MÜSLÜMANIM DİYENLER HÂLÂ NAMAZ KILMIYOR!

D. Ali TAŞÇI

 

                Mesnevi’den bir hikâye ile başlayalım:

                Bey’in biri hamama gitmek ister. Kölesine, “ Tası, peştemalı, kili al da hamama gidelim.” diye seslenir. Köle de bunları alarak, Bey’i ile birlikte hamamın yolunu tutarlar.

                Yolda giderlerken, yolun üstündeki bir mescitten sabah ezanı hüzünlü bir makamla okunmaktadır. Köle, namazına düşkün bir güzel Allah’ın kuludur. Bey’ine seslenir, “ Bey’im, siz bu dükkânda oturun, ben de mescide giderek namazımı kılıp hemen yanınıza geleyim.”

                Köle, mescide girer, namazlar kılınır, herkes dışarı çıkar; fakat köle bir türlü dışarı çıkmaz. Bey buna sinirlenir ve mescidin kapısından köleye: “ Ey köle, neden dışarı çıkmıyorsun?” diye bağırır.

                Köle: “ Ey muhterem efendim, beni bırakmıyor ki dışarı çıkayım!”

                Bey: “ Mescitte kimse kalmadı, seni kim bırakmıyor? Seni orada kim tutuyor?”

                Köle: “ Seni dışarıda bağlayan yok mu, beni de içeriye o bağladı. Seni mescide sokmayan, dışarıda bırakan, alıkoyan var ya, işte o beni de mescitte tutuyor, dışarıya bırakmıyor. Sana bu tarafa adım attırmayan, benim de dışarı adım atmama engel oluyor.”

                Yıllar önce, yaşlı fakat hâlâ namazını kılmayan bir adama ben de sormuştum: “ Ey amca, bunca yaşına rağmen hâlâ neden namaz kılmıyorsun?” Verdiği cevap kulağımda uğuldayıp durur. Bana, karşı yamaçtaki devasa gürgen ağacını göstererek: “ Sen o ağacı parmağınla kırabilir misin?” dedi ve ekledi: “ Namaz kılmak bana o kadar zor geliyor!”

                Sevgiliyle oturmak, bakışmak, sohbet etmek kimin hoşuna gitmez ki! Ya ateşler üzerinde oturmak, düşmanla yüz yüze bir arada bulunmak, sevmediğin, sevilmediğin bir ortamı paylaşmak kimin hoşuna gider?

                Namaz, Mutlak Sevgili’yle konuşmak, O’na teslim olmak ve bunun mutluluğunu doya doya yaşamak, sana varlığını bahşedene secde ederek, ruhunun nağmelerine kulluk bestesi yapmak; kıyamda insan onurunu hissetmek, rükûda bu onuru sana verene hamd etmek ve secdede ebedi devlete kavuşmanın mutluluk gözyaşlarıyla şükrün ummanına kavuşmanın… adı olsa gerek.

                İnsan kendi varlığını ve varlığını sürdürmesine yardım eden unsurları sever. Devamlı hayatta kalma sevgisi, aile, dostlar, servet ve sağlık gibi unsurlar sevilir; çünkü bunlar hayatın kalitesini artırır. Bunlar amaç değil, araçtır; insanın yatırımı kendinedir.

                İnsan, kendine yardım ve iyilik edenleri de sever. Şartlı bir sevgidir; zatı için değil, menfaati için sever. Para, iş yaptığı için sevilir.

                Menfaatsiz, karşılıksız sevgi. Bu fıtri, yaradılış gereği olan bir sevgidir. Geçmiş kahramanların sevilmesi gibi.

                Seven ile sevilen arasındaki benzerlik ve yakınlıktan doğan sevgi. Şahsiyetleri ve tabiatları benzer kişiler arasında oluşur. Genç- genç, yaşlı- yaşlı… Cins, cinsini çeker.

                Var olma arzusu en başta geldiğine göre, seni var eden kimdir? Bu durumda doğrudan Allah’ı sevmemiz gerekmez mi? Yaratma, ihsan (iyilik ve yardım) O’ndan değil mi? Sana karşılıksız rızkını veren O değil mi? İyileri ve iyilikleri yaratan O’dur. Sana sevgiyi veren, seni sevgiyle donatan hep O’dur.

                Allah’ı sevmenin en önemli kanıtı, namaz kılmak, O’na secde etmektir. Bu yoksa bütün şeytani bahaneler insanın ruhunu tutar ve insan en başta kendini aldatır, özüne yabancılaşır ve Hakk ve hakikate düşman kesilir.

                Şu soruyu sorabilirsiniz: “ Bunca namaz kılan var; ama her namaz kılan iyi değildir ki. Bunu nasıl açıklarsınız?”

                Samimi olalım ve şunu düşünelim:

                Evet, her namaz kılan iyi değildir, ama Allah katındaki bütün iyiler namaz kılmışlar, kılarlar ve kılacaklardır. Namaz kılmayan birinin, Allah katında “iyi” olduğunu söylemek cahilce bir düşünce ve kendi kendini aldatmanın bir yoludur.

                Türkiye’de halkımızın yüzde yetmişi beş vakit namaz kılmıyor. (İstatistiki bilgi.) Bu şu demektir: Yaklaşık 77 milyon insandan 53 milyonu namaz kılmıyor (Bundan çocukları çıkaralım.). Her gün ülkemizde yaklaşık bin kişi ölüyor ve bunların yedi yüzü namazsız Allah’ın huzuruna çıkıyor!

                Siyasiler, insanları daha mutlu edebilmek için programlar açıklıyorlar, kıyasıya yarışa giriyorlar. Fıtratı (yaratılış kodu) alev almış insan mutlu olabilir mi? Şiddetli böbrek sancısı çeken bir insana mükellef bir sofra hiçbir şey anlatmaz. Ruhları ateşler içinde kıvrananların evlerini altından yapsanız onları mutlu edemezsiniz.

                Son zamanlarda “ Ondan bana ne, o onun sorunu” tarzında sözler dolaşıp durmaktadır. Bu sözden daha tehlikeli bir söz bilmiyorum. Bu sözün egemen olduğu yerlerde insanlar birleşmez, ayrışır. Bizleri camiler (birleşme mekânları) bir araya getiriyor (du); bu yok olursa, bu toplum ayağa kalkamaz.

                Huzurlu bir ülke mi?  Ne zaman Türkiye’deki insanların çoğunluğu namaz kılarak Rabbiyle dost olursa, işte o vakit olabildiğince mutlu ve huzurlu bir ülke oluruz.

                Hâlâ namaz kılmayanları önder edinebiliyorsanız!.. Allah’a saygısı olmayandan saygı, merhamet bekliyorsanız!.. Sakın demeyin “özel hayat” diye. Şişenin içinde ne varsa, dışarıya sızan da odur. Türkiye’nin huzurlu, mutlu bir dünya devleti olabilmesi, halkının secdesine bağlıdır.

                                                  D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci