AŞK

D. Ali TAŞÇI

 

            Aşk!..

            Varlığın nabzında atan sır…

 

            Sevgi olmasaydı, bir yaprak bile kımıldamaz, bir böcek hareket etmezdi yeryüzünde.

 

            Katiller bile sevginin kurbanı. Onların hangi kutsalına dokunulmuş ki, tetiğe parmak basabilmişlerdir? Hatta katiller, sevgi yoğunlaşmasının kurbanlarıdır:

 

            Eşiyle birlikte yürüyen birinin elinden eşini almaya kalkışın. Eş sevgisi veya toplumsal statüdeki yerinin sarsılma endişesi ( nefs sevgisi ), o kişiyi katil edecektir. Dolaylı sevgi boşalmasıdır bu.

 

            Allah, Âdem’i yarattı; Âdem’de de Havva’yı yarattı. Âdem’den Havva’nın çıkışı, aynı zamanda cennetten de çıkışı oldu.

 

            Havva’nın çıkışıyla, Âdem’de boşalan yer arzu ile doldu. Âdem, kendisine olan sevgisi nedeniyle kadını sevdi.

 

            Âdem aslında Havva’yı sevmekle kendini sevmiş oldu. Havva da Âdem’i sevmekle vatan hasreti giderdi. Havva, kendi aynasında Âdem’in güzelliğini yansıttığı için güzeldi. Âdem kendine âşıktı; kendini sevebilmesi için Havva’ya muhtaçtı.

 

            Havva, Âdem’in gurbeti; Âdem, Havva’nın vatanı oldu.

 

            Bütün aşklarda hasret ve vuslat bunun için önemlidir. Hasretsiz aşk olmaz, vuslatsız da varlık anlaşılamaz. Aşk, yok olmaktır; yokken var olmaktır. Bu çileye ancak insan dayanabilir; çünkü insan, “ Eşref-i mahlûkat”tır.

 

            Böylece erkek hep arayan, kadın ise aranan oldu. Bu yaradılış sırrı ters çevrilirse, her iki cins de varlık özelliğini kaybeder.

 

            İnsanın kırk altı kromozomu vardır. Kromozom, insanın yapı taşıdır.

 

            Erkekte yirmi üç x (dişi) ve yirmi üç y (erkek) kromozom mevcuttur.

 

            Kadında ise, kırk altı kromozomun tümü x (dişi)’tir.

 

            Fiziksel olarak bile erkeğin, kadını kendi içinde sakladığını göstermektedir bu durum.

 

            Bir kadını sevmek, onda var olmak; bu, kendinde var olmanın bir başka boyutudur.

 

            Allah, Havva’ya tecelli ettiği zaman, Âdem’in gözü kamaştı, kendinden geçti. Artık hiçbir cennet onu tutamazdı; çünkü kendindeki zıddı gördü, Varlık’ı temaşa eyledi. Zıtlar yaşanmadan varlık anlaşılamazdı.

 

            Aşk, zıtların bileşkesidir.

 

            Aşk, kendi içindeki bir başka “ben”in farkına varmanın hayretidir. “Bir ben vardır bende, benden içeru.” Sevgililer Sevgilisi, “ Hayretimi artır.” demiştir.

           

 

            Âdem, Havva’nın güzelliğinde kayboldu. Havva, Âdem’e ayna oldu, aynada Âdem kendini gördü. Züleyha’nın Yusuf’ta kendi vatanını görmesi gibi; çünkü Züleyha gurbete düşmüştü ve hiçbir mekân onu tatmin etmiyordu, ta Yusuf’u görene kadar.

 

            Güzel olan, Havva’daki Âdem’di. Âdem kendini seviyordu ve bu sevgisini açığa çıkarabilmek için Havva’ya muhtaçtı.

 

            Dünya, Âdem’deki Havva’nın mekân tuttuğu yerdi; bu nedenle aşk mekânıydı. Dünya, yeniden bulunmuş cennetti.

 

            Havva kaçtıkça Âdem gurbete düştü, kendine yabancılaştı ve bunun acısını çekti.

 

            Aşk, insanın kendini keşfetme sanatı. Hiçbir şey, kendini tanımaktan daha mest edici ve sevgili değildir.

 

            Acının en onulmazı, insanın kendine yabancılaşma sürecidir, çünkü burada insan, insan olmaktan çıkmakta, yani aşktan mahrum kalmaktadır.

 

            Havva, Âdem’den uzaklaşmakla, Âdem’deki arzuları coşturarak kendini aranır kılmak istemiştir. Bu nedenle kadın, “aranır” olmaktan uzaklaşınca ölür. Erkek de “arayan” özelliğini kaybedince yerlerde sürünür.

 

            Âdem arzulayan (arayan) odu, Havva arzulanan (aranan). Kadın gurbet oldu, erkek vatan. İkisi bir araya gelmeyince insanlık bayrağı yükselmedi aşk vatanında.

 

            Kadın, Hakk’ı arayışın nesnesi olursa, erkeği Allah’a ulaştırır. Kadın, arayışın öznesi olursa, erkeği kendinde boğar; çünkü çekim alanı çok güçlüdür.

 

            Bir yerde insana olan sevgi yer değiştirirse, oranın kıyameti kopmuş demektir; çünkü sevginin atomu (varlık sebebi) patlamıştır.

 

            Örneğin, insan yerine ev, araba, hayvan vb. sevilirse, (kalbe indirilirse) Âdem cennetten düşmekle kalmaz, ebediyen cenneti kaybeder. Oysa dünyada insan, yeniden bulunmuş cennettir.

 

            Cehennem, sevginin yanlış yere kanalize edilmesi sonucu, kendi içindeki cenneti boğanların, kendi içindeki Havva’yı göremeyecek kadar kör olanların, yine kendi elleriyle oluşturdukları ceza evidir. Cehennemde taşlar ve sevgisini kaybederek insanlıktan çıkan insanlar vardır.

 

            İçindeki Havva’sını aramayan, yitirdiği Âdem’i özlemeyen insanların karanlık kuyusudur, cehennem!

 

            “Âşıkların gözlerinden akan yaşı ab-ı hayat kıskanır.” diyor, Mevlâna. Çünkü o yaş, sevginin ve ebedi var oluşun izlerini taşır.

 

            Aşkın yolu, kendini bulma yoludur.

 

            Cennetten düşen Âdem, aşkın yoluna binerek tekrar cenneti bulmuştur; yani kendini.

 

            Aşk, Allah’ın, seni sende öldürerek kendisinde diriltmesidir!

 

            Bizi böylesine bir aşkla donatarak insan yaratan Allah’a şükür secdesi etmekte hâlâ tereddüt edecek miyiz?

 

         D.Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci