1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. METAFİZİKSEL YAĞMURLARIN YAĞMADIĞI ŞEHİRLER
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

METAFİZİKSEL YAĞMURLARIN YAĞMADIĞI ŞEHİRLER

A+A-

 

            Evrenin ışık hızından daha hızlı ( Işığın saniyedeki hızı üç yüz bin kilometredir. ) bir biçimde genişlediği söyleniyor. Evrende yüz milyardan daha fazla galaksi olduğu biliniyor. Her galakside de yüz milyarı aşkın ve güneşten daha büyük yıldızlar olduğu, bilim adamlarınca tespit edilmiş bulunuyor. Yani akla durgunluk verecek şeyler.

            Ve bütün bu muhteşem âlem içinde, dünya!.. Dünyamızın evren içindeki yeri toz kadar bile değildir. Dünyanın içinde senin bulunduğun yerin durumunu da sen hesap et; gözle görülmeyen bir varlık gibi duruyor. Ve sen hâlâ “Ben, ben!” iddiasında kendini paralayıp duruyorsun! İnsanın kendini bilmesinden daha büyük bir erdem yoktur, gerçekten.

            İnsanı insan yapan en önemli duygu, fanilik duygusudur. Fani olduğunu bilen bir insanın hal ve hareketleri, evrenin hareketleriyle çelişmez. Mutsuzluk, evrenin hareketlerine ters davranışlar sergilemenin adı olsa gerek. Mevlâna, “İbadet, evrenle bütünleşmektir.” der. Mesela, kendi hayatında geceyi gündüz, gündüzü gece yapmak, vücudun dengelerini bozar. Gece insan dinlenmeli, gündüz de dünyaya yayılmalıdır.

            Kaçımız acaba bir gün dünyayı gerçekten terk edeceğimizi derinden düşünebiliyoruz? Uygarlık sitelerine baktığımızda bunun böyle olmadığını görüyoruz: Dünyaya kondurulan binalar, insanın dünyada adeta baki olduğunu haykırır gibi duruyor. Mimaride faniliğin testini yapmak zor değildir; kurulan şehirlerin binalarına bakınız, bunlar insana hiç de fanilik duygusu vermiyor. Bir insanın duygularıyla, yaşadığı ev veya şehir arasında bir çelişki varsa, orada insan mutsuzdur; çünkü orada ruh esareti yaşamaktadır.

            Şehirlerin mimarisine baktığımızda, devasa binalar bize fanilik duygusu mu veriyor, yoksa ebediyen bizim burada kalacağımızı mı telkin ediyor? “ Her sokak başını tutmuş bu devler” insana ürküntü veriyor, insanı kişiliğinden uzaklaştırıyor. İnsan ömrü ile taban tabana zıt binalar, insanın ruh dünyasında acaba ne gibi heyelanlar meydana getirmektedir? İnsana faniliği üflemeyen her şey insanın putudur ve insan bu putuna kulluk etmek zorundadır. İşte bu nedenle insan yorgundur; çünkü suyun akışının tersine doğru kürek çekmektedir.

            Bir şehir, bir mekân metafiziksel yağmurlar yağdırmıyorsa, siz orada esir konumundasınız; ruh heyelanlarınız kişisel ve toplumsal hayatınızı da olumsuz yönde etkilemektedir.

            İnsanın fıtratına en yakışan mimari, ahşap mimaridir; çünkü onun da fanilikten bir izi vardır. Şehirler kurulurken, insan ömrünü geçmeyecek mimari yapılar oluşturulsa, orada insanın ruhu kalıba dökülebilir ve insan fıtratıyla tanışabilir. Vatan, ruhunu kalıba dökebildiğin yerin adıdır.

            Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul mahallelerinin yirmi otuz senede bir çehre değiştire değiştire yaşadıklarını ve “geleceğe ait çok zengin ve iç açıcı bir proje olmak üzere birdenbire kaybolduklarını” söyledikten sonra şöyle devam eder: “ Dedelerimiz ahşap ev denen şeyi icat ettikleri gün bu imkânı bize hazırlamışlardır.” ( Sahnenin Dışındakiler) Müslüman şehrinde hayat, ebediyet formunda değil, fanilik huzuru içinde devem etmiştir.

            İstanbul’u ele alalım: Osmanlı döneminde mimari tarz genellikle ahşaptır. Bunun tek farklı tarafı ibadethanelerin taştan olmasıdır. İbadethaneler taştandır; çünkü onlar beka âleminin dünyadaki işaretleridir. İnsan ibadethaneye girdiğinde bir beka duygusu hissedebilir; ama kendi evine girerken faniliği hissedememesi, onun fıtratını bozar. Bir şehrin ölümü yoksa orada, insanın rahat yaşaması mümkün değildir. Ahşap evler zamanla yıkılır veya yanıp gider. İnsan da zaman içinde ölür. Mekân ve insan arasında bir uyum söz konusudur burada ve insan bu uyumun içinde mutludur. Duygularla duyular arasında bir çelişki varsa, bunun sonucu olumsuz davranışlara neden olur ve insanı ruhen vurur.

            Faniliğin yeryüzüne yayılmasında gelecek kuşaklar adına da faydalar vardır. Her nesil kendi mimarisini, kendi zamanına göre geliştirse, bu durum, zamanın ruhunu okumak anlamına da gelmez mi? Dünya bir köprü hükmündedir, köprüde öyle kalıcı eserler vücuda getirmek ne kadar insan fıtratına uygun düşer? Ama insan kendi fıtratından saptı mıydı en canavardan daha korkunç bir şekle bürünür. Allah birçok şehri, her şeyiyle birlikte yerin dibine batırmış, yok etmiştir. Sanat eseridir deyip onları atlamamıştır. Sanat, Sani’ (güzel) olanın yeryüzündeki tecellisidir; yoksa ilahlığa kalkışmanın bir aracı değildir. Mısır Piramitleri neyi simgeler? Krallar öldükten sonra da krallıkları devam etsin diye, bunca zavallı kölelerin kanı üzerine kurulmuş kral mezarlıklarıdır.

            İnsan aslında beka duygusuyla yaratılmış bir varlıktır. Ne var ki, o, bu beka duygusunu yanlış bir şekilde, bu dünyada tatmin etmek istiyor ve dünyasını buna göre şekillendiriyor. Oysa kısa zaman içinde kendisi yok olup faniliğe karışıyor. Bu çelişkili hayat onu yoruyor ve bu yorgunluğunu da farklı bir biçimde gidermeye çalışıyor. Gerçekten insan, fıtratına uygun davranmayarak müthiş bir yorgunluk sergiliyor. Kavga, fıtrat sapmasının adıdır ve fıtratından sapanların kavgası hiç eksik olmayacaktır. Şehirlerimiz, aynı zamanda fıtratımızın da aynalarıdır; orada kendimizi görebiliyor, ruhumuza ayna tutabiliyorsak huzurluyuz, göremiyorsak huzursuz.

               D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci

 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız