MEVSİMLERİN AĞLAYAN YÜZÜDÜR SONBAHAR!

D. Ali TAŞÇI

 

                “ Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda.” diyen Mehmet Âkif kadar hüzünlü de olmasak, şu an yaşadığımız bir sonbahar mevsimi, hüznü de beraberinde getiriyor.

                Eskiler sonbahara “hazan” derlerdi. Yaprakların sararması, hüzün anlamlarına gelen bu mevsim, gerçekten insan duygularına birebir hitap ediyor. Doğaya çıktığınızda, etrafınızda titreşen yapraklar, rüzgârın uğultusu, üşüten yağmurlar ve hüzünlü yüzlerle sağa sola koşan insanlar, bir hazan mevsiminin varlığını kurşun gibi üzerinizde hissettiriyor.

                Ahmet Haşim ne güzel vurgular bunu:

                “ Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,

                Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,

                Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak.

                Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta

                Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta.”

                Sonbahar, yani hazan aynı zamanda insan ömrünün de son demleridir. Gün beş vakit, akşam ise, sondan bir önceki zaman. Artık güneş batmak üzere ve yolculuğa hazır olma vaktidir.

                “ Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

                Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.” dese de Yahya Kemal, bu gemi asla “meçhule” gitmez; asıl varacak olduğu limana doğru yol alır.

                Sonbahar evet, hüzünlü bir mevsimdir:

                “ Bir mevsim-i baharına geldik ki âlemin,

                Bülbül hamûş, havz tehi, gülistan harab.” ( Keçecizade İzzet Molla )

( Bu âlemin öyle bir bahar mevsimine geldik ki, bülbül suskun, havuz boş, gül bahçesi harap.)

                Bülbül, güle sevdalı, gül renk renk gülistanı alevlendirirken bülbül aşka düşer ve kendinden geçer. Oysa hazan mevsimi güller sararıp solar, toprak bakır renge bürünür, güneş ufuktan hüzünlü batar. O zaman bülbül ne yapsın?

                “ Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur,

                Yaprak, çiçek ve kuş dağılır tarumar olur.

                Mevsim boyunca kendini hissettirir veda,

                Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.” ( Yahya Kemal )

               

                Hangi faninin dünyaya bir vedaı olmayacaktır? Asıl dert ve sıkıntı, hatta bunalım, vedasız bir hayatta bulunduğunu sanmak ve ömrün hazanının hiç gelmeyeceği yalanına kendini inandırmaktır. Saçların ağarmayacağını, yüzün kırışmayacağını, belin bükülmeyeceğini ve dermansız dizlerle yürümekte zorlanmayacağını sanmak, ne kadar hoyratça bir aldanıştır!

                “ Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

                Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?

                Ya gözler altındaki mor halkalar,

                Neden böyle düşman görünürsünüz?” ( Cahit Sıtkı )

                Her yılın bir hazanı / sonbaharı olduğu gibi, her ömrün de bir hazanı vardır. Hazan aslında en olgun mevsimdir; çünkü meyveler ve hububatın çoğu bu mevsimde hasat edilir. Bir yandan ölüme hazırlanırken tabiat, diğer yandan da bolluğunu, bereketini yayar durur.

                İnsan, ömrünün sonbaharına gelmiş de hâlâ bir bereket, bolluk bırakamamışsa ömründe, asıl yaprak dökümü işte budur; meyvesiz ağaç ateşe yem olur.

                “ Durgun havuzlara işlesin bırak,

                Yaprakların güneş ve ölüm rengi;

                Sen kalbini dinle, ufuklara bak,

                Düşünme mevsimi inleten rengi.” ( A. Hamdi Tanpınar )

                Baharı yaşarken cıvıl cıvıldır, coşkuludur insan; ne var ki hazanın geleceğini pek hesaba katmaz. Sanır ki bu ayaklar hep koşacak, bu saçlar hep dalgalanacak, bu yüz hep gülecektir. Sonbahar, mevsimlerin ağlayan yüzüdür; hıçkırık sesidir, veda busesidir.

                Hazan- hüzün aslında üzüntü değildir; bir melâl, bir teslimiyet, bir kabulleniş ve hatta bir olgunluk asaletidir. Ömrün muhasebesinin yapılacak olduğu bir zaman dilimidir. Bir fanilik beratıdır, hazan, Mutlak Güç karşısında bir hüzünlü duruştur, bir acziyetini bilme erdemidir.

                      D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci