“KALBİMİZ TEMİZDİR” DİYE DİYE

D. Ali TAŞÇI

 

            “Kalbimiz temizdir diye evimizin pisliğine göz yumamayız.” (Erol Güngör)

            “Dissosiyatif kişilik bozukluğu” kişiliğin bölünmesi ve ortaya farklı bir kişiliğin çıkması demektir.”

            Konunun uzmanı olmadığımdan, sosyal medyadan faydalanarak konuyu biraz açıp bir başka mecraya taşımak istiyorum.

            “Bir kişiden hızlı bir şekilde başka bir kişiliğe geçiş şekli ile beliren hastalık. Uyuşturucu gibi zararlı madde kullanan kişiler, anne babadan ilgi göremeyen çocuklar, boşanmış anne babaların çocukları, kişinin beyninin yıkanması ve değişmeye zorlama teknikleri, özellikle genç kızlara yapılan cinsel istismar sonucunda ortaya çıkabilir. Bu kişilik bozukluğu yaşayan kişi, birden fazla karaktere bürünür ve bu bürünüş esnasında diğer karakterini unutur ve hatırlamaz.  (Tam bir Mankurt olayı.) Bu türde kişi bir karakterden diğer karaktere ani bir geçiş yapar.”

            Bu hastalığı sosyal hayatımıza yansıtırsak nasıl bir durumla karşılaşırız?

            İslam Din’i bireyi hedef aldığı kadar bir cemiyet dini, sosyal bir dindir. Cemiyet halinde İslamî bir hayat mı yaşayacağız, yoksa “dünya ayrı, ahiret ayrı” bir anlayışı İslam olarak kabullenip, birey ve toplum hayatımızda bölünmüş bir kişilik yapısı mı sergileyeceğiz?

            İnandıklarımızla yaptıklarımızın birbirini tutmasını mı istiyoruz, yoksa sağ elimizle dünyaya, sol elimizle Allah’a ulaşabileceğimizi mi düşünüyoruz? İkinci yolu tutarsak gündüz tefecilik yapıp gece ibadet etmemiz veya her türlü sapkınlığı işlerken kalbimizin Allah’a dönük ve sâf olduğunu iddia mı ediyoruz?

            İnsanın iki hayatı yoktur; bir hayatı vardır ve bu hayatta inandıkları ile işlediklerinin (amelleri) bir bütünlük arz etmesi gerekmektedir. Uyuşturucu kullanan, anne babadan ilgi göremeyen, beyni yıkanan… kişilerde meydana gelen “Dissosiyatif kişilik bozukluğu”, bizim Tanzimat’tan beridir yaşadığımız toplumsal bir travmadır.

            “Müspet bilimler” adı altında sadece beş duyumuza hitap eden (keşke etse) bir “bilim” kutsallaştırıldı ve insanlarımızın duygularını / inançlarını yok ederek adeta uyuşturucu kullananların haline dönüştürüldü. Devlet, anne baba hükmünde idi, çocuklarına ilgi göstermedi, onların inançlarını küçümsedi, hatta yargıladı; yalnızlığa terk etti. Beyinler, “sahte tanrılar ve kutsallarla” yıkandı. Batı adına “bireysel özgürlük” denildi, toplumsal ahlâk yozlaşmış oldu. Ahlâkın sosyal bir sistem olduğu unutuldu, çünkü “müspet ilim” veya “rasyonel düşünce” bizim bir cemaat olarak yaşamamıza yarayacak hiçbir şey getirmiş değildi. Bu durumda ahlâkın bütün kuralları yalıtıldı, yok sayıldı ve karşımıza bencil, yalnız kendini düşünen, saygısız, merhametsiz, cinsel sapmaları yaşayan, mazisinden hiçbir iz taşımayan “mankurt” tipler ortalığa hâkim olmaya başladı. “Kalbini temiz tutan”, fakat çevreyi kirleten, adeta yok sayan kişiler orta yeri doldurdu.

            Yüz yıldır İslam yönetime, yani hayata hâkim değil. Yetişen nesiller, İslam’ın Tevhidî inancıyla, hayatı bölmeyen, bütünlük arz eden anlayışıyla eğitilmiyor, yetişmiyor. Hangi parti iktidar olursa olsun, tutturulan yolun dışına çıkmasına izin verilmiyor. Yaşanan hayattan en fazla şikâyet edenler de bu hayatı bu millete dayatanların sevdalıları.

            Yok yok, sizin bugünkü durumdan şikâyet etmeye hiçbir hakkınız yoktur; çünkü bu anlayışı siz ve sizin gibi düşünenler saçtı bu milletin zihin yapısına.

            Batı’nın kalbi temizdi, Afrika’yı yuttu, savaşlarla insan kanıyla beslendi; bireyin sonsuzluğunu çaldı, onları ruh kaosuna düşürdü, sonra bu durumu unutmaları için uyuşturucu verdi ve bütün bunlara “uygarlık” dedi!

            Medeniyetin çocukları, sizler ümitsiz olmayınız ve kişiliğinizi böldürtmeyiniz. Hayat bir bütündür ve bu hayat, Hay olanın tecelligâhıdır.

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci