KADINA TECAVÜZ, ŞİİRE TECAVÜZDÜR

D. Ali TAŞÇI

 

 

             Birkaç yıl önce bir televizyon kanalının canlı yayınında iki arkadaş, edebiyatı ve dolayısıyla şiiri konuşuyoruz.

 

              Canlı yayına bağlanan bir kadın sesi ve sorusu bana geliyor:

 

             “Hocam, neden dünyada ve Türkiye’de kadınlardan büyük şaire yok?” demez mi?

 

              Kadınlardan elbette yazarlar, şairler var, ama kadınlardan gerçekten “büyük şaire” yok mu?

 

                Biraz sıkıldım, cevap vermek için sağa sola dönüp durdum; ama uzun konuşmak da istemedim. Şunları söyledim:

 

                “ Evet, kadınlardan büyük şaire yok! Nasıl olsun ki? Kadının kendisi şiir! Şiir, şair olabilir mi? Nasıl şiir yazsın, kime şiir yazsın? Bize bakarak mı yazsın?”

 

            Şiir duygunun çocuğudur, genellikle. Kadın duygulandıran, erkekse duygulanandır. Güzellik sultanıdır kadın; erkekse bu güzelliğe hayran olandır. Bütün Mecnunlar Leyla’nın ardına düşmemişler mi? Oysa Mecnun’un ardına düşen Leyla yok. Mecnun, Leyla’sını kendi içinde taşıdığından hep aşk sarhoşudur. Bu aşk, onu şiire yönlendirir. Sadece şiir mi? Bestekârların çoğunluğu erkek değil midir? Bestelerin hemen hepsi kadına yapılmamış mıdır?

 

             Hoşa gitme arzusu kadının zekâsını ve duygularını kamçılar. Bu durumda akıl bir denge unsuru olarak ortaya çıkmamışsa kadın, bireysel dengesini bozduğu gibi, sosyal dengeleri de alt üst edebilir.

 

            Şöhretle kadının kaderi arasında sanki bir tezat/çelişki vardır. Şeker orta yere konulunca sinekler üzerine uçar, fakat çaya atılınca görünmez de tat verir. Evet, kadın; çayın içindeki tat gibi olmalı, hayatı tatlandırmalıdır; fakat meydanlara atılmamalıdır. Hayata tat katan kadındır, onu konumunun dışında düşünmek, hayatı cehenneme çevirmekle eş anlamlıdır.

 

            Şöhret basamaklarını hızla tırmanan güzel ve yetenekli bir kadın (ki, onun bu güzelliği ve yeteneği, kendini dengede tutmasını sağlamıyorsa, güzellik ve yetenek onun en büyük düşmanıdır; zamanla onu görür.) kendine odaklanır. Bu odaklanma bir biçimde kaçınılmazdır. Narsist (kendine tapınma) duygular onun içini gıdıklar; çünkü etrafındaki pervanelerden başı döner. Oysa ışığı gidince hiçbir pervane etrafında dolanmayacak, sinekler üzerine üşüşecektir.

 

            Kendine odaklanma, aslında bir intihar koridorudur. Hayatta her şey size gidiyorsa, bir gün yığılmalar olur ve içiniz bir karmaşaya teslim olur. Özgür ve kendine yeten birey olma duygusu insanı kuşatınca (ilahlaşma süreci), ardından bozguna uğrama ve endişe, depresyon olarak ortaya çıkar. Aynaya bakmaktan bile endişe edersiniz. Bu, siz misiniz? İç ve dış çelişkisi insanı delirtebilir ve bu duygularınızı da kimseyle paylaşamayınca, unutmak adına içki ve uyuşturucuya teslim olursunuz!

 

            Adı meşhur, hayatı karanlık olan bir kadının, kapalı hayatı kadar iç gıdıklayan bir magazin haberi olabilir mi? Gizemlerini kendi içlerinde taşıyan kadınlar, peşlerinden insanları hep koşturmuşlardır; ancak bir gün hayat yorgunluğu onları çatlatır. Bu durumda onlara el uzatacak kimse bulunmaz; çünkü eskimişler ve sıkılmış limon gibi bir kenara atılmışlardır.

 

            Ben, köylü Ahmet Ağa’nın, eşi Zeynep Hanım ölünce, onun başucunda yaktığı ağıtlarda tanıdım kadını:

            “ Zeynep’im, senden sonra hayat mı olur? Hayatıma tat katan sendin. Acılarla yaşayamam ki bundan sonra ben. Zeynep’im, göz göze gelince sanki dünya cennetinin semalarında kanat çırpardım, kanatlarım kırıldı Zeynep; sürünmek düştü bana... Hayat aynam sendin, aynalarıma ışık düşmüyor, kendimi görmekte zorlanıyorum. Zeynep, sen gidince güneş de battı benim için. Cennette buluşuruz Zeynep’im!”

            Ahmet Ağa şair değildi belki; ama şiir gibi yaşamıştı. O, hayatıyla şiir yazmıştı.

 

            Yalnızlık, koronayla birlikte dünyanın en son modası oluverdi. İşte sevgi açlığı buna denir. Sevmek, sadece duyguların yoğunlaşması değil, ruhun kanatlanmasıdır, aynı zamanda. Ruhuyla tanış olamayanların sevmekten ve hele hele “kadın hakları”ndan söz etmeleri yok mu, aklı karıncalandırıyor! Son zamanlardaki “tecavüz” olaylarını değerlendirmek için, insanın hayvanlaşma sürecini iyi tahlil etmek gerekir. Hayvanların “tecavüz” diye bir problemi var mıdır? Tecavüzü problem edinmeyenlerin kimlikleri ormanda verilir. Ormanlar çoğaldıkça, tecavüzler de devam edecektir. Aslansız ormanın her ağaç altı, çakalların çiftleşme yeridir.

            Kadına tecavüz, şiire tecavüzdür!

 

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci