KALIBIN İNSANI MI KALBİN İNSANI MI?

D. Ali TAŞÇI

 



Bir ceylanın zıplayarak koşması, bir yağmur damlasının pürüzsüz şekilde yere inişi, bir yıldızın göz kırparak duruşu, bir otun yeşermesi, bir taşın asırlara meydan okuyan inadı, bir insanın hüznü veya sevinci... Tanık olduğumuz veya olamadığımız nice olaylar, duygular ve sırlar…


Bütün bunlar bir orkestranın ayrı ayrı enstrümanları. Kendi başlarına farklı ses verseler de koro halinde dinlendiğinde müthiş bir uyum sergiliyor. Bu koroda güneşin sesiyle otun sesi öylesine bir ahenk içinde ki, ne güneşi güneş olarak görebiliyor veya duyabiliyorsunuz ne de otu ot olarak.


İnsanın nabzı bazen bir kayada çarpar, taştan su fışkırır. Bulutlar, güzel bir ağzın duasına hedef olur, rahmet diye yere yağar. Gönül hüzne bürünür, dallarda yapraklar solar, hazan mevsimi gelir. Kalp sevinir, masmavi gökte kâh güneş gibi, karanlık gecede yıldız yıldız parlar, bahar sökün eder.


Varlığın merkezinde insan var.
İnsanın merkezinde kalp var.
Kalbin merkezinde ise Allah!


Sırlar evren içinde, evren insan içinde gizli. Aslında her insan kendi sırrının peşinde değil mi? Kimisi şarap sofrasında arıyor bunu, kimisi de camide. Hayat, bir arayışlar bütünü olarak karşımıza çıkar. Bulduğumuzu zannettiğimiz şey, içimizin aynasında özümüzü yansıtıyor mu, kapatıyor mu, bütün mesele burada. Gaflet, içimizin sonsuz sırlarından habersiz hayat sürmektir; işte bu affedilir şey değildir.


Hakikat, fani olan cesedimizden, sonsuz olan kalbimize doğru yolculuk yaparken insana yansır. Hayatımız hep bedensel kaygılar içinde geçiyorsa, bütün hikâyelerimiz -tilki gibi- dünya üzerinde olacaktır. İnsanın sırrı kendi hikâyesinde saklıdır. Hepimiz aslında başkalarının hikâyelerini dinlerken, sıranın kendi hikâyemize de geleceği heyecanını duyarak sabırla bekleriz. Derdimiz kendi hikâyemizledir, en çok ondan zevk alırız.

            Kendimize ve çevremizdeki insanlara bir bakalım; hepimiz, mutluluğumuzu adeta geleceğe ertelemişiz gibi durmuyor muyuz? Olacak olan, ne ise o olacak olan, şimdi değil de yarın olacak, gelecek zamanlarda bizi selamlayacak gibi durmuyor mu? Aslında bu duygu, aynı zamanda ahiret, yani sonsuzluk duygusudur; çünkü dünya, mutluluğu kaldırabilecek kadar güçlü ve dayanıklı değildir. En mutlu, en güçlü olduğunuz zaman bir olay, bir ölüm veya başka bir şey bütün olumlu duygularınızı alıp götürmüyor mu? Faniliği kalbinde yurt edinemeyenlerin ve Baki olana teslim olamayanların mutluluğu bir hayalden başka nedir ki? Fıtratını örtenler ebediyeti düşünmeyenler neyin peşinde olduklarını acaba kendileri de biliyor mu? Gerçek manada kadının örtüsünü, fıtratı açan ve ebediyet yolunu ışıklandıran bir şifre olarak niçin değerlendirmiyoruz? Gerçekten ahirette çok sürpriz vardır, bazıları için.


Kalıbın değil, kalbin insanı olmak. Kalıbın insanı kendi hikâyesinden başka hikâye bilmez. Kalbin insanı ise, kendi hikâyesinden yola çıkarak (kalıbını aşarak) insanlığın ortak hikâyesine (kalbine) ulaşmayı başaran insandır. Bu insan, birey olarak, tüm insanlık orkestrasının özgün bir ferdi, aynı zamanda insanlık korosunun da ortak sesidir.


Kalbin insanı olmak demek, bütün varlıkta O'nu, O'nu kalbinde görmek demektir. Başbakan evine gelse, ertesi gün farklı bir yüzle mahalleye çıkarsın. Utanmıyor musun, Rabbin, kalbinde misafir, varlık âlemine nasıl çıkıyorsun? Kalbine ihanet eden, sevgisine ve sevgilisine ihanet ediyor demektir. Hiç kimse "hain" olmak için yola çıkmamıştır; ama yol, çeşitli albenileriyle, şeytanî dürtüleriyle nice kalpleri hançerlemiştir. Yoldaki kan izleri bundandır.


Sen "Bende bu var" diyorsun. Bilmiyorsun ki sende olan şey sana perdedir. "Ben hayattayım" diyene de hayat perdedir. Perdeli yaşamak demek ışıksız yaşamak demektir. Savaş, işte bu karanlığın saldığı korkunun çocuğudur. Bütün savaşları kalbin insanları değil, kalıbın insanları çıkarmışlardır. En büyük savaş da kalıbın kendi kalbini hançerlemesiyle meydana gelen savaştır.


Kalıbın insanı, kazığa bağlanmış maymun gibi hareketli bir hayat sürerken, kalbin insanı gönlünün içinde nice okyanuslar akıtır da kimseye bir şey sezdirmez.


Her kelime sırra açılan bir kapıdır, okuyabilene; her şey sırdan bir tecellidir, bilene.


Geçenlerde, evin önünde oynayan çocuklara birer şeftali verdim. Sevindiler. Aslında sevinen bendim, şeytanın ellerini şeftaliden çekerek, canlara can olmaya vesile olmuştum. Bir şeftali kalbe giden Refref’in takozlarını kaldırabiliyorsa, bir canı kurban etmek, bütün bir âlemi değiştiremez mi?

 

 Nefis Amerika'sına kul olanların kıta Amerika'sına boyun bükmeleri, anormal sayılmamalıdır.


Hayal ettiğimiz şey uzakta değildir, aha şuracığımızdadır. Biliyor muyuz, bugün gerçek diye bildiklerimizin aslında hepsi hayal. Dün, hayal torbamıza girmedi mi?