Bu sorunun cevabını huzurevindeki nine biliyor

D. Ali TAŞÇI

Bayram günü ziyaret maksadıyla gittiğim huzurevinin kapısını açtığımda, bir köşeye sinmiş yaşlı bir nine başını kaldırdı; büzülmüş gözlerini bana çevirerek kısık sesiyle:

                “Oğlum Ahmet, sen misin? Gelebildin mi? Ne iyi yaptın oğlum gelmekle, gel saçlarını okşayayım.” demez mi?

                Şaşırmıştım. Kendimi kısa zamanda toparladım ve : “Evet anne, benim; ziyaretine geldim!” deyiverdim aceleyle ve çekinerek yanına yaklaştım. Ellerini bana doğru uzattı, ben de ellerimi ona uzattım. Dermansız haliyle beni kendisine çekti  ve :

                “Oğlum, iyi ki geldin. Seni çok özledim, çok! Gelinim, torunlarım, Leyla’m gelmediler mi?” diye sorunca, ne diyeceğimi şaşırdım. Birden: “ Şey..  çok işleri vardı, çocukların da okulu işte anneciğim!” demekten kendimi alamadım. Bu bayram gününde gerçeği söyleyerek onu üzmek istemedim ve oğlu rolüne bürünerek mutlu olmasını istedim. Mutlu bir yüzle:

                “Olsun olsun, onlar da gelir. Sık sık gel oğlum, olur mu?”

                “Olur, anneciğim!” dedim ve ıslak gözlerini ellerimle silerek oradan usulca uzaklaştım, ıslak gözlerimle!

                Zavallı ninecik! Kim bilir kaç zamandan beridir oğlunu, gelinini, torunlarını beklemektedir hasretle ve yanan yürekle.

                Biz İslam Medeniyeti’ni kaybederek mi bu hallere düştük, yoksa büyüklerimize saygıyı, sevgiyi kaybettiğimizden mi medeniyetimizi yitirdik ve yetimler yetimi olduk? Sonunda olan oldu, sevgisiz, saygısız bir kuşağın elinde, odun oduna, taş taşa bakar gibi birbirimize öylece bakar olduk! Anlayışlar öldü, bakışlar dondu, yürekler mezarlığa dönüştü. Çok ölü var dostlar çok; sevemeyen, saygıyı yitirmiş yüreklerin mezarlıktan ne farkı vardır?

                Nurettin Topçu merhum: “Kişiyi eğitirken, önce hürmeti (saygıyı) öğretin.” der. Sevgi ve saygıyı hayat düsturu edinmemiş bir kişi atomu parçalasa, yıldızları yurt edinse kime ne faydası vardır? Dünyayı kana bulayanlar çobanlar mıdır, yoksa üniversite mezunları, doktor, prof. ünvanı taşıyanlar mı? Yunus ne güzel der:

                “Okumaktan mâna ne, kişi hakkı bilmektir.”

                Okullarımız açılacak, milyonlarca çocuğumuz cıvıl cıvıl sınıfları dolduracak. Onlar sınıfları doldururken, bizler acaba onların ruhlarını doldurabilecek ve doyurabilecek miyiz? Saygı, doymuş ruhun davranışıdır. Sevgi, tatmin olmuş ruhun pınar gibi çağıldamasıdır; ondan dost da içer, düşman da; kurt da içer kuş da. Ruhlarını aç bıraktığımız çocuklar saygısız davranıyorsa, sevgiden mahrumsa; huzur evine bir kedi gibi bıraktığı annesini bayramda bile hatırlamıyorsa bir evlat, başımızı iki avucumuzun arasına alarak düşünmek zorunda değil miyiz? Acaba biz nerede yanlış yaptık?

                Önümüzdeki ders yılından itibaren, seçmeli de olsa, Cumhuriyet tarihinde ilk defa okullarımıza Kur’an-ı Kerim (mealiyle birlikte) ve Siyer ( Peygamberimizin hayatı) dersleri konuyor. Bu toplum Müslüman’dır. Müslüman’ın iki ana kaynağı vardır; Kur’an ve Peygamber. Okullarımıza bu derslerin bugüne kadar konmaması kimin yararına olmuştur? Yarın huzur evinde yalnızlığa terk edilmeyeceğinin garantisini kaç kişi verebilir?   Çocuklarımızın iç dünyalarında sonsuzluğa açılan pencereleri “sekülerizm” denilen dünya mikrobuyla kapattık, onlar boğulurken, can çekişirken kimin derdiyle dertlenebilirler ki?

                Bir milletin çocuklarını dinden uzak tutarak eğitemezsiniz! Yapamadınız, yapmanız mümkün değildi zaten; olmadı, gördük, yaşıyoruz. Gönül dünyaları sonsuza açılmayan, ruh eğitimini almamış, saygı kavramını içselleştirmemiş insanlar ve bu insanların egemenliğindeki dünyadan insaf, merhamet, insanlık beklemek ehli insaf için ayıptır! İnsanlığın geldiği noktada demokrasiyi küçümsemeden ona bir soru sormamız gerekiyor: “ Demokrasinin Ahiret inancı nedir?” (Bu soruyu sorunca demokrasi sustu, mahcup bir edayla başını yere eğdi ve ellerini iki dizinin üzerine koyarak öylece kalakaldı!) Ben Müslüman’ım yahu, bu soruyu dağlara, taşlara; göklere, denizlere sormak zorundayım. Tünelin ucu kapalıysa ve dönüş de yoksa gidiş nereyedir? Oysa Müslüman ahrete, yani sonsuzluğa imanı olandır.

                Önümüzdeki ders yılından itibaren çocuklarımız Kur’an’larıyla, Peygamberleriyle tanışacak, hak, hukuk öğrenecek, saygı ve sevgiyle donanacak ve ruhları çağıldayacaktır. Bundan daha güzel ve gelecek adına sevindirici bir açılım olabilir mi? Yakınları huzur evlerine düştüğü zaman (!) hiç olmazsa onları ziyaret ederek gönüllerini hoş edecek ve kendisi de hüzün denen sihirli duyguyla tanışacaktır.

                Ruhu boşaltılmış ve makineye dönüşmüş insanın saygısı da sevgisi de olmaz ve böyle insanların iktidarında gökten adeta kan yağar.

                Altınla tenekeyi lehim yapmaya kalkışmışlardı; tutmadı, tutturamadılar. Çocukluğumuzda hortumu keser ve dikey olarak ağzımıza dayayarak diğer ucuna pingpong topu koyarak üfler ve topu havalandırırdık. Ne var ki nefesimiz kadar top havada kalır, sonra yere düşerdi. Her şeyin bir limiti var, nefesler tükendi ve top yere düştü. Bundan sonra havalanacak olana dikkat etmek gerekir!