1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. PARİS; MERHABA ÖLÜLER!
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

PARİS; MERHABA ÖLÜLER!

A+A-

Fransa’da kaldığım yıllarda, dünya bir ateş gibi içime oturup canım sıkıldığı zamanlar, Paris’teki “Bobigny Müslüman Mezarlığı”na gider, adeta ölülere sığınırdım. Bana canlıların anlatamadıkları nice duygu, düşünce ve hakikatleri mezarlıktaki ölüler fısıldamışlardır. Ruhumu fokur fokur kaynatarak, zemheri soğuklarına karşı beni korumuşlardır. Bir mezar taşının üzerine otursam Yunus’un ateş gibi mısraları dilimden dökülüverirdi: “Başları ucunda hece taşları/Dökülmüştür kirpikleri kaşları/Ne söylerler, ne bir haber verirler.”

Mezarlarda yatanların toprakları aynı renkte görünse de, mezarların ötelerindeki durumları bir midir? Dirilerin de etleri, kemikleri birbirine benzer, ama iç dünyaları farklı farklıdır. Ölüm, benzerleri ayıran, ayrı olanları birleştirendir. Ölüm, kabukları eriten, örtüleri kaldırandır. Dünya kuruldu kurulalı içimizde dolaşmasına rağmen, kaç kişi onu ehilleştirebilmiştir?


Nice insanlar vardır ki saraylarda, köşklerde yaşarlar; ama içlerinde ölüm çadır kurmuştur. Niceleri de vardır ki, başlarını sokacak evleri, yatacak yatakları olmasa da gönüllerinde cennetler çağıldamaktadır. Mutluluk bir sırdır, o ancak sırdaşlara verilir. Şu kabristanda nice sırlar yatmaktadır. İşte Bobigny’de bir mezar taşı: “Afyonlu Halil. Vatan hasretinden öldü. 1945.” Bir başkası: “Osman Fuat Osmanoğlu. Trablusgarp kahramanı. Tarihsiz.” Ölüm, hem sırdır, hem sırları deşifre edendir, galiba.


Peygamber Efendimiz (sav) buyurmuşlar: “Bir kapıyı çalınca, sonunda o kapıdan dışarıya bir baş çıkar.” İçlerinde diriler var diye başvurduğumuz birçok kapıdan baykuş sesleri duyulmuştur da, virane bildiğimiz evlerin kapılarından güzel başlar görülmüştür.
“Harâbat ehlini hor görme zâkir/Viraneler içinde defineler var.”


Sen hiç sevgililer Sevgilisi’nin kapısını çaldın mı? O’nun kapısının önünde inci gibi gözyaşı döktün mü? Yoksa içinde bir denizin, denizinde inci mi bulunmuyor? Güneşin varsa denizin buharlaşır ve inciye ulaşırsın. Kimin gönlünde aşk parladı da o aşka O’ndan bir karşılık gelmedi? Gökyüzüyle yeryüzü birbirine “merhaba” demeseydi hayat mı olurdu? Nerde senin merhaban?


Paris’te merhabasız, selamsız kaldığım günler, bana selamını esirgemeyen yerlerden biri “Bobigny Müslüman Mezarlığı”ydı, oradaki ölülerdi. Bana Paris’te dirilerden çok ölüler hayat sundular desem, pek de abartmış olmam. Nice diriler gördüm ki orda, ölüm korkusu canlarına inmişti; onu unutmak için çığlık atıyorlar ve bu çığlığa da “eğlence” diyorlardı. Batı’da ölüm bile somut (konkre)tur. Bunun için oraya sır dolu ve sessizce değil, çığlıklarla iner, ölüm! İnsanlar bu çığlıklardan korkup ürktükleri için onu tiyatro binalarına, sinema salonlarına; yani sanat evlerine taşımışlardır. Bunun için Batı’da sanatın adı “çığlık”tır. Bu çığlığı en çarpıcı biçimde heykelde görmek mümkündür; çünkü heykel bir ölümsüzlük heyûlası, bir tanrılaşma çabasıdır. Paris’teki Louvre Müzesi’ni gezerseniz -duyabiliyorsanız eğer- bu çığlıklardan kulaklarınız sağır olabilir.


Bize ölüm sessiz gelir. Ya “âsûde bahar ülkesi”dir, ya da “düğün gecesi –şeb-i arus”. Bir “vav” gibi kıvrılır da gelir, bir “Elif” gibi uzar da gelir ve selamını bizden esirgemez, bir dost kimliğine bürünerek. Mezarlıklarımız bu derûnî sessizliğin mekânıdır.
Nerede görkemli mezarlıklar, şatafatlı kabirler varsa, oraya ölümün çığlıklarla indiğini düşünebilirsiniz: Firavunların canına piramitlerde indiği gibi. Nerede de “Başları ucunda hece taşları” görürseniz, oraya da ölüm bir sevgili muhabbetiyle inmiştir. Eyüp Sultan gibi, Karacaahmet gibi.

 İnsanın sırrı ağacın kökü gibidir; siz o ağacın meyvelerini yersiniz, ama kökünü (sırrını) bilemezsiniz. Ağacı ayakta tutan köküdür, insanı ayakta tutan sırrı. Şehirlerin sırları da mezarlıklarda saklıdır, kim bilir? Ya da diri iken cesedini mezar yapmış ruh erlerinin gönlünde? Acaba yeryüzü şehirlerini ayakta tutan, yerin altındaki ve üstündeki, “sır ehli” insanlar mıdır? Âdem (AS)’den beri dünyanın her yerine dağılarak “sır” olmuşlar da bunun için mi “hayat” adında meyveler vermişlerdir?


“Dost” insanların, “sır” insanların gönülleri her zaman mahzun ve kırıktır. Gülyağı şişesini kırmadan güzel kokular etrafa nasıl yayılsın? Onların gönülleri gül bahçesi gibi kokular diyarıdır. Nazarlardan taşan mana, Allah’ın kullarını hor görmemişse, bir gün öteleri gönlünde yurt edinmiş Allah erlerini görür ve o aynadan kendi ruhunun derinliklerine inersin.


Yabancı, senin ruhunun frekansıyla aynı frekansı taşımayan kişi veya kişilerdir; bu en yakınların bile olabilir. Dost ise, frekans birliği ettiğin insanlardır, en uzakta da olsa. Ebû Leheb’le Selman-ı  Farisi’yi düşünün. Diriler vardır yabancıdır, ölüler vardır dosttur. Dostlarınız nerede ise siz oraya koşar, orayı yurt edinirsiniz. “Vatan”ın oluşumunda yerin altındaki “dost”ların bunun için payı büyüktür.


Düşünmeye ne hacet? Her bilen bilir ki, coşanı bir coşturan vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız