Millete yalan söylemekten vazgeçelim

Seyfullah FIRAT

Küresel oyunların veya küresel hesapların etki alanında olan bütün ülkelerde çok karmaşık ve karmaşık olduğu kadar bir o kadarda enteresan olaylar yaşanmaktadır. Emperyalizm geçmişte belli ülkeleri hedef olarak seçerken şimdilerde birçok ülkenin yer aldığı daha geniş coğrafyaları hedef almaktadır. Yakın geçmişte Balkanlarda cereyan eden olaylar kadar Afganistan da ve Irakta meydana gelen işgallerde aynı odakların kirli hesapları sonucu ortaya çıkmış kanlı olaylardır. Bugün Arap baharı etiketi altında sahnelenen bir nevi iç isyan olayları da küresel oyuncuların sahnelediği hadiselerdir.

İçinden geçmekte olduğumuz söz konusu bu süreçte Türkiye de yönetimi elinde bulunduran iradeye göre çevremizde olup biten olaylar bölge halklarının kendi iradesiyle ortaya çıkardıkları hareketlerdir. Biz bu bakış açısına maalesef katılamıyoruz ve iddia ediyoruz ki, çevremizde cereyan eden hadiseler gibi bizde bile cereyan eden birçok hadisenin arka planında aynı küresel oyuncular vardır. Türkiye son on yıl içerisinde takıp ettiği politikalarıyla geçmişi toptan reddi miras eden bir anlayışla çok hızlı bir süreçten geçmektedir. İktidar çevrelerine göre bu süreçte cereyan eden sosyal, ekonomik veya siyası olayların hepsi çağdaş bir dönüşümün veya değişimin sonuçlarıdır. Bize göre olup bitenler değişimden ziyade zoraki bir değiştirilmekten veya zoraki bir dönüştürülmekten başka hiçbir şey değildir. Devlet olarak, millet olarak küresel ağaların dümen suyunda yenidünya düzenine uyarlanacak şekilde yeniden formatlanıyoruz. Bu acı gerçeği milletten saklamanın hiçbir anlamı yoktur. Millete yalan söylemekten vazgeçilmedikçe, doğrular millet evlatlarına anlatılmadıkça hepimiz tarih önünde sorumluyuz.

Seçim meydanlarında veya televizyonların ekranların da Hukuk devletini dillerinden düşürmeyenlere, bu ülkede hiçbir zaman seçkinlerin hukuku olmayacak diye çalım satanlara, devlet hayatında süreklilik ilkesi geçerlidir diyerek milleti kandıranlara şu olup biten en son olaylardan sonra hiç ama hiç güvenim kalmadı desem yalan demiş olmam.

Ülkenin çok kötü bir şekilde yönetilmesinden, hukukun kaygı verecek manada siyasallaşmasından, devlet hayatının intikam alanına dönüştürülmüş bulunmasından dolayı bir vatandaş olarak ciddi manada rahatsızım. Bir vatandaş olarak şu andan itibaren beni ülkemin bekasından veya milletimin geleceğinden başka hiçbir mesele çok fazla ilgilendirmiyor. Çünkü devletimin bekası meselesi, milletimin selameti hususu bütün önceliklerimin önüne geçerek diğer önceliklerimin hepsini geri plana itmiş bulunmaktadır.

İktidar, muhalefet ilişkilerinin nasıl seyredeceği veya nasıl seyrettiği bundan sonra benim hiç umurumda değildir. Çünkü her iki kesimden de ciddi manada umudumu kesmiş bulunuyorum. Umarım bu umutsuzluk yalnız bana mahsus bir durumdur. Çünkü kitlesel moralsizlik bir ülke için felaketlerin en büyüğüdür.

Bundan böyle kim ne derse desin veya kimler ne düşünürse düşünsün. İsteyenler istediklerinin etrafında pervane olsunlar veya birbirlerinin kuyularını kazmaya devam etsinler. Kim kiminle sarmaş dolaş olursa olsun, kim kime çıkar savaşı açarsa açsın. Kim kimden korkarsa korksun veya kim kime selam durursa dursun. Bunların da hiç birisi beni bugün gelmiş bulunduğumuz şu noktan sonra zerre kadar ilgilendirmiyor.

Ben şahsen bundan böyle hiçbir kimsenin ne vazgeçilmez dostuyum nede iflah olmaz düşmanıyım. Ülkemin birliğinden yana olanların, bu millete muhabbet duyanların, bu milletin kültür atmosferi içerisinde hayat sürüp milli ve manevi ortak paydalarımızla barışık olan herkesin dostuyum. Bu değerlerden nasıpsız olan veya temel orijinlerimizle kavgalı bulunan, intikam hırsıyla geçmişi reddi miras etme kanserine yakalanmış olanlar her kim olursa olsunlar, hiç tereddütsüz onların amansız düşmanlarıyım.

Hiçbir zaman hiçbir kimsenin veya zümrenin şükürler olsun bugüne kadar emir kulu olmadım ve bundan sonrada asla olmam. Hiçbir siyası partinin yörüngesinde sürüklenen veya sürü psikolojisiyle siyaset yapan kontrolsüz bir uydu olmadım ve asla da olmam. Ülkem ve milletim adına doğru bulduklarımı karşılıksız ve şartsız olarak desteklerim, ülkem için zararlı haller içerisinde olduğunu gördüğüm her kim olursa olsun hiç çekinmeden yakasından tutar adam gibi karşısına dikilmeyi vatandaşlık hakkım olarak bilirim.

Türkün töresinden gelen şu sese derin bir hayranlık duyarım ve bu kutlu çağrıya riayet etmeyi Türk ve Müslüman olmamın bir gereği olarak sayarım. O kutlu ses bizlere der ki “ Hayatım boyunca ne kölelere efendilik nede efendilere kölelik yapmadım”  İşte Türkün karakteri budur ve bendenizde çocuk yaşlarımda bu karakterle uyumlu bir şekilde yaşamaya karar vermiş bulunuyorum.

Ortak kaderini paylaştığımız bu memlekette bugün gelinmiş olunan en son noktada bir korku imparatorluğunun gölgesinde hayat sürmeye mahkum düştüğümüzü biliyoruz. İsteyen istediğinden korksun veya dileyen dilediğinin önünde eğilip iki büklüm olsun. Dileyen dilediği kadar kirli çamaşır bohçacılığı yapsın veya isteyen istediği kadar tehdit ve şantaj yöntemleri geliştirip dursun. Bunların hiç birisi bizi hakikatleri haykırmaktan alıkoyamayacak, hiçbir tehdit veya şantaj bizi korku imparatorluğunun sığıntısı yapamaya yetmeyecektir. Haksızlık karşısında susan şeytanlardan olmayacağımız gibi üç kuruşluk dünya çıkarı için renk değişikliğine giden maskaralardan da asla olmayacağız.

Her türlü güç ve kudret bizim elimizdedir, dilediğimizi dilediğimiz adrese postalarız diyen zihniyete isyanım var. Bize biat edeceksiniz yoksa bizden korkun diye insanlara korku değneği gösteren zihniyete karşı durmayı şereflerin en büyüğü olarak telakki ediyorum. Bu can bu bedeni terk edinceye kadar asla düzenbazların değirmenine sutaşıma onursuzluğunu yaşamaya katlanamam veya zalimlere asla boyun eğemem. Allahtan başka hiçbir güç karşısında asla el bağlamadım ve bundan sonra da asla bağlamam. Zalimlerin zindanları varsa mazlumların da Allahları vardır inancına sığınırım ve huzur bulurum.

Hakikati konuşmaktan, yalan ve dolanlara karşı çıkmaktan asla imtina etmem. Korktuğum ve ürperdiğim tek durum ülkemin sürüklenmekte olduğu uçurumdur. Millet olarak çok ama çok tehlikeli bir süreçten geçtiğimizi görüyorum ve bu tehlikeli sürüklenişe dur demesi gereken çevrelerin içinde bulundukları uyuşukluk ve gafleti görünce de bir o kadar daha ürperiyorum.


Ülkenin bugünkü fotoğraf hiç ama hiç hoşuma gitmiyor. Devletin en üst düzey kurumları birbirlerini imha etmenin peşine düşmüşler ve birbirlerini terör örgütü olmakla suçluyorlar. Ülkeyi yönetenlere gelince onlarda kendilerine muhalefet eden herkesi düşman ilan edip içeri tıkmayı kendilerine temel hak olarak görüyorlar.

İktidarın rövanş alma gibi bir anlayışı sonucu ülke resmen tutuklular evine döndürülmüş bulunuyor. Dünyanın en despot ülkelerinde bile tutuklu insan sayısı mahkum insan sayısının çok gerilerinde kalırken benim ülkemde tutuklu insan sayısı mahkum sayısıyla adeta yarışıyor.

Devletin polis teşkilatı devletin omurgası olan MİT teşkilatını terör örgütü diye takibe alıyor ve devletin savcıları duruma el koyarak ilgilileri mahkemeye çağırarak ülkede kurumlar arasında savaş çanları çalıyor. İktidar çevreleri derhal işe el koyup iki polis müdürü görevden el çektirilirken söz konusu mahkemenin savcısından da ilgili soruşturma dosyası alınarak enteresan durumlara şahitlik ediyoruz.

Kamuoyunda çok tehlikeli ölçülerde bir bilgi kirliliği yaşanıyor. Birilerine göre Adliye ve Emniyet koalisyonu iktidara ve iktidar yanlısı çevrelere değnek gösteriyor, başka birilerine göre de hükümet ve cemaat sürtüşmesi sebebiyle kurumlar arasında ki eşgüdüm sarsıntı üstüne sarsıntı yaşıyor. Bu iddialar doğrudur veya yanlıştır hiç fark etmez, en son kalemiz olan Türkiye Cumhuriyet devleti çökme tehlikesi yaşıyor.

Bütün bunlar yetmezcesine birde etkin ve yetkin bazı çevrelerin hiç başka bir sıkıntımız yokmuş gibi bu devletin muhteşem geçmişine karalar çalmak için bir takım çıbanlarımızı kaşımaya ısrarla devam ediyorlar. Dışarıda Ermeni diasporası, içeride geçmişi reddi miras etmeye yemin etmiş çevrelerin anlaşılmaz saldırıları karşısında millet olarak tehlikeli boyutlarda zihinsel bir kirlenmeyle karşı karşıyayız.

Bugünü şirin göstermek isteyenlerin utanmadan geçmişe sövmeye kalkmaları, geçmişi reddi miras etmeyi adet ve görev etmişçesine baltasını eline alanların bu kutsal gövdeye baltalarını sallayıp durmaları beni kahrediyor ve geleceğimiz adına korkutuyor. İşte ben bu fotoğrafın karşısına geçip bu resmi çizen ressamları maalesef birileri kadar ben şahsen kolayca ve ucuzundan alkışlayamıyorum. Karşıma konan bu karmaşık fotoğrafı hiç ama hiç beğenmiyorum. İşte bu tablo karşısında emin olun ki ülkem adına, milletim adına sarsılırcasına korkuyorum ve titriyorum.

Ne tuhaftır ki, dünya ya devlet nedir öğretmiş bir milletin evlatları olarak bugün kendi devletimizi karalamak için kuyularda kemik aramaktan alında geçmişin vadilerinde unutulmaya yüz tutmuş her ne kadar olay varsa hepsini gündeme taşıyıp yakalandığımız zelzelenin hasar gücünü artırmak için elimizden geleni yapıyoruz.

Dini cemaatlerin belli bir hareket alanı ve belli bir misyonları vardır. Bugünkü cemaat toplum, cemaat iktidar ilişkilerine baktığımız zaman söz konusu cemaatin cemaat olma sınırlarını çok aştığını, iktidarı tepeden tırnağa kadar kuşatmaya çalıştığını görüyoruz. Bediüzzamanın siyasetten uzak durulması tavsiyesinin de tutulmadığını, söz konusu cemaatlerin boğazlarına kadar siyasete gömüldüklerini bu vesileyle de görmüş oluyoruz. 

Devletin kurumları adeta devleti kuşatmak isteyen çevreler tarafından paylaşılmış ve şimdide taraflar bir birleriyle kıyasıya bir savaşa sürüklenmişler gibi bir görüntüyle karşı karşıyayız. Ülke bölünme ve parçalanmayla yüz yüze gelmiş kimsenin umurunda değil. Ülke kaoslara doğru sürükleniyor kimse farkında değil. Ülkede hukuk devleti olmaktan hızla uzaklaşırken birileri korku imparatorluğu kurmanın gayreti içindeler.

Üstünlerin hukuku olmayacak diyenler şimdi kendi hukuk anlayışlarını hakım kılmak için gelişi güzel düzenlemelere giderek sarsıntıyı aşmaya çalışıyorlar. Yandaş takım şimdi ikiye bölünmüş durumda ve farklı mevzilerde herkes yerini almanın hazırlığında. Daha düne kadar yan yana olanlara neler oldu ki veya neleri paylaşmadılar ki şimdi bu manzaralar çıkı verdi ortaya.

Koskoca Türk Ordusunun terör örgütü ilan edilip imha edilmek istendiği bir ortamda bu iddiaların sahiplerinin terör örgütü ile müzakere etmesini, söz konusu müzakerelerin bir takım protokollere bağlanmasını bu millete nasıl izah edecekler acaba. Söz konusu görüşmeleri yapanları sorgulamak isteyenlerle bu kurumların önünü bir takım kanuni düzenlemelerle kesmeyi tasarlayanlar aynı ülkenin insanları veya kurumları değiller mi?

Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir ülkesi bu kadar kötü yönetilmemiştir sanırım. İktidarın görevi kurumları çatıştırarak kendi kadrolarına alan açmak değildir. İktidarların görevi ülke insanını bir baştan diğer başa kadar kucaklamak ve huzura kavuşturmaktır. Huzur yerine kargaşa, kucaklama yerine zıtlaşma, kaynaşma yerine ayrıştırma, kurulu düzeni yaşatma yerine düzenin altını boşaltma dünyanın hiçbir demokrasisinin kaldırabileceği durumlar değildir. Biz buradan necip Milletimize bir kere daha söz veriyoruz.

Türk Milletinin bekası için her çeşit çileyi göğüslemeye karar vermiş insanlar olarak bundan böyle hiçbir baskıya, tehdide, şantaja, iftiraya zerre kadar aldırmadan bu Cumhuriyetin yanında yer almaya, kurumlar arası çatışmaları önlemeye kararlıyız ve gerekirse bu uğurda her çileye katlanmaya da hazırız. Devletsiz millet olmaz, milletin olmadığı yerde de devlet olmaz.

Meseleye isteyen istediği taraftan baksın ve işine geldiği gibi yorumlasın. Bana göre bu meselede Sayın Başbakana da bir tuzak kurulmuştur ve Sayın Başbakan da bu tuzağa düşmüş bulunmaktadır. Bundan böyle MİT mensuplarının yargılanmalarına Başbakanın izin vermesi konusu hiçbir Başbakanın taşıyamayacağı kadar ağır bir yüktür. Sayın Başbakan yapılan son yasal düzenlemeyle bu yükün altına girmişlerdir. Unutmayalım ki, daha çok yakın tarihte Türk Ordunsa sahip çıkanlar bugün kodeste beden çürütüyorlar. Geçmişte bu ülkede Başbakanlık yapmış nice insanlar örgütlerle ilişkilendirilmek isteniyor. Bu ülkede bu şeytan değirmenleri döndükçe bu değirmenin öğüteceği üne her zaman taş kırıntıları karışacaktır maalesef.

Hakikati konuşmaktan korkmamak, korku imparatorluğu peşinde olanlara teslim olmamak bana göre günümüzde insan olabilmenin en erdemli yoludur. Zaman hakikati konuşmaktan korkamayan yürekli insanların konuşması gereken bir zamandır. Tıpkı Kurtuluş savaşı öncesi Mustafa Kemallerin, Kazım Karabekirlerin ve daha nice kule insanların konuştukları gibi. Biz öyle inanıyoruz ki, şartlar her ne olursa olsun bu milletin sağ kalabilmiş sağduyu sahibi evlatları bu devleti ve bu Cumhuriyeti ilelebet yaşatmaya kararlıdırlar. Biz o yürekli insanlara buradan bir defa daha selamlar olsun diyoruz.