“BEN NESLİ” NEREYE KOŞUYOR?

D. Ali TAŞÇI

Dünya bir Ben Nesli doğurdu. Bu doğumu kutlamak mı gerek yoksa başımızı iki elimizin arasına alıp derin düşüncelere dalmak mı gerek, bilemiyorum. Uzun yılların evrensel eğitim’inin sonucunu bugün, özellikle gelişmiş ülkeler olmak üzere, bütün ülkeler bir biçimde yaşamaktadır. Bu nesil, evimizin içinden bir birey olduğu gibi, televizyondan sarkan post modern bireyler de olmaktadır; yani iç içeyiz.

                Başta ABD olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerde ve elbette bizde BEN üzerine monte edilmiş bir eğitim sisteminin imalatıyla karşı karşıyayız. Her çocuğun adeta Kafdağı’nı aşarak devleri öldürmeye odaklı bir eğitim sisteminin varacak olduğu nokta bundan başkası olabilir miydi? Aslında her çocukta olması gereken öz saygı köpürtülerek havaya salındı ve uçuruldu. Çocuklar ve gençler birer şövalye kılığında arenalara sürülerek kahramanlıklarını tescilleştirmeleri istendi.

                Onlara şunlar öğretildi ve öğütlendi:  Siz çok önemli birer kişiliksiniz. Kendinizi seviniz ve kendiniz olunuz. Öz güveninizi artırınız. Hiçbir şey imkânsız değildir, her istediğinize ulaşabilirsiniz. Yarışınız, hayat mücadeledir. Sahip olunuz. Okuldaki ve işteki veriminiz yetersiz mi? Kendinize inanınız. Yeni bir çift ayakkabı mı alsanız yoksa kulağınızı mı deldirseniz veya dövme mi yaptırsanız? Elbette ki her biçimde ve şart altında kendinizi ifade ediniz. Başka birini sevmeden önce kendinizi seviniz… Buları çoğaltabilirsiniz.

                Narsizm (Aşırı kibir ve kendini beğenme, kendine adeta tapınma duygusu.) patlama yaparak ve bu yanardağın püskürtüleri etrafa alevler saçarak yayılmaktadır. Sevgiye layık biriyim. Sevilmeyi hak ediyorum. Kazanan ol. Sen özelsin. Sahip olmalısın… sloganları gençlerin tüm duygularını kuşatmış bulunuyor. Aslında bu BEN duygusu bir yalnızlığın da habercisiydi. Kişi, ihtiyaçlarını karşılayacak birisini bulamadığından, kendisine güvenmeyi öğreniyordu. Bu güven duygusu ifrata vardığındaysa, adeta dünyayı sallayabileceğine inanıyor.

                ABD’de yapılan araştırmalar 1950’lerin başlarında 14-16 yaşlarındaki ergenlerin sadece % 12’si Ben önemli bir insanım fikrine katılırken, bu durum 1980’lerde % 80’lere ulaşmış. Bugün ise tavan yapmış durumda. Özel bir insan olduğumu düşünüyorum. Hayatımı istediğim gibi, istediğim yerde yaşarım. Bu beden bana aittir, istediğim gibi kullanırım. Dünyayı ben yönetseydim, daha iyi bir yer haline gelirdi… gibi cümleler, BEN NESLİ’nin patlayan duygularıdır. Fedakâr olmaktan ve diğerlerini düşünmekten hayli uzak olan bu nesil, Narsizm’in zirvelerinde dolaşmaktadır. Adı Kişisel gelişim olan programlar ve okul müfredatları da bu BEN’cilliği körüklemekten öteye geçememektedir.

                Gençlerin emeksiz zengin bir hayatı düşlemeleri, yüksek ücret, makam ve terfi bekler oluşları onların dünyalarında ön plana çıkmaktadır. Onları bu duygulara iten saik ise yabancı değildir. Haksız vurgunla servet sahibi olanlar, hak etmedikleri halde makamlara çöreklenenler onları olumsuz kuyulara düşürmektedir. Birçok araştırmalar, narsistlerin aşağılandıklarında ya da reddedildiklerinde etrafa saldırdıklarını ortaya koymuş bulunmaktadır. Narsist kişilerin, bir filmde tecavüz sahnesi izlerken daha çok zevk aldığı, eşlerine kaba kuvvet uygulayan veya onları öldüren küfürbaz kocaların, narsistliğin zirvelerinde bulunduğu, yapılan araştırmalarca doğrulanmaktadır.

                Çocukluğu ve gençliği BEN üzerine bina edilmiş biri, iş hayatına atılıp başarısız olunca veya hayal ettiği makam ve mevkilere, şöhrete ulaşamayınca, onu gerçek hayata bağlayan bütün ipler kopmaktadır. Her şey olabilirsin. Düşlerini izle. Sen çok özelsin. Sahip olabilirsin… gibi cümleler onun nefs dilinin bir parçası olmuşsa, başarısızlık, hayatın gerçek ve soğuk yüzü, yüzüne değince bunalımlara davetiye çıkarmaktadır. Nefsini ilah edinen bir varlık olarak kullar aramaya koyulmaktadır. Saldırı ya başkalarına dönüyor yahut kendine yönelip intihar ediyor ya da uyuşturucu denizinde sörf yapmaya kalkışıyor. Bunların nedeni ego yani BEN!

                Gençlerin hayallerini tanımaya çalışalım:

                Oyunculuk, spor (özellikle futbol), müzik, senaryo yazarlığı… ilk sıralarda yer almaktadır. Filmlere, dizilere bakıldığında hepsi başarıya endekslenmiş yapıtlardır; çünkü hayatın bir diğer gerçeği olan başarısızlık, hiç kimsenin reytingini alamamaktadır. Kapasitesi belli olan lastiği daha çok uzatırsanız, lastik kopar. Kopan lastik, onu elinden tutanın elini şişirir! Servetler devşirmeyen, şöhretsiz bir futbolcunun arkasından kimse gitmez. Komedi kuyusunda boğucu, derin kahkahalar duyulmayan dizilere kimse prim vermez. Benzersiz olanı hayal etmeye odaklanmış olan gençler, başarısızlıklarını asla af edemezler. Yenile yenile zaferi tatmanın zevkini bilmezler, çünkü yenilgiyi hayattan saymazlar. Bir gün mutlaka ünlü olacağım duygusu rüyalarında bile onları terk etmiyor. Eninde sonunda ünlü bir film yıldızı, taçlanmış bir sporcu veya malikânelere sahip bir zengin olacağını hayal ederek büyüyor. TV’ler bu tip ünlülerin adeta mabetleri konumunda. Gençler bu mabetlerde ibadet etmesin de ne yapsın? Statlardaki gooll zikrinden daha mı gürdür, camilerdeki yaşlıların Allah zikirleri? Gençler çabuk gelecek olan şöhrete karşı böcek yemeye razılar. Postmodern dünyada her şey dakikalık şöhrete ve şehvete teslim. Aynaya bakan gençler, dünyanın en ünlü dergilerine kapak olacak kadar kendilerini önemli ve özel görüyorlar.

                Amerikan ve Avrupa gençliği genelde evliliğe karşıdır; ne var ki düğün onların hayallerini süslemektedir. Evliliğin ilk adımı olduğu için değil, düğün organizasyonları bir günlüğüne prenses olmanın tek yolu ve gelin herkesin odak noktası olduğu için bu böyledir. Bu düğün hayali, kişilerin Oscar Töreni’ne benzetilmektedir.

                Cinsellik ise başlı başına bir derin kuyu. Yusuf olmadan oradan çıkabilenlere aşk olsun! Evlenmeden önce birçok kişiyle flört etmek, size en uygun kimin olduğunu bulmanıza yardımcı olacaktır. Hatta kişinin eşinden veya sevgilisinden ayrılması bile artık kendisine odaklandığını ve bu onun için başarılı bir davranış olduğunu göstermektedir. Bir sevgili bağımlılıktır. Siz kendinize odaklanırsanız sevgililerinizi çoğaltabilirsiniz. Başkaları sizi mutlu edemez, siz kendinizi mutlu etmeli ve kararlarınızı öz güveninize dayanarak almalısınız!... BEN öne çıkınca, hayatınızı paylaşacağınız kişi karşınıza çıktığında, buna uyum sağlamak zorlaşacaktır. Kendi ihtiyaçlarınızı öne aldığınızda, başkalarının ihtiyaçlarını dikkate almak bir işkence haline dönüşecektir. Bu neslin mensuplarının eşleriyle yaşadıkları kavgaların çoğu ben özelim temel düşüncesine dayanmaktadır. Kişi kendine odaklandığında, kendisini iyi hissetmek için gerekeni yapar; Roma’yı bile yakar; çünkü hayatta en önemli varlık kendisidir ve hayatı bir kere yaşayacaktır!

                Bugünkü gençliğin sayılamayacak kadar imkânları vardır ve hâlâ mutsuzdur! Eşsiz özgürlükler mi onu yalnızlaştırmıştır? Gençlik, dostluk ve paylaşım kavramını yeniden gözden geçirmelidir. BEN NESLİ sahip olma’nın değil, olma’nın peşine düşmeli ve hayatı, ölümü sorgulamalıdır. Fani olduğunu unutmamalıdır. Bu nesli kınamak şöyle dursun, ona sunulan yalan dünyaya, yalan eğitime baş kaldırdığı için de kutluyorum; ama bir yanlıştan başka bir yanlışa düşmemek şartıyla.

                BEN NESLİ yokluğu kabul edemiyor; fakat var olmanın boyutlarını düşünmeden, algılamadan atacak olduğu her adımda şeytan kılıklı yaratıklara yem ve oyuncak olmaktan kurtulamayacağını da bilmelidir. Yalnızlığını demlerken, ruhundan çıkan buharların gökyüzüne doğru, sonsuzluğa tırmandığını görmeli ve mutluluğun ab-ı hayatını kana kana içmelidir. Ona yakışan da budur.  

Demokrasi mi? İnsan ruhunda sonsuzluğa kapı aralayamayan hangi sistem, hangi rejim insanı anlayabilmiş ve mutlu edebilmiş ki?