Son haftalarda hutbeler üzerinden yaşanan tartışmalar, aslında çok önemli bir hakikati yeniden hatırlattı: Camiler, sadece namaz kılınan yerler değildir; İslâm medeniyetinin kalbidir. Hutbeden yükselen birkaç cümle bile toplumun gündemini belirliyorsa, düşünün ki caminin mihrabı, minberi, kürsüsü asli fonksiyonuyla işlerlik kazansa, neler değişmez ki?
Ne yazık ki bugün ülkemizde camiler hak ettiği değeri göremiyor. İnşa ve idaresinde çoğu zaman plansızlık hâkim. Bir cami yapılırken o mahallenin ihtiyaçları, sosyolojik ve psikolojik yapısı hesaba katılmıyor. Çoğu kez şahısların imkânına ve keyfine bırakılıyor. Bu yüzden camiler, tarih boyunca üstlendikleri büyük medeniyet rolünü yerine getiremiyor.
Daha inşaat bitmeden alt katların dükkânlara, depolara çevrilmesi, caminin ruhuna aykırı bir durumdur. Allah’ın evi ticarethane değildir. Camiler hiçbir siyasî veya cemaat yapısının da merkezi olmamalıdır. Çünkü cami ümmetindir, herkesindir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) buyuruyor: “Kim Allah için bir mescid inşa ederse, Allah da ona cennette bir köşk inşa eder.” Bu müjdeye nail olmak isteyenlerin ihlâsı tam olmalı; yaptıkları hizmeti Allah’a satmalıdır. Aksi halde camiye yapılan yatırım, sadece dünyada kalır.
Şunu unutmayalım: Camilerde hükmetmek için değil, hizmet etmek için bulunulur. Camiye hadim olan kazanır; hâkim olmaya kalkan ise kaybeder.
Camiler, sadece namaz kılınan mekânlar değil; toplumun huzurunun, vahdetinin, irfanının yuvasıdır. Eğer biz camilerimizi asli kimliğiyle ihya edersek, emin olun ki sadece şehirlerimiz değil, kalplerimiz de yeniden mamur olacaktır