MİLLETİNE ADANMIŞ BİR ÖMÜR

İlhami GÜNAYDIN

                       
Önce seveceksin, sonra inanacaksın, sonra inandığın değerler uğrunda aşkla, şevkle azim ve kararlılıkla mücadele edeceksin. Ardından başarı kendiliğinden gelir.
Evet, Reis de öyle yapmadı mı?  Önce seçmiş olduğu hizmet yolu olan siyaseti sevdi. Davasına inandı ve inandığı davası için yılmadan yorulmadan çalıştı, gayret sarf etti ve başardı. Başarının sırrı iyi bir talebe olmaktan geçiyordu. Dava dediğimiz okulun, önce dürüst ve ahlaklı, faziletli bir talebesi olmak, ardından makamlar istenmeden verilir. Öyle de oldu. Sandık müşahitliğinden başlayan kutlu yolculuk sırasıyla; İlçe başkanlığı, İl başkanlığı, Belediye başkanlığı, Parti Genel başkanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığına uzanan uzun ve meşakkatli bir süreç…
Evet, bu yol, çok çetin çetrefilli ve riskli bir yoldur. Bu uğurda darağacında asılan bakanlar, Başbakanlar olduğu gibi, mahküm edilerek hapishanelerde yatanlar da olmuştur. Bu uğurda suikastlere kurban olmak da var. Bunun için bu yola, davana inanarak ve kefenini giyerek çıkacaksın. Yaşarsam ‘’Halka hizmet, Hakka hizmettir’’ anlayışından hareketle Millete hizmet etmenin bahtiyarlığını, ölürsem de, vatanıma ve Milletime hizmet yolunda şehadete ermenin manevi hazzını yaşarsın. Reis de her seferinde öyle demiyor mu? Biz bu yola kefenimizle çıktık. Kefenini giyen insan cesur olur, kararlı olur, inançlı olur. İşte bu inanç ve kararlılığı, kısa zamanda kendisini basamakları bir bir tırmanarak İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına taşıdı. 
İstanbul, Avrupa’nın bir çok devletlerinden daha fazla nüfusa sahip olduğu metropol bir kent, ülkemizin ve dünyanın önemli vilayetlerinden biri. Buna rağmen İstanbul on yıllar hep ihmal edilmiş, hak ettiği hizmetleri alamamış. Belediyelerdeki yolsuzluklardan tutun, hava kirliliği, susuzluk, çöp dağları İstanbul’u yaşanmaz hale getirmişti. Hani bir atasözümüz var ,’’İnanç tekeden süt çıkarır.’’ İşte böylesine inanmış yiğit bir adam sahneye çıkıyor, biz ona Reis diyoruz. İstanbul’un sorunlarına dört koldan sarılıyor. Önce temizlik. Çöp arıtma tesisleri kurmak suretiyle çöp dağlarını ortadan kaldırdı. Bu milletin paralarını su sorununu çözmek bahanesiyle yağmur bombaları alarak çarçur edenlere ders verircesine Istrancalar’dan beri döşediği borularla kısa zamanda İstanbul’un su sorununu da çözdü bu yiğit insan. ‘Tayyib’in işi Allaha kaldı’ diyenler bir kez daha yanılıyorlardı. O yıllarda hava kirliliği yüzünde gazeteler promosyon olarak gaz maskeleri dağıtıyorlardı. İnsanlar dışarı çıkamaz, nefes alamaz durumdaydı. Bunun için doğalgaz çalışmalarına hız verildi ve kısa sürede İstanbul’un hava kirliliği de ortadan kalktı. Haliç’in temizlenmesi, altgeçitler, üstgeçitler, yollar derken İstanbullu rahat bir nefes alıyordu. İstanbul artık Şehremini’ni bulmuştu. Altyapı, üstyapı, metrolar derken İstanbullu bırakın sorunları, konforu yakalamıştı. Bırakır mıydı artık ustasını…
Fakat İstanbul’un rantını, kaymağını yiyen siyasi rakipleri boş durmuyordu. Onu düşürmek için her türlü kumpası kuruyorlardı, lakin hiçbir açığını bulamıyorlardı. İşi sadece halka hizmet olanın ne açığı olabilirdi ki. Fakat maksat üzüm yemek değil de bağcıyı döğmek olursa, suç sayılmayacak şeyleri de suç olarak göstermek, ‘yerleşik düzen’ için hiç de zor değildi. Bunun için şer güçler tarafından düğmeye basıldı. Ziya Gökalp’ın Milli eğitim müfredatına girmiş şiirlerinden bir bölümünü Siirt gezisinde okuyan Reisi cezalandırmak isterler. Mahkeme, tutuklama ve ardından cezaevi serüveni… 
Rabbim istedikten sonra kuyuya atılan Yusuf’u Firavunun sarayında vezir ettiği gibi, Reis’in de yolunu açarak, kurmuş olduğu partiyi ilk seçimlerde iktidar ve ülkesine başbakan, ardından da Cumhurbaşkanı yapar.
İktidara geldiğinde, ülkenin bankaları batmış, kasaları boşaltılmış, İMF ye olan borçlarını bırakın anaparayı, faizlerini dahi ödeyemeyen, memuruna maaşını ödeyemeyecek durumda olan batmış iflasın ve uçurumun eşiğinde olan müstemleke bir ülkeden,  her alanda kalkınan, İMF’nin borcunu ödeyerek, borç verme pozisyonuna geçen, duble yollarla, metrolarla, hava alanlarıyla, üniversiteleriyle, şehir hastaneleriyle, köprüleriyle, savunma sanayi hamleleriyle her alanda kalkınan ve şahlanan, dosta güven, düşmana korku salan bir ülke haline gelmenin haklı gururunu yaşıyoruz.
On altı yıldan beri milletin oylarıyla iktidara gelen, hizmetlerine fasılasız devam eden, AK Parti hükümetlerini ve onun liderini, dışarıdan küresel güçler, içeriden de, Reis gibi seçilerek değil de kaset kumpasıyla getirilen işbirlikçileri tarafından diktatör yakıştırması suçlamalarıyla yıkmaya çalışanlar başarılı olamadılar, olamayacaklardır.
Haçlı Siyonist ittifakı ülkelerin, ülkemizi bölmeye ve parçalamaya yönelik kurmuş oldukları PKK, PYD, YPG, İŞİD gibi taşeron örgütlerle üzerimize gelmeleri netice vermeyince, 15 Temmuz hain alçak FETÖ girişimleri de Reisimizin dik duruşu ve ferasetiyle, aziz milletimizin de kararlılığıyla yeni bir bağımsızlık destanı yazılarak püskürtüldü. Terör örgütleriyle ve içerideki işbirlikçi hainlerin marifetleriyle başaramadıkları işgal hareketinin devamını, şimdi de ekonomimizi çökertmek için başlattıkları Reza Sarraf olayıyla devam ettirme çalışmaları, ne NATO üyeliğimizle, ne de Müttefiklik bağlarımızla izah edilebilir. NATO ve müttefik ülkelerin asli görevleri, ittifak ve NATO üyesi ülkelerin sıkıntılarını çözmek ve katkı sunmaktır. Lakin bugün NATO ve ittifak içerisinde olduğumuz devletler, tam aksine terörü finanse ederek üzerimize saldırıyorlar. Demek oluyor ki NATO’nun gerçek amacı haçlı Siyonist ittifakının haklarını korumak ve kollamak. Reis bunun için ‘dünya beşten büyüktür’ diyerek bu yapıyla restleşmiştir.
Varşova paktının çöküşünden sonra tek kutuplu dünya, insanlara sadece kan, gözyaşı ve zülümle birlikte ülkelerin parçalanmalarına, sefaletlerine sebebiyet vermiştir. Bunlar, hedeflerinde olan ülkelere, başlangıçta demokrasi ve insan hakları edebiyatı ile girerler, çıktıklarında ise yüzbinlerce insanın öldürüldüğü, parçalanmış hayalet bir ülke bırakırlar. Afganistan, Vietnam, Mısır, Libya, Irak, Suriye işte bütün bu devletlere demokrasi getireceklerdi. Bakın bakalım ‘neler getirdiler, neler götürdüler!’
Her şey ortada. Zaman bir ve beraber olma zamanı. Açıktan saldırıya geçtiler. Ümmetin son kalesini düşürmeye çalışıyorlar. Bunu görmemek ahmaklıktır. Evet  Millet samimi olarak vatanının, bayrağının ve Reisinin yanında . Lakin  Reis, görevi başında olan bazı bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları, il başkanları, ilçe başkanları vs. teşkilatlardan hala samimi olarak duruş sergileyemediklerinden dem vuruyor. Olayın ciddiyetinde olmayan sosyal medyayı kullanarak sayfalarında FETÖ yapılanmasından bahsedemeyenler olduğu gibi, bu tarz paylaşımlara da beğeni yapmaktan çekinenler var. Haklı olduğumuz davada bile, bunca uyduruk iftira dolu saldırılara sosyal medyayı kullanarak sayfanda karşı saldırıyla haklı davana destek veremiyorsan ne diye bu davanın içerisinde yer aldın. O zaman ben sana dava adamı değil para adamı derim. İşgal ettiğin koltuğun hakkını her gittiğin ortamda, her yaptığın programda, sosyal medyada, her gittiğin etkinlikte ana gündem maddesi Reisin yaptığı gibi, dış ve iç güçlerin ülkemiz üzerindeki operasyonları ve oyunlarını dile getirmek olmalı…
Uyanmamız için son olarak CİA Eski Direktörü Graham E. Fuller İslamsız dünya adlı kitabının bir bölümünde bakın ne diyor;
ABD’nin dünya hakimiyetinin önündeki tek engel, sunni müslümanlardır. Vehhabilerle ortak çalışıyoruz. Şiileri kullanıyoruz. Sunni iktidarların yıkılması, sunniliğin kalesi olan Türkiye’nin yıkılmasıyla mümkün olacaktır. Adamlar bu kadar net.
ABD Eski dışişleri bakanı Henry Kissenger de, Amerika iki sebeple güçlüdür diyor;
1-Ülkesindeki vatan hainlerini bulur ve öldürür.
2-Diğer ülkelerdeki vatan hainlerini bulur ve kullanır.
Bunlar üzerinde biraz akıl yormamız gerekmiyor mu?
La galibe illallah( Allah’tan başka galip yoktur).
La tahzen innellahe meana (Allah bizimle beraberdir).
La tahzen inne maal usri yüsran ( Üzülme, her zorlukla birlikte kolaylık vardır.
Sahipsiz vatanın batması haktır, sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır. (M. Akif Ersoy)
Selam ve dua ile…