BENİ ALLAH’A GÖTÜRMEYEN HİÇBİR ŞEY İLİM DEĞİLDİR

D. Ali TAŞÇI

 

Şu ayeti her okuduğum zaman derin düşüncelere dalar, uzanabildiğim kadar tarihin içinde gezinir, yaşadığım zamanı anlamaya çalışır, hatta geleceğe doğru hayallerimi germeye gayret ederim.

Ayet şu: ( Zuhruf Sûresi, 23) “Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın varlıklıları: “Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız.” derler.

Aynı sûrenin 31. Ayeti de şöyle diyor:

“ Ve dediler ki: Bu Kur’an iki şehirden bir büyük adama indirilse olmaz mıydı?”

Aslında bu iki ayet, tüm zamanların sosyolojik, ekonomik, siyasal, psikolojik, kültürel… Hayatının adeta bir şifresi, kod numarası gibi durmaktadır. Çok derinlemesine insan psikolojisini ve diğer yapıları irdelemekte, derin ipuçları vererek irfan ehlini uyarmaktadır.

Yerleşik, zengin (parasına sahip olduğunu sanan) insan tipi, değişimlere kapalıdır; çünkü her değişim, iyi veya kötü, bir yeniliğin habercisidir. Kurulu dünyanın egemeni olanlar, bu egemenliklerini elden çıkarmak istemezler. İlmiyle, irfanıyla değil, parasıyla ve gücüyle yükselenler ve topluma hâkim olanlar, bu hâkimiyetlerinden asla taviz vermek istemezler.( Hatırlayalım, “Komünizm gelecekse, onu da biz getiririz!” diyenleri. ) Nefs imparatorluğunun krallarının doğal yapısı budur ve bu durum, her dönemin en gözde yapısıdır. Her yeni, kendi gizemini içinde saklar ve ne yapacağı belli olmaz. Belirsizlik, rahat koltuklarında oturanları ürkütürken, sokakta kalmışlar için bir ümittir.

Evrenselliği özümsememiş, gerçek anlamda eğitilmemiş, yani ruhuyla hiç karşılaşmamış, fıtratının sesine kulak verememiş her insan statükocudur ve yeniliğe kapalıdır; ya da isyankârdır ve intikam hırsıyla doludur. İnsanların çoğunluğunun ölüme karşı korkulu bir şekilde duruşu bunu gösterir; çünkü ölüm, yeni ve gizemli bir dünyaya açılan kapıdır. Ölüm hep yeni durur gözümüzde, yeni ve değiştirici; statükoyu yerle bir edici. Eğitilmemiş insan sahiplendiklerini paylaşmak istemez, hele bu koltuk ve iktidarsa asla! Ölüm ise tüm sahip olunanları yok edici bir güce sahiptir. Uygarlıklar arasındaki çatışma bunun içindir; uygarlıklar da (medeniyet değil) ölümden kaçan insanların kanlı ayak izleri ve mağarasıdır; Nemrut’ta olduğu gibi.

Sosyal hayat için de bu böyledir:

Sosyal hayatta belirli bir statüyü elde edenler, “ne idüğü belirsiz, burnu sümüklü, göbeğini kaşıyanların” ortaya çıkıp varlıklarını göstermeleri, hele iktidara oynamaları ve yeni bir dünyadan söz etmeleri; nefs-i emmare imparatorlarını müthiş bir şekilde rahatsız eder.

Ekonomik olarak ele alırsak, 80’li yılların başlarını düşünelim:

Köyden şehre göç olgusunun başladığı bu yıllarda (daha öncesi de var), köylere yolun geldiği dönemlerde, köyünüzde ilk defa bakkal dükkânını açanlar kim veya kimlerdi? Hayır, zengin toprak sahipleri veya statüsü yüksek insanlar değil, köyün arazi noktasında en fakiri, statü olarak da düşük düzeyde olan birileriydi. Neden? Tuzu kuru olanların, sosyal ve ekonomik düzeyi yüksek olanların yeni bir oluşuma gitmeleri zordu da ondan. Oysa bakkalı açanların neredeyse hiçbir şeyleri yoktu ve fakat yeni bir statü arayışın kapılarını da bu hareketleriyle açıyorlardı; çünkü her insanın içinde bir padişah uyur.

