MİLLÎ DURUP EVRENSEL DÜŞÜNMEK

D. Ali TAŞÇI

 

                “Musa’ya ve kardeşine şöyle vahyettik: Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi ibadet mahalli yapın ve namaz kılın. (Ey Musa) İnananları müjdele.” (Yûnus Suresi, 87. Âyet)

                Zor zamanlarda, toplumların bozulduğu dönemlerde, insanların kıyıcılığının öne çıktığı sıralarda; insanlığını kaybetmemiş kişilerin, insanlıklarını korumaları için önemli ve kalıcı şeyler yapmaları kaçınılmazdır.

                Her çağ/dönem, o zamanda yaşayan insanların birçokları için zor zamanlar olmuştur. Tarih, bu zor zamanları bize hatırlatır. O zamanların zorlukları, kendi zamanlarının anlayış, yaşayış ve kavrayışlarıyla doğru orantılıdır. Geçmiş zamanların zorluklarının aynısını bugün yaşamak elbette mümkün değildir. Ne var ki, tarih sahnesinde yaşananları bilmek, onlardan günümüz için dersler çıkarmak hayati önemdedir.

                Mesela, İkinci Ramses (Firavun) döneminde insanlar, Firavun’un ilahlığa kalkışmasından dolayı çok acı zulümler görmüşlerdir. Nemrut’un ateşi, Hz. İbrahim’i yakmaya kalkışmıştır. Ashab-ı Kehf’i (Mağara Arkadaşları), Roma’nın Dikyanus’u ölüme mahkûm etmiş, onlar da mağarada Allah’a sığınıp orada 309 sene uyumuşlardır. Yakın dönemde Birinci ve İkinci Dünya Savaşları yaşanmış, milyonlarca insan ölmüştür. Milyonlarcası da sürgüne, göçe zorlanmıştır. Kısacası dünyada huzur ve sükûn dönemlerinin yaşandığı devirler çok az olmuştur.

                Bugün de hayat dünden çok farklı değildir. Akıl almaz silahlar insanlığı huzursuz ederken, iletişimin tavan yapması, insanların beyinlerini hegemonyası altına almıştır. Gelir dağılımının ölçüsüz olması, alttakilerle üsttekiler arasındaki mesafenin hayal edilemez derecede ulaşılamaz oluşu, devletlerarasında ekonomik savaşın hızla ilerlemesi ve en önemlisi, devletleri yönetenlerin egolarının çağı aşması, dünya insanlarını adeta bunalıma sokmaktadır.

                Bu dönemde “Müslümanım” diyenler ne yapmalıdır?

                En başta çocuklarımızı eğitip, geleceğe hazırlamak zorunda ve durumundayız. Bunun için de uzun vadeli planlar yapmak boynumuzun borcudur. “Eğitim” dedik, fakat biliyorum ki, bu satırları okuyanlar acı acı gülüyordur. Evet, bugün çocuklarımızı fıtri açıdan eğitebilecek olduğumuz resmi bir kurum maalesef yoktur. Bu satırları, 45 yılını eğitime adamış birisi olarak ve içime biber gibi acılar ekerek yazıyorum. Resmi kurum olmadığı gibi, özel kurumlar da bunu karşılayacak düzeyde değildir. Zamanında öylesine acı bir tohum ekilmiştir ki ülkemize, okudukça kendi ülkesini küçük gören, ülkesine güvenmeyen nesiller yetişmiş, böyle olması için adeta yarışılmıştır. Ve herkes –güya- işin farkında olmasına rağmen üç maymunları oynamaya devam etmiş ve etmektedir.

                Eğitim, sadece müfredat hazırlayıp sınıflara sunmak değildir; çocuklarınızın dünya ve hayat algısını, kendi ülkeniz lehine çevirebilmektir. “Çağdaş uygarlık” diyoruz, madem kızıl elmamız budur, o zaman beyin göçünden neden ve niçin şikâyet ediyoruz? Çocuklarımızın hayal dünyasını “çağdaş uygar” dünyaya çevirip sonra da oturup ağlamanın bir anlamı olmasa gerek!

                Cumhuriyet kurulduktan sonra, yeni devlet oluşurken, devletin bürokrasisinde görev alacak kaç Anadolu insanı vardı? Anadolu insanı savaşlarda şehit olmuştu. Görevi devralanlar, Osmanlı dönemindeki azınlıkların, tuzu kuruların yurt dışında okumuş çocukları olmuştu. 1930’larda üniversitelerimizi, Alman (çoğunluğu) Yahudi (ve bazıları Hıristiyan) profesörler kurdu. Eğitimimizin müfredatı, ondan önceki asırların birikiminin getirdikleriyle değil, tamamen taklidi bir şekilde, Batı’nın müfredatının aynısı alınarak çocuklarımıza sunulmuştur.

                Çocuklarımız feryat ediyor! İnançsızlıkla, cinsellik tutsaklığıyla, uyuşturucu kıskacıyla, saygıyı kaybetmekle, merhametten uzak kalmakla ve en acı olanı da yabancı hayranlığıyla kaynamaktadır gençliğimiz. Adı bize benzeyen birileri yaban ellerde çıkıyor, Nobel ödülü alıyor. Bir diğeri kovid aşısını buluyor… Benim ülkemin çocukları da ağızlarını açıp, gözlerini kapatarak hayran hayran onları izliyor, o ülkelere ne zaman gidebileceğinin hayallerini kuruyor. Bundan daha büyük, ülke aleyhinde reklam olabilir mi?

                Hâsılı, bu ülkenin ana damarını oluşturan kesimler, geçmişin yanlışlarından da ders alarak acil bir şekilde bir eğitim seferberliği başlatmak zorundadır. Geçmiş dönemlerde nerede ve nasıl bir yanlışlık yapıldığını iyi tesbit edip, geleceğe dönük planlarını oluşturmalıdırlar. Bunca “İslami teşekküller”imiz var ve bunca yıldır da faaliyet gösteriyor. Allah aşkına söyler misiniz, kaç tane çocuğumuz Çince, Japonca, Rusça… gibi dillerle donatılmış, kaç tanesi Afrika, Balkan, Uzak Doğu uzmanlığı için hazırlanmış ve seferber edilmiştir?

                Bu topraklarda milli durup, evrensel düşünmeyenler uzun vadeli oturamaz. Milli düşünebilmemiz için sosyal bilimlerimizi milli bir anlayışla hazırlamalı, çocuklarımızın zihniyetlerini sağlam verilerle donatmalı ve fen dallarını da evrenselliğe açmalıdır. Zihniyetler milli olmalı, zihinler evrensel. Böyle olursa, hem kendi olur, hem de insanlığa yararlı bir insan olup çıkar. Bunu başaramazsak, “Batı, batı” diye ağızlarından salyalar akıtarak her türlü milli değerlerine düşman nesilleri kendi ellerimizle yetiştirmiş oluruz.

                Bütün bunlar için evlerimizi insanlık üssü yapmalı, aile değerlerimizi azami derecede ayakta tutmalıyız. Bu da Allah’a kulluğun zirvesi olan secde ile taçlanır ve başarılır. Biliniz ki, ailede çocuklarınıza Allah’a kulluğu veremezseniz, onun hayatı hep mahlûka kullukla geçecektir.

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci