“KADIN ERKEK EŞİT DEĞİLDİR” (CUMHURBAŞKANI)

D. Ali TAŞÇI

 

                Sayın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın, geçenlerde “Kadın ve Adalet Zirvesi”nde yaptığı konuşma hem ülkemizin gündeminde, hem de dünya gündeminde baş sıraya oturdu. Adeta dünyayı ayağa kaldıran, konuşmanın içindeki şu cümle:

                “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir; tabiatları, bünyeleri, fıtratları farklıdır.”

                Dünya gazeteleri bunu, “Cumhurbaşkanı kadın erkek eşit değildir, dedi.” diye duyururken, Türkiye’deki köşe yazarlarından bazıları da “fıtrat” kavramına kafayı takarak güya alayvari cümleler yazmaya kalkıştılar.

                Aslında Cumhurbaşkanımıza teşekkür etmemiz gerekiyor. Neden mi? Unutulan kavramlarımızı insanımıza ve dünya insanlarına hatırlattığı için. Bir zamanlar bu çevreler “Hamdolsun”a takmışlardı kafayı (Bununla ilgili de bir yazı yazmıştım, o zaman.), şimdi de “fıtrat”a. Öyleyse, kendi medeniyet bakış açımızdan “fıtrat” kavramına bir bakalım:

                Kur’an-ı Kerim’de “fıtrat” kavramı yalnızca Rum Sûresi 30. Âyette geçer: “ Böylece sen, bâtıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran; (ki) Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin; bu, sahih bir dinin gayesidir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.” (Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Yay.)

                Fıtrat’ı sözlükler şöyle tanımlar: “ Allah’ın insanda yerleştirdiği iman etmeye olan yetisi.” (Müfredat).  “Yaratılış, karakter, yapı, tabiat.” (D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük). “Yaratılıştan her insanın özüne yerleştirilen iyiye, doğruya ve hakikate olan eğilimdir.” (Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an. İlgili ayet, dipnot.)

                Bir Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmaktadır: “Her doğan ancak İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra onu anne-baba Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar.” (Buhari, Müslim)

                Varlık alanında her şey bir fıtrat üzerine yaratılmıştır. Atom, yapısı itibariyle belirli bir şekil ve sıraya göre, madde ve enerjiden oluşmaktadır. Atomdaki hareket ve çekim düzeni tamamen belirli kanunlara bağlıdır ve hiçbir atom bu belirli düzenin dışına çıkma gücüne sahip değildir. Evrenin yapısı da atomlardan oluştuğuna göre evren de bu kurala bağlıdır. Canlıların tümü de belirli bir kurala göre yaratılmışlar ve hiçbiri bu kuralı aşacak güçte değildir.

                Bütün varlıklar içinde insanın apayrı bir yeri vardır ve ondaki özellikler hiçbir canlıda yoktur. İtaat anlamına gelen ibadet, kâinatın ortak özelliğidir ve bu noktada canlı cansız bütün yaratıklar ortaktır. Bu özelliği itibariyle insan da evren yasaları içerisindedir ve bunu aşamaz. “İbadet, evrenle bütünleşmektir.” (Mevlâna) ne var ki, insanın ayrıcalığı, “itaat ve isyan” etme gücüne sahip olmasıdır.

                İnsan, bu evren kurallarına uyarsa fıtratını bozmaz; yani yaratılışını, karakterini zorlayarak iğdiş etmez; kendinde bir bozulma ve çürüme oluşmaz. “Yerken, içerken, giyinirken, savaşırken, sivrilmek isterken, cinsel arzusunu tatmin ederken, mal ve mülk sahibi olmak isterken” fıtratını bozacak her şeyden sakınır. Bunu, “dünya-ahiret” ayırımı yapmadan yapar; çünkü onun inancında böyle bir ayırım yoktur, bugün fıtrata uygun olan davranış yarın aydınlık bir kimlik olarak ortaya çıkacaktır.

                Atomun düzeni bozulunca nasıl patlıyor ve hasara yol açıyorsa, insanın da fıtratı bozulduğu zaman amansız düşman kesilir ve fitne unsuru olur. Dünya düzenini bozanlar, fıtratlarını yaradılış doğrultusunda geliştiremeyenlerdir. İnsan gerçek anlamda terbiye edilmezse, yani Rabbi onda tecelli etmezse, insan olmaktan çıkar. Terbiye, fıtratın gelişim sürecidir. Bugün dünya devletlerinin hangisinin okul müfredatında “fıtrat” kavramı vardır? Yok! O zaman bozgunu yaşar, çürümeyi iliklerimize kadar hissederiz. Ne var ki, “İnsanların çoğu bunu bilmez.”

                “Kadın erkek eşitliği” konusu da fıtratın içinde değerlendirilmelidir. Biyolojik olarak bakarsak, “insanın yapı taşları” olan “kromozom”lar, erkekte yarısı dişi, yarısı erkek olarak bulunurken; kadında ise tümü dişi olarak yer almaktadır. Temelden ele alırsak, bu da gösteriyor ki fıtri olarak zaten kadın-erkek eşit değildir. Âyet: “ Sizi bir tek candan yaratan ve (sevgiyle) kadına meyletsin diye ona kendi özünden eş var edip çıkaran O’dur.” (A’raf: 189) Kadın erkeğin adeta gurbeti, erkek kadının vatanıdır. İkisi bir araya gelince hayat, yaradılış, fıtrat anlam kazanır.

                Varlık içinde aslında hiçbir şey, hiçbir şeye asla eşit değildir. Ben bile bana eşit değilim! Akıp giden zamanı durdurmadıkça eşitliği yakalamak mümkün müdür? Zaman geçtikçe hücrelerimin bir kısmı öldü, yaşlandım, vs. Dünya kuruldu kurulalı hangi ağacın, hangi yaprağı, bir başka ağacın yaprağına eşittir? Hangi kar tanesi, bir diğerinin aynısıdır? Kimin parmak ucu, öbürünün parmak ucuna benzemektedir? Eşitlik, sadece adalette olur ve olmalıdır da.

                Varlığı okuyamayanlar hayata egemen olur da yasalar çıkarıp insanları yönetmeye kalkışırlarsa, insanlık bozulmaya ve çürümeye durur; hayat kokuşur adeta. Evrenin yaradılışıyla çelişen insanlar makam sahibi olduklarında anarşi yaşamın kendisi olup çıkar. Mutsuzluk işte bunun adıdır; fıtrata ters iş yapmak!

                Umuyor ve diliyorum ki, Sayın Cumhurbaşkanı ’mızın bu açıklamaları, Milli Eğitim Bakanlığımıza bir talimat olur da “FITRAT” kavramını geliştiren, onu çocuklarımıza bir can simidi gibi sunan yeni müfredatlar hazırlayıp ülkemizin huzurunu artırıcı görev yapmış olurlar.