Emperyalist mücadele: özgür düşünce, örgütlü toplum

Şaban Ali YILDIZ

 
   İnsan anatomisinin ve fizyolojisinin diğer birçok canlıdan pek farkı yoktur. Öyleyse insanları diğer canlılardan ayıran tek farkı, iyiyi ve kötüyü ayırma yeteneği, yani yaratanın ona bahşetmiş olduğu en büyük hediyesi olan aklıdır. Kitabımız Kuranda aklımızı kullanmamız gerektiği konusunda pek çok ayet yer alır.
     O zaman şu soruyu sormak zorunluluğu doğuyor; bir insanın düşünebiliyor olmasının koşulları nelerdir? Zira bir insanın günlük ve yaşamsal aktivitelerine ilişkin şuuru, düşünebiliyor anlamına gelmez. İnsanın gerçek anlamda iyiyi kötüden sağlıklı ve doğru biçimde ayırabilmesi ve tabii ki en nitelikli ve sistematik düşünerek bir düşünce, bir önerme, bir varsayım ve bir hipotezi çeşitli açılardan değerIendirebilmesi, olayların neden-sonuç ilişkilerini görerek analiz yapabilmesi gücü, onun kendine yüklemiş olduğu bilgi donanımı ile doğrudan bağlantılıdır. İnsanlığın geçmişten günümüze bulduğu bilimsel buluşların hiçbiri tesadüfen ortaya çıkmamış, o bilimsel gelişme ve buluşları ortaya çıkaran bilim insanlarının ömürlerinin tamamını bu yola adamaları gibi bir zorlukla olmuştur. Peki, o bilim insanları, yeterli bilgi donanımına sahip olmasalar, bu buluşları gerçekleştirebilirler mi idi acaba?
       Bilimi ve bilimsel araştırmaları hayatlarının yaşam biçimine dönüştürenler ve bin bir zorluklarla bu yolda çaba gösterenler sayesinde günümüz bilimsel gelişmişlik düzeye gelinebilmiştir.. Medeniyetin gelişimi de buna paralel olarak gerçekleşmiştir. Öyleyse bir toplumun medeniyet aleminde kendini gösterebilmesi ve katkıda bulunabilmesinin ölçüsü, özellikle üniversiteleri başta olmak üzere tüm eğitim sistemi, tam bir özgürlük ortamı içinde her şeyi sorgulayabilen, eleştirel yaklaşabilen, her türlü araştırmaya açık ve bu alanda akademik araştırmaları bolca yapan bireyler yetiştirebildiği orandadır. Yoksa üniversitelerinde yeterli akademik çalışmalardan uzak, bireylerinin çoğunun çağdaş eğitimden mahrum olan, üniversite mezunlarının bile okuyup araştırma ihtiyacı duymadığı, dinsel, siyasal ve bilimsel kendisine ne söylenir, çevresinde ne görüp duyarsa hiç onları kendi akıl süzgecinden geçirmeyip aynı şekilde benimseyen, hiç bir şeye eleştirel yaklaşmayan bir toplumun değil günümüz gelişmişlik düzeyini yakalaması, ancak ortaçağ felsefesine sahip olabilir. Burada şu önemli hususu da belirtmek gerekir ki özellikle az gelişmiş veya gelişmemiş toplumlarda siyasal erki elinde bulunduran egemen güçler, hiçbir zaman her şeyi sorgulayabilen, kuşkucu ve olumsuzlukları görüp karşı çıkabilen bireylerin çoğalmasını istemez. Bunu engellemek için her türlü yol ve yönteme başvurur. Bu yolda topluma örnek olabilecek kişilere çok acımasız yaklaşır. Nitekim ülkemizde tek suçları ABD’nin 6.filosunu protesto etmek olan üç genci devletin acımasızca katletmesi bundandır. Yine geçmişte Çin de Tienman meydanında yönetimi protesto eden üniversite gençlerine acımasızca ateş açılması bu nedenledir. Geçmişte Stalin Rusya’sındaki acımasız katliamların sebebi budur. Yine ülkemizde ve dünyada sayısız yazar, akademisyen ve aydının katledilmesinde iktidarda olanların kanlı parmakları vardı. 12 Eylül faşizminin sayısız kitap yakması ve yasal sakıncası bile olmayan kitapları evlerinde bulunduranları hapse atması bu korku yüzündendir. Egemen güçler, aynı zamanda insanların dinlerini anlayarak yaşamalarını da istemezler. Çünkü dinler, antidemokratik toplumlarda iktidara gelmenin ve orda kalabilmenin çok önemli bir aracıdır. Ayrıca günümüz İslam toplumlarında dinimizde asla yeri olmayan şeyh, şıh, cemaat ve tarikat önderleri gibi ve hatta birçok imamın da bu yapını içinde yer aldığı bir çeşit ruhban sınıfı yaratılmış ve dinini samimi olarak yaşayan toplumun önemli bir kesimi bunlar tarafından sömürülmektedirler. Geçmişte ve günümüzde sürekli bunları eleştiren Atatürkçü aydın kesimlerin mücadelesi ve uyarılarına rağmen günümüzde FETÖ gibi örgütlerin ülkemizde yaşam bulabilmelerinin tek nedeni iktidar gücünü ellerinde bulunduranların siyasal kaygılarından kaynaklanmaktadır.  Atatürk devrimlerine bu derece karşı olmalarının en önemli nedeni budur. Türkçe ibadeti ve bir aydınlanma projesi olan Köy enstitülerini ilk fırsatta kapatmaları bundandır. Batı da ise yüzyıllardır siyasi egemenliğe sahip olan kiliseler, Rönesans ve reform hareketleri ve sanayi devrimi ile birlikte bilimde sanatta yaşanan ve topluma sirayet eden hızlı gelişmeler karşısında çaresiz kalmış ve egemenliklerine son verilmesine mecburen razı olmuşlardı. Hatta laik düşünceye karşı çıkamamışlar ve siyasi etkilerinin toplumda da ortadan kalkmasına engel olamamışlardır. Şimdi bizde bazılarının ya gerçekten anlamadıkları ya da anlayıp da art niyetle ileri sürdükleri ‘’ batıda bile laik düzene geçilmediği halde ülkemizde Atatürkçü ve devrimci kesimler boşuna laikliği savunuyorlar’’ şeklindeki argümanları, gerçeklerden uzak , siyasal gücün ellerinden gitmesi korkusu iledir.. Bundandır ki insanların dinini anlayıp idrak ederek yaşamasını sağlayacak dinsel eğitime yani bir başka değişle aydınlık laik dini eğitime bundan karşı çıkarlar. Çağdaş demokrasinin ülkemizde yerleşmesini bundan istemezler. Topluma demokrasiyi sadece belli zamanlarda sandığa gitmekten ibaret bir sistem olarak empoze ederler. Bağımsız hukuk düzenine bu sebepten engel koyarlar. Demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan basın özgürlüğüne ve toplumun örgütlenerek hak ve taleplerini meydanlarda özgürce dile getirmelerine bu kaygılarla engel olurlar. 
          Velhasıl, günümüzde gelişmiş toplumlar, çağdaş demokrasiye ve laik düşünceye sahip olduklarından mı demokratik ve laik, sosyal bir hukuk devletine kavuştular,  yoksa geliştikleri için mi çağdaş demokrasi ile yönetiliyorlar? Hangi yoldan gelirse gelsin, anayasamızda yazan ama bir türlü sahip olamadığımız demokratik ve laik sosyal hukuk devletine ve bireylerinin her şeyi özgürce düşünüp tartışabildiği bir toplum düzenine bir an önce sahip olalım. Yeter ki toplum olarak işin kolayına kaçmadan bilgi donanımızı yaradanın bize verdiği düşünebilme gücümüzü kullanabilecek seviyelerde tutarak, siyasal, dinsel, sosyal, toplumsal her alanda geleneksel yönetim arayışlarından vazgeçip çağdaş demokratik kuralları olan, kişilerin değil, ilkelerin ve kurumların ön planda olduğu bir sistem arayışında olalım. Demokrasiyi sadece 4-5 yılda bir sandığa gitmekten ibaret sayan ve her şeyi siyasilerden bekleyen değil, çeşitli platformlarda örgütlenip siyasileri her daim yönlendiren bir toplum özlemi içinde olalım. İktidarların icraatlarını bize tarafsız bir biçimde aktarması için var olan basın özgürlüğüne ne olursa olsun sahip çıkalım. Bunların hiçbirinin olmadığı başta Ortadoğu olmak üzere az gelişmiş toplumların hali meydanda. Hemen hepsi emperyalizmin güdümünde. Yıllardır kısmen de olsa emperyalizmin güdümünde olmamıza rağmen, bu sefer açık ve net bir ABD emperyalizminin saldırısı olan son yaşadığımız olaylar umarız hepimize bir ders ve bulunmaz bir fırsat olur. Kapitalist sistemimizi ve emperyalist dünya düzenini iyice tanıyıp, ama sadece ve sadece ulusal çıkarları ve başta tüketimden çok üreten bir ekonomi olmak üzere adil gelir dağılımını, sosyal adaleti sağlayarak toplumumuzun belki tümünü değil ama büyük çoğunluğunu asgari ortak noktalarda birleştirip ve bunu sürekli yapısal bir şekle dönüştürüp emperyalizme karşı omuz omuza bir mücadelenin içinde neden olmayalım!