ATATÜRK İLKELERİNİ ANLAMAK

Şaban Ali YILDIZ

Atatürkçülüğü ve onun ilkelerini savunan ya da karşısında olan büyük çoğunluğun bu ilkeler hakkında sağlıklı ve bilimsel araştırmaları okumadan fikir beyan etmeleri üzücüdür. 
Bu konuda köşemizin elverdiği ölçüde çok kısa da olsa bazı bilgiler paylaşalım istedik. 

Öncelikle Cumhuriyet ilan edilmeden önce 1923 yılında ülkemizin genel bir panoramasına bakalım: Ülke nüfusu 23 milyon. Tarım, son derece ilkel aletlerle yapılabilmekte. Sanayi ise yok denecek kadar az. Kişi başına düşen milli gelir 5 lira. Sadece 1 üniversite var. 23 lise ve 72 ortaokul var. Liseye giden kız öğrenci sayısı 42. Ülkede okuma yazma oranı yüzde 7. Kadınlarda bu oran yüzde 1 bile değil. Ve tarihin gördüğü en büyük savaştan galip ama bitik bir hale gelmiş bir halk. Bunlar yetmiyormuş gibi Osmanlının Duyunu umumiye dedikleri 145 milyon TL borcunu üstlenen bir ülke.  Vee bu ülke 15 yılda 3 bin km demiryolu yaptı. Maden, tekstil, şeker fabrikaları kurdu. Tarım ve Sanayileşmeyi (bugünkü montaj sanayi gibi değil ) ön planda tuttu. Ve savaş uçağını ve denizaltısını yapar duruma geldi. 15 yılda 19 üniversite kuruldu ve bilimsel araştırmalar çok çok artırıldı. 1937 yılında Duyunu umumiye dahil toplam uzun vadeli dış borç 135 milyon TL. Ve Avrupa’da saygın, sözüne itibar edilir ve uluslararası sorunlarda arabuluculuğu kabul edilir tam bağımsız bir ülke. 

Peki, kısa zamandaki bu müthiş başarının sırrı ne? 
Kurtuluş savaşında Sovyetlerden onca yardım almasına rağmen onların etki alanına girmemeyi nasıl başardı? 
Batının çağdaşlığını görmesine rağmen onların etki alanına da girmeyen bir ülke. Bu başarının tek bir sırrı var. Hani günümüzde çoğumuzun adını bile hatırlamadığı ‘’Kuvayı milliye’’ ruhu ve tam bağımsızlık anlayışı. Bilimi ve akılcılığı ön plana alan bir yönetim şekli. Bunun yanında Atatürk, pragmatik ve müthiş ileriyi öngören bir liderdi. Gerek Batı Avrupa’nın ve de gerekse Sovyetlerin emperyalist yönlerini çok iyi sezmişti ve her iki tarafla da tam bağımsızlık ilkesinden asla ödün vermeden ilişkilerini sürdürmüştür. 
İçeride planlı karma ekonomiye geçilmiş ve ülke kaynakları tamamen ulusal yarar ilkesi göz önünde bulundurularak değerlendirilmiştir. Bütün bunlar yapılırken sosyal devlet anlayışı hep gözetilmiş ve gelir dağılımının mümkün olabildiğince adil olmasına gayret gösterilmiştir.

Dışarıya karşı tam bağımsızlık parolası ile hareket eden Türkiye, içeride de bir o kadar ulusal egemenliğe ve meclis iradesine sahip çıkmıştır. 
Atatürk devrimleri aklı ve bilimi esas alan çağdaşlık projeleridir ve bir eğitim ve aydınlanma seferberliğidir. Bu devrimler, asla dayatma biçiminde olmamış ve halkın geleneklerine ve yaşam biçimine zorla dikte edilmemiştir. Saltanatın ve hilafetin kaldırılması ve tüm devrim yasaları meclisin ezici çoğunluğunun kabul etmesi ile olmuştur. 
Uygulamada kamusal alan dışında kılık kıyafete dokunulmamıştır. Sarık ve şalvar giyenlere bir baskı uygulanmamıştır. Örneğin ezanın ve ibadetin Türkçeleştirilmesi projesi de zorlayarak yapılmış değildir. Nitekim o dönemde Arapça ezan ve ibadet de yapılmıştır. Ama yıllardır halkın dini inançlarını siyasi iktidarlarına ve ticari amaçlarına ulaşmada alet eden ve sömürenler, bu devrimleri hazmedemeyip halkı özellikle ‘’din elden gidiyor’’ palavrası ile kışkırtan ve devrimlere adeta savaş açanlara karşı da boş durulmamış ve onlara karşı gerekli müdahale yapılmıştır. 

Yani sonuç olarak uygulamada zaman zaman aşırıya kaçan örneklere rastlamakla birlikte devrimler yapılırken halka asla sistematik bir baskı ve zor kullanılmamıştır. Ama tabi birkaç olumsuz örneği genelleştirerek sanki devrimler tümden baskı ile gerçekleştirilmeye çalışılmış gibi yalanları ağızlarından düşürmeyen tarihçi kılıklı, saltanat ve hilafet özlemi ile yanıp tutuşan ve art niyetli şarlatanlar her zaman olmuş, halkı bir ölçüde etkilemeyi de başarmışlardır ne yazık ki!