! Seni gördüm ya, bütün canlar yoluna kurban olsun!” İki dost tekrar kucaklaştılar.

                Hilâl’in durumunu içimde hissetmeye çalıştım, adeta duman oldum! Kölelik, ruhunu esir edenler içindir; beden esir düşmüş, çok mu önemli? Hilâl’in özgürlüğüne dokunabilseydik, arşa çıkardık.

                Nesillerimize Peygamber’i tanıtmadan atılacak olan her adım, boşluğa atılmış demektir. Yol alamayışımızın nedeni de bu olsa gerek. Şunu bunu yapacağız diye değil, insan olmak için ve dünyadan insan olarak göçmek ve ötede insan olarak karşılanmak için mutlaka peygamberimizi tanımak zorundayız.

                Kabalıklarıyla, edepsizlikleriyle, vurdumduymazlıklarıyla, saygısızlıklarıyla… öne çıkmaya başlayan kuşaklarımıza, peygamberi nezaketi, edebi, merhameti… duruşumuzla, davranışımızla öğretmeye çalışırsak,  bundan sonuç alacağımıza inanıyorum. “ Size kimin cehennemden, cehennemin de kimden uzak tutulduğunu söyleyeyim mi? Nazik, müşfik, merhametli, cana yakın ve yumuşak huylu herkes.” diyen bir Peygamber’in hayatını çocuklarımıza öğretemez isek, karanlık bir dünyanın içine sokulacağımız bir kehanet değildir.

                O öyle bir insandı ki, kimseden kendi namına intikam almamıştır. Yakışıksız veya müstehcen bir söz asla ağzından çıkmamıştır. Sokakta yüksek sesle konuşmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermez, buna mukabil bağışlar, affederdi. “ Rabbim bana, intikam alacak gücüme rağmen düşmanlarımı affetmemi; benimle ilişkisini kesenle görüşmemi ve beni mahrum bırakana vermemi emretmiştir.” demiştir.

                Ömrü boyunca, ondan bir şey isteyen hiç kimseye “hayır” dememiştir. Hiçbir öğün yemeğini yalnız yememiş, daima ashabını davet etmiştir. “ Ümmetimden muhtaç olanın ihtiyacını karşılayan biri, beni hoşnut etmiş olur; beni hoşnut eden,  Allah’ı hoşnut etmiş olur; Allah da hoşnut olduğu kimseyi cennete gönderir.” buyurmuştur. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” mübarek sözü, hepimizin kulağında çınlamıyor mu?

                Kızı Fatıma’yı, geldiğinde büyük bir sevgiyle ayakta karşılayıp alnından öpecek kadar severdi; fakat Fatıma büyük bir yokluk içinde yaşadı. İslam Devleti’nin Yemen’den Suriye’ye kadar yayıldığı Hicret’in dokuzuncu yılında, bu Devlet’in hâkiminin yalnız bir yatağı, bir de su kırbası vardı. Rasululllah ebedi âleme göçtüğünde, evinde bir miktar arpadan başka bir şey yoktu.

                Olmak için değil de, sahip olmak için yaşayan hiç kimseye, Allah dünya ve ahiret mutluluğunu vermez. Sahip olduğunuz şeylerin içinde boğulursunuz; tıpkı Karun gibi.

                Allah’ım, Hilâl duyarlığını içimizde uyandır, aşkımızı Sevgiline yoldaş eyle. Bizi “kulum” diye karşıla Allah’ım. Bizi insan olarak yarattın, insan olarak yanına al, Allah’ım. Dünyanın hiçbir şeyini kalbimize sokup infilak etmemize fırsat verme,  Allah’ım!

                                          D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız