İMAN SERT KONUŞMAZ

D. Ali TAŞÇI

 

            “İman sert konuşmaz.” der, Yahya Kemal.

            Müslümanlar bir iş yaparken, otururken, konuşurken söz ve davranışlarına dikkat etmelidirler.

            TV ekranlarına çıkarak, İslam adına sert söylemlerde bulunmanın kime, ne yararı vardır, Allah aşkına?

            Üslûbunun ayarını vermeden yapılan her konuşma, muhatabı yaralar ve o fikir veya hareketten uzaklaştırır.

            İslam karşıtı olanlar da bu durumu fırsat bilip ellerinden gelen gayreti gösteriyor ve dolaylı olarak, kişilerden yola çıkarak İslam’ı küçük göstermeye, halkın gözünden düşürmeye çalışıyor. Bütün bunlara da üslûbunu bilmezler yardımcı oluyor.

            Ramazan geldiğinde iç huzuru yaşayacağım diyenler, çoğu zaman bir karmaşanın içine sokuluyor.

            Evet, iman set konuşmaz.

            Ağızdan salyalar akıtarak yapılan konuşmanın galibi olmuş mudur hiç?

            “Müslüman âlimler” TV ekranlarıyla sınavdan geçiyorlar.

            Bir Çin atasözü vardır: “ Gülümsemeyi bilmeyen kimse bir dükkân açmamalıdır.”der.

            “Din” adına konuşanlar, önce kendilerini bir test etmelidirler; konuşmaları nefislerine mi dönüktür, yoksa “din” adına mıdır?

            Sosyal medyadan okuyoruz; “astronomik meblağlarla dini program” yapanlar eleştiriliyor ve onlarla dalga geçiliyor. Bu durumda ağırbaşlılık, tevazu ve mehabet dini olan İslam olumsuz biçimde algılanır oluyor.

            Hani halk arasında dolaşan bir söz vardır ya; “ Yarım doktor can alır, yarım hoca din yıkar.” diye. TV’lerden güzel mesajlar verilebilir, halk aydınlanabilir; ama çoğu zaman söylenenlerin yarısı algılanıyor ve olanlar da oluyor, herkes “hoca” kesiliyor ve kıyamet alametleri başlıyor; “Bana göre bu böyledir.” söylemleri, insan sayısınca “fetva” üretiyor. Bu karmaşanın önüne mutlaka geçilmelidir.

            Zaten dünyada bir olumsuz İslam algısı vardır, “İslamafobi” diye. Bunun nedenleri, niçinleri nelerdir; bunu çıkaranların amaçları nedir, hangi evrensel oyunun oyuncaklarıdır bilmeden, üslûpsuzluk hastalığıyla ekranlara çıkıp “fetvalar” dağıtmanın inanınız bir yararı yoktur.

            Yaklaşık yüz elli yıldır İslam hukuku gündemde değildir. Hukuk canlı bir organizma gibidir; günün şartlarına göre, özünü kaybetmeden, gelişir. Yüz elli, iki yüz yıldır duran bir hukukla, günün gelişen şartlarına çözüm üretmek elbette zordur. “Alim” denilen kişiler de bu durağan hukukun içinde kalarak, yeni gelişmelere çözüm üretmekte zorlanmışlardır; çünkü İslam hukuku hayatta yoktur. İslam hukukunun “muamelat” kısmı hayattan uzaklaşınca, inançta İslam, muamelatta, yani hayatın işleyiş biçiminde farklı “izm”lerle beyni bulanmış insan tipolojisi ortaya çıkmıştır.

            İşte bu insanlara kavga edercesine İslam’ı anlatmak, onları adeta ondan uzaklaştırmak anlamına gelmektedir.

            Eğitimde vazgeçilmez bir ilke vardır: Somuttan soyuta ilkesi. Gazali’de okumuştum sanırım; Gazali: “ Allah, en çarpıcı ayetlerini kıssalardan sonra söyler.” der. Allah Kur’an-ı Kerim’de birçok kıssa anlatır ve onlardan ibret almamızı söyler ve arkasından da çarpıcı ayetler gelir.

            Halk somut düşünür. TV ekranlarına çıkanların bu ilkeden yola çıkarak hareket etmeleri gerekmektedir. Mesnevi’nin asırlardır elden ele dolaşmasının temel nedeni, Mevlâna’nın “somuttan soyuta” ilkesini kitabında kullanması olmuştur. Çağımızda TV dizilerinin çok izlenmelerinin nedeni de budur.

            O zaman eskimez metotlarla, yani Kur’an mantığıyla halka yaklaşmalı ve onların düşüncelerini somut olaylarla canlandırmalıdır. Hayattan sahnelerin sunulmadığı hiçbir şey, halkın nezdinde alıcı bulmaz.

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci