DİNDAR HACI DİNİ KEMİRİYOR

D. Ali TAŞÇI

 

 

            “ Mütedeyyin” işadamı övünüyor: “ Şurada şunu yaptım, burada şu hizmeti yürüttüm, şu kadar insana iş sağladım…” diye. Övünürken bir görmeliydiniz onu, bir tevazu, bir tevazuya bürünüyor ki, karşısındakinin yerleri öpmesi gerekiyor adeta, bu asil davranış karşısında.  “Aman efendim, siz ne işler becermiş kahramansınız!” demezseniz, insanlıktan bir güzel hasleti yok etmiş hissine kapılıyorsunuz.

 

            Vah zavallı! Bilmiyor ki, göstermiş olduğu “tevazu” kibrin en tepe noktası. Gazali, “Tevazuun en zirvesinde gizli bir kibir yatar.” derken ne kadar haklıdır.

 

            Türkiye ve hatta dünya dönüşüyor. Önümüzde, çok ilginç olaylar gelişebilir. Asırlar, bir güne, hatta bir saate sığabilir. Büyük kırılmalar, heyelanlar her an kapımızın önünde zuhur edebilir. Bütün bunlara dayanabilecek anlayış, feraset, izan, sabır, bilgi, irfan, kültür ve medeniyet bilincimiz ne düzeydedir?

 

            Kibrini rozet edinmiş işadamı, bilimi, zulme peşkeş çeken bilim adamı, sanatı şehvetine kurban etmiş sanatkâr, halkına ilahlığa soyunmuş politikacı, dini, iğrenç bir meta haline getirmiş din adamı ve mesleğin her dalında “ dünya” denilen büyük aldanışın meccanen köleliğini yapmaya hazır yığınlarla geleceğin dünyasını nasıl kuracağımızı düşündünüz mü hiç?

 

             “Mütedeyyin işadamı”mız mutlu; çünkü çakıl, tuğla, çimento işlerinde başarılı. Zinhar ona evini, ailesini ve hele de çocuklarını sormayın. Küplere biner ve anlatır da anlatır: “ Ben ha, ben! Ben onlara köle oldum yahu. Yatmadım, uyumadım yirmi dört saat çalıştım, kazandım ve onların kuşsütünü bile eksik etmedim önlerinden. Ne ihtiyaçları varsa karşıladım; evse ev, arabaysa çifter çifter. Tatil desen, Türkiye’nin ve dünyanın en gözde yerlerine gönderdim onları. Gel gör ki yine de benden memnun değiller!” Memnun olmayan kim? Ailesi, yani eşi ve çocuklarıdır.

 

            Ey hacı filan! Kendine gel hele. Sen evine her şeyi aldığını zannediyorsun; ama evinde sen yoksun. Evin, baba şefkatinden, koca sevgisinden ve dayanağından yoksun. Evi ev yapan ruh eksik evinde de sen bunun farkında değilsin. Onlarca, yüzlerce öğrenciye burs verdiğini övünerek söylüyorsun da evlatlarına gönül bursu veremediğini ne yazık ki bilmiyorsun. Sen elalemin hanımlarına kibar, nazik, müşfik, sevecen, mütebessim yaklaşıyor, konuşuyorsun da; arada bir geldiğin evinde eşine kaba, sert, otoriter, abuk surat davranmayı güya “terbiye” zanneden bir zavallısın. Sen dünyayı kurtarmaya kalkışmışsın; güçlüysen ve de irfan sahibi isen evini kurtar da görelim. Zor değil mi evinle uğraşmak, çocuklarınla ilgilenmek? Çünkü kimse sana “ aferin” demiyor, sen de heyecanlanmıyorsun.

 

             Hacı efendi, aslında hiçbir şey falan yaptığın yok, sen kendinden kaçıyorsun. Mutsuzluğunun farkındasın; ne yazık ki, bu durumunu izah edecek ne kültürel donanımın, ne bilgi birikimin var. Sen aslında bir “sonradan görme”sin. Parayla her şeyin satın alınabileceğini sanan ahmaksın. Haydi, asaletli duruşu, dengeli olmayı, doğal davranabilmeyi satın al da görelim. Çünkü bunlar medeniyet ürünleri. Bu ürünlerse, birkaç asırda iyi bahçe buldukları takdirde yeşerebilen nadide çiçekler. Köylü evinde cins arap atına rastlanmaz ki!

           

              Vurgunu kahramanlık, rüşveti kurnazlık ( şeytanlık ), aldatmayı zekilik, dedikoduyu gıda, nefsini ilahlaştırmayı meslek edinmiş bir dünyada sen öyle olmuşsun, çok mu?

 

            Allahu Teâlâ’nın yalnızca cenneti yok, O’nun bir de cehennemi vardır. Hak edeni ödüllendirmek, hak etmeyeni de cezalandırmak ilahi yasa gereğidir.

 

             Müslümanlar dünyada zenginliğin zirvesinde ve nüfus olarak da en çok oldukları dönemi yaşamaktadırlar; ne var ki zilletin de en çukuruna düşmüşlerdir. Peygamberi mucizenin işaretiyle bu durum, sel sularının üzerinde sürüklenen çer-çöp gibi güçsüz, başsız ve rotasızlığın getirmiş olduğu bir hiçliktir. Ey “ mütedeyyin hacı” sen işte sel sularının üzerinde sürüklenip giden çöp gibisin. Birçok “Müslüman zenginler” böyle durdukları içindir ki, barolar çıkıp alenen dinimizle adeta “savaş” ilan edebiliyorlar! O barolarda bulunup o bildiriye imza atan avukatların birçoğu, belki de “mütedeyyin hacı”nın evinde büyümüş çocuklardır.

 

             Pınarlar nerede? Pınarlara, temiz su gözelerine muhtacız. Çok değil, öz olmak, görkemli değil, sade ama kararlı ve medeni duruşlar sergilemek zorunda ve durumundayız. Bunun için de anlayışımızı, düşünce ve duygularımızı yeni baştan gözden geçirmeliyiz. Şu an bize öğretilen ve dayatılanların “kıyamet ıslığı” olduğunun bilincinde olarak, Rabbimize hesap verecek olduğumuz günün hiç olmazsa rüyasını görmeliyiz. Nice rüyalar vardır, hakikatten bir ışıktır, nice hayatlar vardır, rüya bile değildir.

 

D.Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci