HARFLER KIYAM ETMEDEN İNSAN KIYAM EDEMEZ

D. Ali TAŞÇI

 

 

 

            Bir harfti, sonra hece oldu; ardından kelimeleşti. Kelime olunca mâna kazandı. Bir anlama bürününce gönül ona kapısını açtı ve “gel” dedi. O da gönül yolcusu oldu, gönülde yoğruldu, halden hale geçti ve “kelime” asaletine kavuştu. Böylece gönül testinden geçti.

      

Edebiyat, gönül testinden geçmiş kelimelerin cümle içindeki ahengidir. Notasız ses nasıl gürültü ise ve kulağı tırmalarsa, gönül kuyularında Yusuf’la tanışmamış kelimelerden de mâna sarayı kurulamaz.

      

Yazmak önemli bir şeydir; Allah kaleme yemin ediyor. Ne var ki her yazılan edebiyat olmuyor, her mızrabın çıkardığı sesin musiki olmadığı gibi. Kelimeler iç dünyanızda kimi zaman meltemler, kimi de fırtınalar estiriyorsa, gönül deniziniz kabarıyor ve her kelime bir damla gibi anlam denizinize süzülüyorsa, orada bir edebiyat şöleni var demektir. Artık gönül kayığınızı suya indirebilirsiniz.

      

Harflerin kaderi bana hep ilginç gelmiştir: Mesela, “a” harfi “ katil” kelimesinin içinde ne kadar saldırgan ve can alıcı duruyor? Fakat aynı “a” harfi “maktul” kelimesinin içinde ise, acındırıcı ve zavallı konumundadır. “A” aynı “a” ama, saf değiştirince görüntüsü ve işlevi başkalaşıyor.

      

Sıradan bir kitapta bir harf olmakla, Kur’an-ı Kerim’de bir harf olmak arasında ne kadar büyük fark vardır? Birinde insani bir görüntü verir ve faniliği simgeler, diğerindeyse, Rabbani bir ağırlık ve asalet verir harfe. Kur’an’da harf olmak, bir biçimde ezeli ve ebedi şifrenin aynası olmak demektir. Kur’an okunurken, bütün varlık âlemi, Kur’an sesinde, kendi bestelerini bularak Mutlak Varlık’a secde eder.

      

Her insan bir harf değil midir? Şu dünya kitabının satırlarına konmuş bir harftir insan. Âdem’le (AS) başlayan harfler, insanlık kitabının oluşması için Muhammed (AS)’le alfabenin tamamlanması gerekiyordu. Âdem’den verilen insanlık cereyanı, harf harf (kandil kandil) her peygambere iletildi ve karanlık yok edilerek, insanlığa aydınlık bir dünya sunuldu. Her peygamber kitapta birer harf oldu; O ise, harflerin kitabı oldu. Harfler O’nu görünce tutuştular ve sırlarını açığa çıkardılar. İşte bu sırrın adı edebiyattır. Artık bundan sonra sır O’ydu.

        

Firavun’lar, Nemrut’lar, Ebu Cehil’ler… ne yaptılar? Gönülde test edilmemiş, iletken olmayan harfleri giyinerek onlar da insanlarla saf bağladılar. Onlar insanlık akımını geçirmiyordu. Ruhları, ilahi ışığı geçirecek iletkenlikte değildi. Bunun için onlar karanlığın simgesi oldular.

      

Edebiyat, harften harfe akım geçirme sanatıdır. O halde harflerin iletken olma zorunluluğu vardır. Ruhuyla tanışmamış kelime ışık geçirmez; bu nedenledir ki, ruh banyosu yapmamış bu kelimelerle de edebiyat yapılamaz.

       

Batı edebiyatı bir karanlıklar edebiyatıdır. Orda harfler gönülde değil, nefsin örsünde test edilir. Bunun içindir ki, söylemleri şehvete ve savaşa dönüktür. Orda bir trajedi kaçınılmazdır; çünkü trajedi, selamsız harflerin çocuğudur. Promete’nin tanrılardan ışık çalarak insanlığa armağan edişine, tanrılar savaşla karşılık vermişlerdir. Bu nedenle Batı edebiyatı savaş ve şehvet edebiyatıdır.

       

Bizim medeniyetimizde bu yoktur. Her insan selama ulaşmış bir harf, Hz. Peygamber, harflerin alfabesidir. Kur’an, Allah’ın kalemi ile bu alfabeden oluşan bir Kitap’tır. ( Yaşayan Kur’an  ) Böyle olduğu için bütün insanlığın kitabıdır. Batının alfabesi tamam olmadığından, onlardan bir insanlık kitabının çıkması mümkün değildir.

      

O, Mirac’a davet edilendir. Orda “ Gözü kaymayan”dır. Orda O’na, bütün harfleri insanlık cümlesine dönüştüren “Namaz” hediye edilmiştir. Promete gibi tanrıların gazabına uğramamış, Allah’ın sonsuz rahmetine gark olmuş ve ümmetine de namaz ( ebedi ışık ) armağanı ile dönmüştür.

      

Namaz, edebi bir metindir. Her mümin birer harf gibi sıra sıra namaza durur ve müminler cemaat cümlesi oluştururlar. Bu cümleler Allah’a sunulan bir dilektir ki, içinde harf harf insan saklıdır. Renk renk cemaat cümleleri bir araya gelerek İslam Medeniyeti’ni meydana getirirler. Namazın olmadığı yerde İslam Medeniyeti’nden söz edilemez.

      

Harf harf namaza durmayan insanlardan oluşan insanlık kitabı ve bu kitabın her türlü açılımı olan düzenler, sistemler, ideolojiler karanlıktır, yol vurucudur. Güneş yok olduğunda, müminin kendisi nurlandığında safın dışında kalanlar bu karanlığı bizzat yaşayacaklardır.

      

Namaz, nizamdır, nazımdır, insanlığın şiirsel duruşudur. Müslümanlık metni namaz cümlelerinden oluşur. Namaza duran insan kitaplaşır, Kur’an olur. Mümin, her rekâtla ruhunun romanını, şiirini yazar ve bu metinler onu ebedi ve edebi bir dünyanın onurlu bir üyesi yapar.

(Son yüzyılda hiçbir edebi metinde (istisnalar hariç) namazdan söz edilmemesi, medeniyetimizin ana damarından uzak durulması, sizce bir tesadüf müdür?)

      

Dedik ki her insan bir harftir. Bu harflerin sıralanmasıyla insanlık kitabı oluşuyor. Her kitabın bir yazarı mutlaka vardır. İnsanlık kitabının yazarı kimdir? İşte o Allah’tır. İsteyen bu kitaba bir harf olur ve Kur’an olarak ortaya çıkar, isteyen de bu kitabın dışında kalarak arpa, buğday, saman olur.

           

Gönül testinden geçmemiş harflerden edebiyat metni çıkmaz. Ya, iman testinden geçmemiş insanlardan insanlık metni nasıl çıksın?  Anlam ilişkisi olmayan milyonlarca harf bir araya gelse, hiç kimse böylesine bir karmaşayı okuyamaz. Fakat bir de şu üç harfe bakınız: AŞK!  Anlam ilişkisi bulunan bu üç harf ise, dünya durdukça insanlığı sarsmaktadır.

      

Edebiyat işte budur: Anlam ilişkisi bulunan harfleri yan yana dizerek insanlık yoluna ışık tutmaktır. Edebiyat, harflerin kıyamıdır. Böyle olduğu için hep var olacaktır. Haksızlıklara kıyamda bulunanlar ve Allah’a secde edenler, asıl inkılâpçılar bunlardır; çünkü her anlarını farklı yaşamaktadırlar. Ve de ruh aynalarında insanlığın ebedi romanını yazmaktadırlar.