GARİP RAMAZAN

D. Ali TAŞÇI

 

            Geçen akşam evde otururken, birden bire sokak hareketlendi, sesler duyulmaya başlandı. Ne olup ne bittiğini önce hatırlayamadım ve ben de balkona çıktım. Baktım herkes balkona, pencereye çıkmış şarkılar, türküler eşliğinde bir kutlama yapıyor. Anladım, 23 Nisan kutlamaları yapılıyor.

            İnsanlar sevdikleri uğrunda kutlama yapamazlar mı? Elbette yapabilirler. Madem korona dolayısıyla evlerdeyiz, heyecanların balkona yansıması da doğal. Günlerin birikiminin balkondan patlaması adeta kaçınılmaz.

            Fakat beni hüzünlendiren başka bir şey oldu:

            Mahcup, hüzünlü bir eda ile Ramazan yanıma geldi. Ağlamaklıydı. Dokunsam ağlayacaktı. Bunca zamandır onu hiç böyle hüzünlü görmemiştim. Özellikle bu dönemde heyecanlı olur, sevinçli ve canlı olur insanlara gülümserdi. Fakat bu akşam tam tersi bir kişiliğe bürünmüş, ağzını bıçak açmıyordu.

            Yanına yaklaştım ve sordum:

            “Seni bu halinle hiç görmemiştim. Ne oldu sana? Garip bir halin var bu akşam. Yetim ve öksüz gibisin.”

            Ağlamaklı bir sesle cevap verdi:

            “Evet öyleyim. Yıllar, asırlar boyu her yıl, bir ay size gelirim. İnsanların ebedi hayatlarını ışıklandırır, şeytanları kovar ve mümin gönüllere mutluluk veririm. Onlar da beni her gelişimde törenlerle, heyecanla, mutlulukla karşılar, beni mutlu ederler. Fakat bu akşam her şey değişti; eski tat yok. Beni karşılayanlar ortada gözükmüyor. İnsanlarda neşenin kaynağı değişince ben de mahzun oldum. Garipler gibi, yetimler ve öksüzler gibi duruşum bundan!”

            Sözlerine devam etti:

            “Üstelik bu sene camiler kapalı, teravihler, cumalar yok. Varlığımdan beridir ben böyle bir şey görmedim. Bunun bela mı yoksa nimete giden yolda bir işaret mi olduğunu kestiremiyorum. Evlerinizi mescit yaparsanız, Musa (AS) gibi Nil nehrini geçersiniz, nimet olur. Yoksa –Allah korusun- nehirde boğulursunuz. Dünyada mahşerin adeta bir provasının yaşandığının farkında mısınız?”

            Söyleyecek söz bulamadım. Epey zamandan beridir bende de bazı düşünceler gelişmeye başlamıştı.

            “Üç aylar”, Müslümanlar arasında feyiz ve bereket ayları olarak anılır: “Recep, Şaban, Ramazan.” Anne ve babalar, çocuklarına bu isimleri koyarak yıllar boyu onları unutmamaya çalışırlardı.

            Bir “Recep İvedik” rüzgârı esti, nesiller bu isimden uzaklaşmaya başladı. Hele “Şaban” adını artık çocuklarına veren yok; çünkü ortada “İnek Şaban” var. Bir “Ramazan” kalmıştı derken, “Tatar Ramazan”la da onu sindirmeye kalkıştılar. Böylece “Üç Aylar” aramızdan adeta uçup gitti.

            “Gel Ramazan, yanıma otur. Sen gönüllerin tacısın, seni kimseler unutturamaz. Yeryüzünde aç bi ilaç bir kişi de kalsa, seni kalbinde saklar. Her sahur senin heyecanın, her iftar bayramındır. Senin bu heyecanına ve bayramına katılan milyarlar vardır. Onlar senin gönül pencerene konup seni selamlıyorlar; al onların selamını.”

            “Ve aleykümselâm. Dünyada ihlâslı bir kul kalıncaya kadar ben hep buradayım. Rabbim, Ramazan’ınızı mübarek eylesin!”

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci