Hürriyet, köpeğe kemik taşımaktır

D. Ali TAŞÇI

Çocukları bile hayat yorgunu olarak görüyorum. Doğar doğmaz, hayatın ciddi yüzüyle tanışıyorlar: Oynamadan, zıplamadan okullu oluyorlar. Annenin o çok doğal davranışlarını doya doya tatmadan, başkalarının yapmacık davranışlarına, eğitim adına, sahne oluyorlar.

Şimdiki çocuklar “çok ciddi” büyütülüyor. Çocuklar da bu iğrenç ciddiyetin intikamını, yirmi dört saatlerini mizah ile doldurarak alıyorlar; rüyalarında bile komik dünyalar var.

Teknolojik gelişim, çocuklarımıza yapay bir dünya sundu, maalesef. Bu nedenle, insani bir oluşum içinde var olabilecek olan sevgi, saygı, cömertlik, sabır… gibi kavramlar, yani güzel ahlak, orta yerden yok olmuştur.

Yalnız çocuklar mı, bitkilerin de ahlakı bozulmadı mı? Onlar da teknolojik gelişim adına hormonlanmadı mı? Onların da düzeni bozuldu.

Hangi okula giderseniz gidiniz, hep aynı tip çocuklarla karşılaşırsınız: Umursamayan, sorumsuz, yılışık, utanmaz!.. Sanki hepsi aynı torbadan çıkmış gibi.

Hangi evin kapısını tıklatırsanız, azgın boğalar gibi, zil sesinden dolayı kapıya saldıran çocuklar karşılar sizi. Neden? Ayakları toprağa basmamış, güneş görmemiş; oyundan doymamış ve tehlikeli duruma gelmiş çocukların hayata isyanıdır bu.

Kıyameti kendi ellerimizle mi hazırlıyoruz?

Yolda giderken adamın arabasına dokunsan, ölümle burun buruna geliyorsun; Mübareğin sanki tanrısını incitmişsin. Apartmanda yanlış adım atsan, asansörün bile taşıyamadığı küfürler işitirsin.

İşyerinde kölelik muamelesi görürsün. Koltuklarına gömülüp, viski yudumlayanlar, kölelik devrine lanet okurlar da, kendi lanet firavuni ruhlarını hesaba katmazlar. Ekonomik sömürü mü dersiniz, cinsel taciz mi; ne ararsanız bulunur.

Nereye gidiyoruz?

Bu bozulmaya, bu zavallılığa, bu iğrenç gidişe “dur” diyecek olan birileri yok mudur?

Yeryüzü daralıyor mu? “Dar geçim” bu mudur?

Mutluluğun anlık hazlara ayarlı olduğu bir dünyada, gülümseyen yüzler bulmak ne kadar zordur? Hele tatmin olmuş ruhlarla karşılaşmak, adeta imkansızdır.

Ve bütün bunların yanında, olup biten hiçbir şeye aldırmayarak, poşetine doldurduğu birkaç kemik kırıntısını, her gün kilometrelerce ötelerdeki bir köpek kulübesine götürüp, iki köpek yavrusunu büyüten ve sonra kulübenin etrafındaki çiçekleri sulayan, onlara gülümseyen bir adam hayal etmek!

“Ben, bu bahçedeki kuşlardan alıyorum haberleri, dünyanızda olup bitenleri bana onlar bildiriyor.” diyor ve ekliyor:

“Şu Kıtmir’im var ya, geçenlerde biraz bağırdıydım da, karşıma geçip nasıl gözyaşı döktüğünü görseniz, bütün dünya bir nokta gibi gözükürdü gözünüzde.”
Hayallerim, gelecekle ilgili düşüncelerim buhar olup uçtu. Daha nice evler, arabalar, planlar, projeler vardı. Öylesine eziliyordum ki, canım çıkacak gibiydi.

Hürriyeti ne kadar yanlış anlattılar bize: Hürriyet meğer, “dünya” denilen şeyden uzak durmak, bağımsız olmakmış. Hürriyet, birkaç köpeğe kemik taşımak, kuşlara yem dökmekmiş. Hürriyet, çiçeklerle konuşabilmekmiş.

Maddi bir şey bulunduğu zaman evine girmeyen Peygamberimi acaba birazcık olsun anlayabiliyor muyum?

Ey çocuk! Sana sunulan dünyayı reddet!

Ey insan! Yapay dünyaları elinin tersiyle it.

Evet, aynen öyle: “Bir lokma, bir hırka” için yollara düşmüş kutlu yolcuları selamlıyorum.

İnsanın en zayıf tarafı ve zaafı, sahip olduklarıdır.

Hürriyet, hiçbir şeye sahip olmamaktır.

Hürriyet, yalnızca Allah’a sahip olmaktır