ALLAH YOKMUŞ GİBİ YAŞAMANIN ADI ZİLLETTİR

D. Ali TAŞÇI

 

 

            Biz Müslümanların en büyük hatası –haşa- Allah yokmuş gibi bir hayat sürmemizdir. Bunu başkaları yapabilir; ama Müslümanların uygarlık adına böyle bir davranış sergilemeleri, affedilir bir suç değildir. Sanki dünya baki! Ebediyyen burada yaşayacakmışız gibi bir hayatın içinde olmaktan, böyle bir görüntü vermekten, Allah’a karşı utanmıyor muyuz? Zihin hicreti yaşamayan Müslümanların yeryüzünde kölelikten kurtulmaları nasıl mümkün olsun?

            Her namazdan sonra, tesbihatın başında okuduğumuz; ama çoğumuzun anlamını bilmediği, bilse de adeta alışkanlık haline getirdiği ve derununa inemediği “Ayet’el Kürsi”nin anlamını vermek istiyorum:

            “ ALLAH, O’ndan başka ilah yoktur; her zaman diridir, bütün varlıkların kendi kendine yeterli yegâne kaynağıdır. Ne uyuklama tutar O’nu, ne de uyku. Yeryüzünde ve göklerde ne varsa O’nundur. O’nun izni olmaksızın nezdinde şefaat edebilecek kimdir? O, insanların gözlerinin önünde olanı da, onlardan gizli tutulanı da bilir; oysa O dilemedikçe insanlar O’nun ilminden hiçbir şey edinemez, hiçbir şey kavrayamazlar. O’nun sonsuz kudreti ve egemenliği gökleri ve yeri kaplar ve onların korunup desteklenmesi O’na ağır gelmez. Gerçekten yüce ve büyük olan yalnızca O’dur.” ( Bakara; 255 )

            Orta-Doğu coğrafyasında ve ülkemizde, önemli şeyler oluyor. Belki bundan sonra, daha önceki oluşumların, yapıların izleri silinecek ve başka dünyalara evrilecektir. Yaklaşık her yüz yılda tarih, kanal değiştirerek ilerlemektedir. Bütün bunlar elbette acısız, gözyaşı akıtmadan gerçekleşmiyor. İbn Arabî; Musa gelecek diye erkek çocuklarını kesen Firavun’dan söz ederken; “ Allah, Firavun tarafından başları kesilen çocukların gücünü Musa’da toplayarak, Firavun’u yok etmiştir.” diyor.

            Suriye’den, zalimlerin baskısı sonucu göç eden ve bu göç esnasında denizlerde boğularak ölen, yollarda bin bir çileyle can veren mazlumların, özellikle çocukların intikamını Allah’ın almayacağını mı sanıyoruz? Bunun için kimi görevlendireceğini yakın zamanda göreceğiz; çünkü zulmün ateşi önce zalimleri yakar ve bu kısa zamanda gerçekleşir.

            Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu, geçenlerde Suudi Arabistan ziyareti esnasında umre de yapmıştı. Umre esnasında, başını Kâbe duvarına yaslayarak, gözyaşlarıyla, “ Allah’ım; doğru zamanda, doğru kararlar almayı bize nasip et!” diye dua etmesi, hem Türkiye Müslümanları adına, hem de dünya Müslümanları adına bir arınmadır, bir durduğu yeri bilmenin dile getirilişidir; “Ayet’el Kürsi”nin derununa vakıf olmaktır. Böyle duaların, Allah tarafından kabulü umulur.

            Dünyada ve inanç coğrafyamızda olup biten şeyler, aslında bizlerin kadim kimliğimizle tanışma sürecidir, desek pek de yanılmış olmayız. Yüz yıldır dünya hayatımıza Rabbimizi dâhil edemeyişimizin, Rabbimiz tarafından belki bir sitem tokatıdır. Böyle olunca bir kendine geliş de söz konusu olabilir ve olmalıdır.

            Her hicret, sonunda zaferle neticelenir ve yeni dünyalara açılır. Suriyelilerin hicreti, önümüzde, dünyaya neler katabileceğini gösterecektir. Temelde zulümle kurulmuş olan binaların çok uzun ömürlü olmaması bir tarihi kuraldır ve bundan da kaçınılması pek mümkün değildir. Osmanlı’nın dağılma sürecinde, Müslümanların başsız kalması esnasında kim veya kimler; şu veya bu devletlerden hangileri etken olmuşsa, işte meydan, onların yargılanma meydanı olacaktır. İçinizden “hıı” gibi anlamsız sesler çıkarıyorsanız, “Ayet’el Kürsi”yi bir kez daha okuyun ve derinlemesine anlayın, derim.

            Bize “ Şahdamarımızdan daha yakın olan Allah”ı düşünmeden yaşadığımız hayatın cehennemden ne farkı olabilir? Özel hayatımızda, aile hayatımızda, toplumsal hayatımızda ve devlet ve devletler arası hayatta, sanki –haşa- Allah yokmuş gibi davranıldığında, bunun nasıl bir getirisi ve götürüsü olduğunun meydanı tarih olduğu gibi, yarının tarihi olacak olan şu zamanın da konusudur.

            Şu ayete bakar mısınız, lütfen; evet, şimdi iniyor gibi:

            “ Sen, ölüm korkusuyla yurtlarını terk eden binlerce kişiyi görmedin mi? Ki bu durumda Allah onlara “Ölün!” diye seslenmiş ve sonra da onları hayata geri döndürmüştü. Unutmayın ki Allah, insanoğluna karşı lütfunda sınırsızdır, ancak insanların çoğu nankördür.” ( Bakara; 243 )

            İnsanların açık açık sınanacak oldukları, sınavlardan geçecek oldukları ve hakla batılın kesin ve keskin çizgilerle ayrılacak olduğu zaman dilimlerine gelmiş bulunmaktayız. Böyle zamanlarda şunların veya bunların kınamalarına kulak vermeden, “Rabbimiz Allah’tır.” diyerek hayata açılmak, hayatı yeniden okumak ve İNSAN olma onuruna erişmek hepimizin hedefi olmalıdır.

            Yaşanan olaylar, Çanakkale’den daha zorlu ve karmaşık olduğunu bize hissettiriyor. Ne var ki, Çanakkale’den sonra kocaman devletimizi kaybetmiştik; şimdi bulma ve kavuşma baharı olacaktır; Allah’ın izniyle.

            İnşallah gelecek günler, Müslümanların aydınlık bir şekilde kimlikleriyle buluştukları ve mutlu oldukları günler olacaktır.

                                D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci