BABA EVİMDEKİ DUYGULARIM

D. Ali TAŞÇI

 

            Doğu Karadeniz’in yeşillikleri arasında çocukluğumu arıyorum. Buldum mu? Zaman tüneline girmiş çocukluğu, bu tünelden kim çıkarabilmiş ki, ben çıkarabileyim ve çocukluğumu doyasıya öpeyim.

            Yeşilin doyumsuz albenisi, bin bir tonu ve insanın içini okşayan, ona canlılık katan görünüşüyle değişiveriyorsunuz birden. Doğanın müthiş bir sanat görünümü var. Sizin de sanattan birazıcık olsun anlama ve onu hissetme gücünüz varsa, etkileniyorsunuz.

            Sanat eseri, saf yaratış karşısında duyulan heyecanın sesle, kalemle, fırçayla vb. dışa vurumudur. Her sanat eseri insanı değiştirir; onunla temas etmeden önceki halinizle, onunla temasa geçtikten sonraki haliniz arasında büyük bir fark olduğunu görürsünüz. Bu, sanat eserinin gücüdür. Sanat eseri öncelikle duyguya hitap eder. Duygularınızı coşturur; sizi başka dünyalara, izahı güç sezgilere gebe bırakır.

            Çocukluğumun somut dünyasıyla bugünün soyut dünyasını kıyaslıyorum ve arada ben sıkışıp kalıyorum. Kocaman ağaçları kesip, ondan tekerlekler yaparak elde ettiğimiz arabalarımızın tadını, ben hiçbir otomobilde alamadım. Arabama ne zaman bir yakıt doldurmaya kalksam, ahşap arabamın hızlı gitmesi için, annemden gizlice, onun dolabından tereyağı çalıp heyecanla arabamın tekerlerine sürüşüm aklıma gelir ve annemi rahmetle anarım.

            Seksenli yıllarda, Doğu Karedeniz Bölgesinin köyleri boşalmaya başladı. Herkes daha iyi bir geçim için şehirlere koştu. Uzun yıllar köyler metruk kaldı. Arada bir köye gelenler, hüzünle köylerini terk ettiler; çünkü köy evlerinin eşikleri yosun bağlamıştı.

            Şimdilerde ise herkes tekrar köyüne dönüyor; fakat bu dönüş farklı bir dönüş. Eski evlerin hemen hepsi yıkılıp yerine yeni evler yapılıyor. Köylerde canhıraş bir yenilenme hareketi gözüküyor. Şehirdeki evlerden köylerde yapılan evler daha görkemli ve güzel görünümlü. Evet, herkes evine, baba vatanına daha zengin olarak dönüyor, ama yazlık ve tatil için.

            Köy evimin balkonunda oturup çevreyi süzdüğümde, çocukluğum zihnimden adeta dökülüveriyor ve ben onları hüzünle toplamaya çalışıyorum. İşte, çocukluk arkadaşlarımla misket oynadığımız yol. O arkadaşlarımdan bazıları dünyadan göçüp gitmiş; ama ben hâlâ onların oyun oynarken çıkardıkları sesleri duyuyorum.

            O sesler somut olarak dünyamda yankılanmıştı; fakat şimdi soyut bir duygu olarak karşıma çıkmış bulunuyor. Sanat, somut bir girişimle başlar ve yolun sonunda soyut alana ulaşır; çünkü sanat bir soyutlamadır.

            İşte mahallemizin en sevimli ve tonton amcasının, incir ağacından incir yürüttüğümüz bahçesinden görüntüler. O incir ağaçları şimdi yok, ama o amcanın bizlere yumuşak davranışı, bugün de rahmet sebebi oluyor. Gece boyu Karadeniz türküleri söylediğimiz çakma banklar da yok, fakat onların bizde bıraktığı sevda izleri hâlâ içimizi sızlatıyor!

            Sanatı içselleştirmiş, hele de şiiri duymuş bir insan kolay kolay zalim olamaz. Tabiat bir şiir gibi karşınızda dururken, onu anlayamamak bir insan için büyük bir kayıp. Bir bitkinin kökleri vasıtasıyla beslenişini, yapraklarının yeşil yeşil doğayı süsleyişini, çeşit çeşit meyvelerinin dallardan aşağı sarkarken, insana vermiş olduğu duyguyu hissedememek kayıpların en büyüğü olsa gerek. Ve bütün bunların insan için, yaratılanların gözbebeği olan insan için olduğunu düşündüğünüzde, içiniz kabarıyor, gözlerinizde yaşlar birikiyor; size bu güzellikleri sunan Yaratıcı’ya şükretmekten kendinizi alamıyorsunuz.

            Sonra evimin alt kısımlarına doğru baktım, dikenler her yanı sarmış! İnsan eli değmemişse orasını dikenler sarar elbet. Dikenlere hizmet etmeye gerek duyulmaz; çünkü onlar kendiliğinden de büyüyebilirler; ama güller öyle midir? Onları sulamadıkça ve dikenlerden korumadıkça büyümezler ve etrafa gülücükler, kokular saçamazlar. Her güzel insan gül gibidir; o, bir emeğin ürünüdür.

            “Adalet, gülü sulamaktır, dikeni değil.” der, Mevlâna. Demek ki, toplumda diken konumuna düşmüş bazı insanların, gülün selameti için, adalet adına yerlerinden sökülmeleri gerekiyor.

            Mescid-i Aksâ’nın etrafını dikenler sarmışsa, bu dikenleri Müslümanların yerinden sökmesi gerekmiyor mu?

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci