“DİNÎ EĞİTİM” KAVRAMI DOĞRU MUDUR?

D. Ali TAŞÇI

 

            Okullar tatile girdi. Hayatı da tatil mi edelim? Asıl zorluk şimdi başlıyor. Kimi ailelerde, eşler çalıştıklarından, tatil onlar için pek hoş bir şey olmuyor. Bu nedenle yaz arayışları sürecektir; çocuklarını yaz okullarına vereceklerdir. Kimi aileler çocuklarını sokağa salacaklar, kimileri de yavrularına “dini eğitim” verebilmek için onları Kur’an kurslarına göndereceklerdir.

           

Aslında eğitim bir bütündür, öyle olmalıdır. Eğitim, eğitim ise, onun yazı kışı yoktur. Eğitim, yine eğitim ise, onun “dini-dünyevi” diye ikiye ayrılan bir yapısı yoktur ve olamaz.

      

Bir tohumu toprağa atarsınız… Ortada bir tohum vardır, tohumla birlikte toprak ve toprakta türlü türlü mineraller... Susuz hayat olmaz, su imdada yetişir. Hava zaten her anı ve yanı kuşatır. Güneş ışığı cana can katar. Bir tohumun ağaca durup meyve verebilmesi için nelerin harekete geçmesi gerekiyor değil mi? Toprak, su, hava, ateş. Bunların hiçbiri arasında kavga yoktur, her biri kendine düşen görevi eksiksizce yerine getirmektedir. Öyle olmazsa zaten tohum ağaç olmaz. Biz de bu ağaca “toprak ağacı, su ağacı, hava ağacı, ateş ağacı” demiyor, sadece “ağaç” diyoruz. İnsana ne diyeceğiz? İnsanı yaradılış bütünlüğünden koparabilir miyiz? İnsan bir bütündür ve sadece Allah’ın kuludur. Eğitim, insanın Allah’a giden yolunu açmaktır ve ondan sonrası da o insana aittir.

      

Bir çocuk ve ortada onu kuşatan üç unsur vardır: Aile, okul ve çevre. Bu üç unsur arasında dayanışma ve anlayış birliği varsa, yetişecek olan çocuk sağlıklı bir ortamı paylaşır. Ama bu üç unsur arasında bir çelişki veya çatışma varsa, işte orada eğitim, her şeye rağmen, gerçekleşemez, çünkü orada fıtrat tohumu çatlamaz. Bu üç unsuru büyüten ana toprağa da “medeniyet” diyoruz. Bu üç unsur kendi medeniyet toprağının dışında gelişemez veya cılız kalır. Türk eğitim sisteminin en büyük çıkmazı işte burasıdır; kendi medeniyet kulvarında yürüyememesi.

 

Fıtrat; doğuştanlık, yaradılış özü; hatta insanın atomu diyebiliriz ona. O anlaşılmadan ve geliştirilmeden eğitim/terbiye amacına ulaşamaz; çünkü eğitim, fıtratın gelişim sürecidir. Fıtrat bir bahçe bulamazsa kendisine, orada boy atamaz. Onun bahçesi, bağlı bulunduğu medeniyettir.

      

Bakıyoruz, yaz gelince birçok aileleri büyük bir telaş kaplıyor, haklı olarak. “ Çocuğuma din eğitimini nasıl verebilirim?” endişesi bir telaşı da beraberinde getirir. Gerçekten “ Din eğitimi” diye bir eğitim var mıdır?  Tohumun ağaç olma serüveninde toprak, su, hava, ateş (güneş) bir araya geldiler ve kendi üzerlerine düşen görevi yaparak tohumun ağaç olmasını sağladılar. Bu dört unsur “Toprak eğitimi, hava, su, güneş eğitimi” diye bir ayırıma gittiler mi? Gitselerdi, tohum ağaç olabilir miydi?

       

“Dini eğitim” tabiri yanlıştır ve tehlikeli bir tanımlamadır. Sanki başka da bir eğitim / terbiye sistemi varmış gibi! Müminin anlayışında hayat dindir, din hayattır. Bir elma düşünelim… Önce elmanın kendisi vardır; tadı, kokusu vardır. Elmayı yiyerek onu yok edemiyoruz; kana karışan kısmı vardır, dışkı olan kısmı vardır. Kan olan elma biraz sonra hücreye bürünüyor ve vücudu ayakta tutuyor. Sonra fikir oluyor, davranış oluyor; ses oluyor, söz, bakış oluyor. Yani elma, sen oluyorsun! Ama sen şimdi elma değilsin. Bütün bunlar, tohumu yetiştirenlerin (eğitim) aralarındaki işbirliğinden olmuştur.

       

Eğitim bir bütündür, onun dünyevisi-uhrevisi olmaz. İnsan bazen düşünür, çözüm üretir, bazen de hisseder, ağlar veya güler. Fakat insan aynı insandır. İnsan ağlamasıyla, gülmesiyle, düşünmesi ve hissetmesiyle bir bütündür. Elmanın tadının nerede olduğunu gösterebilir misiniz? İnsan ancak bütün özellikleriyle anlaşılır ve tanınır. Bunun dışında insanı yanlış tanır ve algılarsınız.

      

Eğitim, fıtrat tohumunu hayata hazırlamaktır. Bu tohum (insan) hayata hazır hale gelmişse, onun ticareti, cinsel hayatı, gezip tozması yani hayat algısının tümü bu eğitimin içindedir. Tadı nasıl elmadan ayıramıyorsak, insanın kodunu, yani fıtratını, yaradılış özünü ondan nasıl ayıracaksınız? Böyle bir güç var mıdır? O zaman bu çatışmadan kim zararlı çıkacaktır? Bu iç çatışma çözülmeden insan eğitilmez. Bu iç çatışmanın formüllerini bilmeyenlerden de muallim/ öğretmen olmaz.

      

Ne demektir “din eğitimi?”  “Allah, camide söz sahibi, ama başka yerde değil” mi demektir? “Allah, namaza karışır; ama ticarete, cinsel hayata, sosyal hayata, siyasi hayata… yani yaşamın dünyaya dönük yüzüne karışmaz” mı demektir? Bu ne biçim ilahtır ki, her şeye gücü yetmez?! Çocuklarımıza sağlam bir akide verilmeden onların terbiye olabilmeleri asla mümkün değildir.

     

Eğitimse eğitimdir. Değilse, ne ise odur. Eğitilmiş insan, yaratılış gerçeğini kavramış, fıtratıyla tanışmış insandır. Bu gerçek anlaşılmadıkça daha havanda çok su döveceğiz demektir. “ Okumaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir.”

      

Bunu böyle tesbit ettikten sonra biz şimdi bu yaza dönelim:

      

Çocuklarımıza mutlaka onların fıtrat kitabı olan Kur’an’ ı öğretelim. Anne ve babalar, çocuklarının gündüz yüzünden okudukları Kur’an ayetlerini, akşam Türkçe meallerini onlara okutarak Kur’an’ın diliyle yavrularını tanıştırsınlar, hayata yansıtsınlar. Yaşanmayan ayetler, insan nazarında ölü ayetlerdir. Hayatımızda bütün ayetleri dirilterek ve onlarla kuşanarak, tıpkı toprak, su, hava, ateş gibi yaşarsak, işte o zaman mutluluğun kapısını çalmış oluruz. Yarın Rabbimizin huzuruna gittiğimizde yüzümüz kızarmaz. Bu meyanda, onlara mutlaka ahiret bilinci, ölüm sonrası hayat anlatılmalı ve hayattan örneklerle (yaz- kış) bu inançları pekiştirilmelidir. Ve Peygamberimiz (AS) canlı bir şekilde tanıtılmalı, O’nun sevgisi onlara aşılanmalı, rol model olarak O’nu benimsetmelidir.

       

Çocuklarımız özellikle Kur’an kursuna giderken onlara çok hoşgörülü davranalım, onları ödüllendirelim. Onlarla çok yakından ilgilenerek, bu konuya ne kadar önem verdiğimizi onlara hissettirelim.

       

Kur’an okumayı söktüklerinde “Kur’an okuma bayramı” düzenleyelim. Konu komşuyu davet ederek evimizde yemek verelim, Kur’an okutalım ve bu töreni de mutlaka kamerayla kaydedelim. Çocukluk zihninde Kur’an tohumu çatlayan bir insanın ileride tatlı meyveye durmaması için hiçbir neden yoktur.

      

Çocukların rabbi (terbiyecisi) anne ve babalarıdır. Çocuk, anne-babasını dinindendir. Çocuğun dini de evdeki yaşayıştır, anlayıştır. Fakat sokağın sıcaklığı, evin sıcaklığından daha yüksekse, çocuğu evde tutmak zorlaşır.

      

Dinini bilinçli yaşayanlar onurlu olmak zorundadır. Basit dünyevi çıkarlar uğruna çocuklarına kötü örnek olmamalıdırlar. Çocuklarımıza çok şey öğretmek değildir amaç. Onlara kendilerini tanıtmak hedefimiz olmalıdır. “Sen şöyle yap” değil, “ Ben böyle yapıyorum.” örneği ile karşılarına çıkılmalıdır. Kuzuya süt içirilir, mısır taneleri verilmez, boğarsınız. Çocuklarımız kuzularımızdır, daha anlayışlı olalım.

       

Bu yaz çocuklarımıza kendilerini tanıtıcı bir çaba içinde olalım; ama kışların da yazların da onları büyüten mevsimler olduğunu unutmadan.

       

Eğitim, ruh madenini bir kuyumcu gibi işleme sanatıdır. Terbiye, Rabbin insandaki tecellisidir. Sarraf olmayana çocuğunuzu zinhar teslim etmeyin.

 

              D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci

           

NOT: Müslümanca duruş ve duyuşu olan tüm yeryüzü müminlerinin Ramazanlarını tebrik ediyor, Rabbimden mağfiret diliyorum.