AVUCUMUZDA SOMUN EKMEK

D. Ali TAŞÇI

            Böylesine yerli ve milli, aynı zamanda da yiğit ve cesur bir Cumhurbaşkanı’na sahip olmak, bir millet için kurtuluş vesilesidir, diye düşünüyorum. Sözünü eğip bükmeden, doğrunun tam ortasından ve gerçekleri çarpıtmadan, halkının anlayacağı bir dille ortaya koyuyor ve halkı da onu anlamakta gecikmiyor.

            Dolar hegemonyasına karşı, “Dolarınızı bozdurun ve Türk lirasına çevirin.” mesajı, halkı tarafından benimsendi ve Anadolu insanı döviz bürolarına koştu. Elli, yüz, beş yüz, bin… elindeki dolarları bozdurup “Reis”inin sözüne uydu. 15 Temmuz’da tanklara direnen bu halk, aynı şekilde dolar tankına karşı da öylesine direndi, direniyor. Ne var ki, büyük zenginlerin kılı kıpırdamıyor!

            1918’de bu milleti Anadolu’nun ortasına hapsedip, sonra da yok etmek isteyenlere karşı nasıl ki bu halk canıyla, malıyla direnip yurdunu koruduysa, bugün de yurdunu korumak için dimdik ayakta olduğunu dünyaya haykırıyor.

            Gelecek günlerin ülkemiz ve mazlum insanlar açısından çok daha iyi olacağına inanıyorum; çünkü zulüm arşa dayandı. Suriye’de çocuklar ölüyor, kadınlar ölüyor ve insanlık ölüyor; ama zalimler kadehlerini kaldırarak iğrenç bir şekilde gülüyorlar. Avrupa, dünyada sömürecek olduğu ülke bulamadığından, birliği çöküyor, çökecek.

            Bir doktor anlatıyor:

            “ Halep’te yağan bombalar altında enkaza dönüşen evlere gittim, belki bir canlıya rastlarım diye. Enkaz altında üç yaşlarındaki bir çocuğun iniltisini duydum ve onu enkaz altından alarak ameliyat etmek için hastaneye getirdim. Yaralıydı ve kanlar içerisindeydi. Sağ eli yumuktu ve hiç açmıyordu. Uğraştım, açamadım. Ameliyat için narkoz verdim ve onu uyuttum. Merakla sağ elini açtığımda, avucuyla sımsıkı sarıldığı şeyin bir ekmek parçası olduğunu gördüm, yavru açlıkla baş başaydı!”

            Yüz yıldan fazla bir zamandır, yumuk ellerimizle hayata direndik. Bir operatör bu yumuk elimizi açtı ve avucumuza somun ekmek koydu, kanımızı sildi; bizi ameliyat etti. Yakında ayağa kalkacağız inşallah.

            Yıllar yılı, “gelişmişliklerini” yaldızlayarak bize sundular ve biz de ağzımız açık onlara öykündük, onları rehber kabul ettik. Oysa bu yaldızlı süslemeler altında insanlığın, mazlumların kanı akıyordu, maalesef onu göremedik. Esasında halk onu göremezdi, halkı yönetenler bu durumu görüp halklarını aydınlatmaları gerekiyordu, bu olmadı, olamadı. Çünkü liderler de onlar gibi düşünüyordu, onları kutsuyordu. Böyle olunca da yüz yıl bu millet ve bu milletle beraber mazlum coğrafyalar uyutuldu ve ardından sömürüldü, kana bulandı. Bunca zulüm payidar olur muydu?

             Şu an yaşananlar, zulmün payidar olamayacağının işaretleridir. İbn Haldun, “Coğrafya kaderdir.” der. Yaşadığımız coğrafya, dünyanın merkezinde ve jeopolitik konuma sahip bir coğrafya. Bu da bizim önemli görevlerle yüklü olduğumuzu göstermektedir. Dünyadaki mazlum milletler de bizim ayağa kalkmamızı beklemektedir.

            Aslında söylenmek istenen asıl söz, anafikir henüz söylenmiş değil. Ne zaman bu anafikir tam olarak söylenirse, işte o zaman bu millet, içinden bir “hımm..” yapacak ve gerçeği öğrenecektir. Tarih, deniz gibidir; uzun zaman kendi içindeki leşi saklamaz, bir gün dışarı atar.

            Bu gerçek yoluna girdiğimizin baş işareti, toplum Lider’inin yerli ve milli duruşudur; sözün tam ortasından konuşmasıdır. Bu durum da millet tarafından anlaşılıyor, kabul ediliyor ve sevgiyle karşılık buluyor.

            Bugüne kadar gelen liderlerin birçoğu, adeta çayın içinde taş gibi durdular ve milletin dişini kırdılar veya acıttılar. Oysa lider, çayın içinde şeker gibi olmalıdır; hem dişi kırmaz, hem de çaya tat verir. Şimdi olan budur, lider, millet çayına tat veriyor, millet de kana kana bu çayı içiyor.

            Kan içenlere inat, çay içenler çoğaldıkça bu millet de ayağa kalkacak ve layık olduğu yeri alacaktır.

D. Ali TAŞCI (dalitasci@hotmail.com)

(dalitasci@gmail.com)

Twitter:@DAliTasci