DOĞURMAMIŞ RUHUN IZDIRABI BİTMEZ

D. Ali TAŞÇI

 

 

"Tanrı varsa insan özgür değildir!" Bu kalıplaşmış söz, varoluş (Exitansialisme) felsefesinin temel görüşüdür.


17. yüzyıldan itibaren Avrupa, teknolojik gelişmeyle birlikte "sanayi devrimi"ni gerçekleştirdi. O zamana kadar köyünde çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşıp, dar bir çevre ve insandan haberdar olan köylüler, kurulan fabrikalar sayesinde şehirli oldular, yeni şehirler kurdular ve daha kalabalık ve fakat daha yalnız bir hayat yaşamaya başladılar. Şehre inen bu insanlara Hıristiyanlık dini, yapısı gereği, pek bir şey veremez olunca, bir anda insanlar adeta ruhlarından boşaldılar.


Manevî boşluklar yeni "izm"ler doğurdu, yeni anlayışlar geliştirdi. Felsefî, sosyal ve psikolojik görüş ve düşünceler yoğunlaştı; çünkü “ihtiyaç” vardı.
"İzm"ler, bunalan insanlara kurtuluş vaat ediyordu. Teknolojik gelişmeler, ruhunu paranteze almış kitleler tarafından kutsanıyor ve kuvvet, hakkın yerini alıyordu. Artık güçlü olan haklıydı.


İslâm âlemi de tam bu zamanda çözülmeye, bozulmaya doğru gidiyordu. Güç Avrupa'nın eline geçince, zayıf kalan İslâm coğrafyası (Osmanlı), gücü taklit etmeye başladı; çünkü işin doğası buydu.


Bütün bu "izm"ler birçok maddî vaatlerle geliyordu insanların karşısına, hatta onlara "dünya cenneti" vaat ediyor; ama insanlık yine bunalımdan, sefaletten ve hatta daha şiddetli savaşlardan kurtulamıyordu. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları bu bunalımlı zihinlerin çocuklarıdır.


İnsan, kendini arıyordu; acaba bulabilecek miydi? Kurtuluş "nihilizm"de diyordu kimileri; her şeye boş verilmeliydi. Hayat öylesine acımasızdı ki, onun üstesinden gelinemezdi, ondan kaçmak gerekiyordu.


"Yo... Yoo..." sesleri yükseliyordu diğer taraftan; "narsist" olunmalıydı; insanlar kendilerine -nefs- tapınmalıydılar. Zaten tapınılacak bir şey de kalmamıştı orta yerde.


"Hümanizm"e ne demeliydi ya? Belki bir ışık olabilirdi, karanlıkta kalanlar için; ama o beşerî bir din olup ortaya çıkınca, artık insan insana tapınacak, kulluk daha aleni olacaktı.


İnsanlık kaynıyordu. Birinci Dünya Savaşı milyonlarca insanın ölümüne, bir o kadarının da yersiz, yurtsuz; aç, perişan kalmasına sebep oldu. Tam kurtuldu insanlık derken, ardından İkinci Dünya Savaşı patladı, ışık bekleyen insanlığın üzerine (özellikle Avrupa'ya). Hitler, Avrupalı'nın yıllar boyu içinde kaynattığı "izm"lerin en amansız çocuğuydu. Bireyi nefsine kurban eden "narsizm", toplumun önüne "faşizm" olarak çıkıyordu.


Kan ve acı dinmemişti. Arayış sürüyordu.


Varoluşçuluk (Existansialisme), İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'nın gündemine oturmuştu. Sömürü ve kana doymayan Avrupa'ya tanrıların bir armağanıydı bu. Ve yüksek sesle bağırıyordu:


"Tanrı varsa insan özgür değildir!" Bu, nefsin en özgün sesinin bir topluma mal olmuş biçimiydi.

 

Bugün Avrupa’nın ve onun uygarlığını benimseyenlerin (ABD vb.) bir "Allah" kavramı yoktur, çok çeşitli ve irili-ufaklı tanrılar vardır. Nefsin ürettiği bu tanrılara, oralarda bir dur diyecek de bulunmamaktadır; çünkü Avrupa, bir nefs-î emmare imparatorluğudur.


Onlar, bunalımları gereği "tanrı" ararlarken, biz ne yapıyorduk? Onlar, Fransız İhtilâli’yle "eşitlik, adalet, özgürlük" derken, yeni tanrılar bulduklarını vehmediyorlardı. Peki biz, hangi "tanrı"nın peşindeydik?


Bizim Batı sosuna bandırılmış ve bulandırılmış "eşitlik, adalet, özgürlük" gibi kavramlara ihtiyacımız var mıydı? Olabilir miydi, Kur'an gibi bir Hakikat kitabı elimizde, Hz. Muhammed (sav) gibi bir önder önümüzdeyken? Öyle miydi?..


Söylenmesi gereken şudur:


Birkaç asırdan beri dünyada olup biten bütün olumsuzluklardan fert fert bütün Müslümanlar sorumludur! Aç kalan insan domuz eti de yer, köpek eti de!.. Dünyayı mânen ve maddeten aç bırakmışsak ve bunun sonucu olarak dünya bugün domuz ahırına koşuyorsa, bunun vebali hepimizin.


Tabiri caizse, bugün dünyamızı bir negatif enerji kuşatmış bulunmaktadır ve bundan hepimiz olumsuz bir şekilde etkilenmekteyiz.


Biz; "Türk-Kürt meselesi", "kazanımların yitmesi" korkusu gibi şeylerle uğraşırken, ABD zulüm yaparak, zalim olma biçimiyle etkilenmektedir bundan. Avrupa kendi içinde insanını kaybederken (fuhuş-uyuşturucu), Afrikalı'yı da açlık şeklinde vurmaktadır.


Yani bu negatif enerji, her iklimi, oranın şartlarına göre sarsmaktadır.


İnsanlar temelde kardeştir; hepsi Âdem’in çocuklarıdır. Bu çocukların ortak paydası "insan" olmaktır. İnsanın ve evrenin Rabbi Allah'tır. O'nsuz problemin çözüleceğine inanılıyorsa, kıyamet yakın demektir.


Yanardağ patlamış, üzerimize geliyor. Çoğu insan hâlâ yanardağdan fışkıran alevleri tanımlamakla meşgul (izmler): "Alevin çapıymış, hızı, derecesi şuymuş" diye zaman öldürmekte ve buna da "bilim" denilmektedir.


Ey insanlar! Alevler yaklaştı! Ondan kurtulmak için ne yapmalı, nereye kaçmalı, bunun hesabını yapalım! Bunun için de yalnız şuna ihtiyacımız var:


"La ilâhe illallah, Muhammed Resulallah..."