Paranın yükselttiği insanların değil, ilmin, irfanın yücelttiği insanların hürmet gördüğü toplumlardır, medeni toplumlar.

Kaybedecek bir şeyleri olmayan insanlar hem yeniliğe açıktır, ama o kadar da tehlikelidir. Eğitilirlerse dünyayı abat ederler, eğitilmezlerse dünyayı ateşe verirler. Tarihe bir bakın, bu böyledir.

Batı’da krallık ve kilise zulümlerinin devam ettiği (Aydınlanma çağı denilen zaman) yıllarda soylular, arazi sahipleri ve ruhanilerin baskısına dayanamayan düşük statü mensupları, sosyal hayattan dışlanmış olanlar, tabiri yerindeyse, köprü altı çocukları, kurulu düzene direkt isyan edemeyince kendilerini okyanuslara atıyorlar ve ölenler öldükten sonra, büyük eziyetlerle Yeni Kıta’ya (Amerika) ulaşıyorlar. Eğitilmemiş ve öfke yüklü bu insanlar, Yeni Kıta’nın yerlilerini, sahip olmak adına öldürerek kendilerine yeni ve fakat kanlı bir dünya kuruyorlar. İşte bunun adı uygarlıktır. Yeniliktir, fakat insan fıtratına aykırıdır. Fıtrat dışı davranan insanlar bir araya gelirlerse ne olur? Sonunda hepsi birbirini yer!

Siyasal olarak ele aldığımız zaman da, insan fıtratını es geçen iktidarlar, hangi devrim ve devrimci hareketle başa geçerlerse geçsinler, iktidarlarını asla terk etmeye yanaşmazlar, statükocu ve muhafazakârdırlar. Ölümü düşlemedikleri için de çok zalimdirler, düzenlerine karşı eleştirilere tahammülleri yoktur.

Faniliği hayatının en önemli şifresi olarak algılamayanlar, dünyayı cennete çevirseler de, insan ruhunu yok saydıklarından insanları mutlu edemezler. Çünkü mutluluk, ruhun özgürlüğüdür ve zaman zaman parayla paralel gitse de paraya bağımlı bir yürüyüş değildir.

Çoğu zaman düşünmüşümdür, acaba diyorum, öğrenmeyi engelleyen şey aldığımız eğitim sistemi midir? Bana fıtratımı tanıtmayan, onun açılımını ve yönünü göstermeyen bir sistem hangi derdime dermen olabilir ki? Unutmayalım, dünyayı kana bulayanlar çobanlar değil, üniversite mezunlarıdır. Yunus ne güzel der: “ Okumaktan mâna ne, kişi Hakk’ı bilmektir.”

20. yüzyıl ağır sanayi yüzyılıydı. Şimdi mikro sanayi, nükleer sanayiye geçildi. Ağır sanayide statükoyu muhafaza edenler, mikro teknolojiye yenik düştüler. Adı sanı bilinmeyen kişiler dünya zengini olarak ortaya çıktılar. Fortune Dergisi 2007 yılında Steve Jobs’u (Apple Computer’in sahibi idi) en güçlü iş adamı olarak gösterdi. Amerikan anne ve Suriye asıllı bir babanın oğlu olan Jobs, yetimhanelerde büyüdü ve ve… yetenekleri törpülenmedi. Ne var ki, 56 yaşında ölen bu insan, ölmeden önce söylediği son sözle tarihe geçti: “ Mademki hayatın sonunda ölüm var, öyleyse sahip olduğumuz şeylerin hiçbir anlamı yoktur.”

Ayetle başladık, ayetle bitirelim.

“Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahman’ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık.

Ve onları ziynetlere boğardık. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret ise, Rabbinin katında, O’nun azabından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur.” (Zuhruf: 33,35)

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci