DEFİNEYE MÂLİK VİRÂNELER VE AKIP GİDEN GEMİLER

D. Ali TAŞÇI

 

            Önceki gün (18 Nisan Salı) ikindi vakti Boğaz vapuruna binerek Üsküdar’dan Eminönü’ne doğru geçiyorum. Oradan da Yazarlar Birliği İstanbul şubesinin iftar programına katılmak üzere Cağaloğlu’na çıkacağım. (Mahmut Bey’in şahsında Yazarlar Birliği’ne, leziz yemekleri için Mekki Bey’e, kusursuz hizmetinden dolayı Ammar’a ve dost yüzlü katılımcı sanatçı- yazar arkadaşlara çok teşekkür ediyorum.)

            Eskilerin “april beşi” dedikleri gün nisanın on sekizine denk geliyor ve hava da bu güne göre kendini ayarlamış; hem yağmurlu, hem de soğuk. Vapurun içi yarım dolu. Herkes kendi âlemine gömülmüş.

            Ben cam kenarına oturmuş, değişik düşüncelere dalarak denizi, dolayısıyla boğazı seyrediyorum. Karşımda da yaşı altmış beş yetmişi gösteren, üstü başı pek de iyi olmayan bir insan oturuyor. Önce karşında, yanında kimlerin oturduğunun farkında olamıyor insan; ben de yanımda, yöremde kimlerin oturduğunun farkında değilim, ama bu insan, oturur oturmaz, her nedense, dikkatimi çekiyor.

            Vapur kalkıyor, hayli yol aldıktan sonra karşımda oturan, saçları azıcık kırlaşmış, kısacık sakalları olan adamın elleriyle gözünü sildiğinin farkına varıyorum. Daha dikkatlice ona bakınca gözlerinden boncuk gibi yaşlar aktığını görüyorum. Adam, evet, denize bakıyor ve ağlıyor! Kararsız kaldım; acaba niçin ağladığını sorsam mı, derdi nedir, yoksa bir depremzede midir; yakınlarını kaybetmiş ve şimdi duygulanmış da ağlıyor!.. Tereddütler içindeyim.

            Dayanamadım ve ona doğru eğilerek kısık sesle seslendim:

            “Hayrola beyefendi; bir derdiniz, bir sıkıntınız mı var? Sizi ağlatan nedir?”

            Birden yine elleriyle gözlerini sildi ve usulca bana cevap verdi:

            “Rabbimi hatırladım, O’nun ayetlerini düşündüm. Siz görmüyor musunuz, O’nun ayetleri her an ve her zamanda yaşanıyor, şimdi bile. Bu ayetlere bakıp bakıp coşmaz mı insan?”

            Şaşırmıştım! Elbette öyledir de acaba şimdi ne görüyor, neleri yaşıyordu?

            “Hayırdır?” dedim.

            Denizde dalgaları yara yara giden devasa gemiyi göstererek:

            “Gemiyi görüyor musun? Denizi yara yara yol alıyor. Onun bu gidişi size bir şey hatırlatmıyor mu?” deyince, ben biraz bir şeyler anlar gibi oldum, ama ona tekrar sordum:

            “Neyi hatırlatıyor size, geminin o gidişi?” dedim.

            Besmeleyi çekti ve ayeti okudu, ardından da mealini verdi:

            “Rabbimiz Nahl Suresi’nin 14. Ayetinde şöyle buyuruyor:

            “Denizi sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O’nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.”

            “Karşında bir ayet süzülüp giderken insan, Müslüman duygulanmaz mı? Ben de duygulandım ve gözümden akan yaşlara mani olamadım.” deyince, derinden bir nefes aldım ve içimden, beni bu güzel insanla karşılaştırdığı için Rabbime şükrettim.

            Hayatın her safhası birer ayetten oluşmuş. Göz, ayetleri pek göremez, kalp gözüyle, ferasetle bakmak lazım, ayetleri görmek için. Vapurdaki nice insanlar denizi yara yara giden o gemiyi görmüşlerdir. Bazıları devasa gemiyi çocuklarına da göstererek hayretlerini belirtmişlerdir. Fakat, bilgileri ve irfanları yeterli olsaydı, Allah’ın bu yaşanan ayetini çocuklarına anlatabilselerdi, o çocuklar, fırsat eğitiminin altın kuralını kulaklarına küpe edecekler ve hayatları boyunca ayetlerle dost olarak yaşayacaklardı. Eğitim, hayattaki ayetlerle çocukları tanıştırma ve onları bu ayetlerle bütünleştirme sürecidir, öyle olmalıdır.

            “Harabat ehlini hor görme zâkir, defineye mâlik virâneler var.”

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci