O MİNBERİ YERİNE SEN KOY!

D. Ali TAŞÇI

 

                Halepli bir usta 14. Yüzyılda Halep’te bir minber yapar. Minber tam bir sanat eseridir ve övgüye layıktır. Onu görmek için uzak yollardan ziyaretçiler gelir. Ustaya sorarlar:

                “ Bu minberi niçin yaptın? Nereye konacak? “ Usta:

                “ Ben bu minberi Kudüs için yaptım.” der.

                “ Ama orası Haçlıların elinde!”

                “ Olsun! Bir gün bir yiğit çıkar, bunu oraya kor; benden yapması…”

                Bu sözler halk arasında dolaşıp durur. Tiflis sokaklarında oyun oynayan 6-7 yaşlarındaki çocuk Selahaddin’in  (Eyyübi) kulaklarına gider bu söz. “ O yiğit ben olacağım ve o minberi Kudüs’e ben koyacağım!” der. Dediğini de yapar. Bugün hâlâ bu minber Kudüs’tedir.

                Çocuklarımıza ta çocukluk yaşlarında bir ideal vermek. Evrensel değerlerle onları buluşturmak, tanıştırmak. Kendi medeniyet kodları üzerinde yürümesini öğretmek. Bütün bunların ne kadar önemli ve hayati değerler olduğunu bugün daha iyi görebilmekteyiz. Eğer çocuklarınıza, çocukluk yaşlarında, kendi medeniyet havzalarıyla ilgili bir heyecan yaşatamamışsanız, büyüdüklerinde onlardan boşuna erdem ve toplumlarını refaha kavuşturacak başarı beklemiş olursunuz. Tohum ekmeden ağaca ve meyveye talip olmak ahmaklıktır.

                Mevlâna’nın bir sözü vardır: “Bir insanın nasıl güldüğü terbiyesini, neye güldüğü ise aklını gösterir.” der. Ne kadar doğru bir söz. Çocuklarımız bugün başka dünyalara gülüyor, bizim kültür yapımızın dışında hareketlerde bulunuyorsa, bunun sorumlusu onlar değil, onları yanlış hazırlayanlardadır.

                Zaman zaman gençlere sorarım, gelecekle ilgili düşüncelerini, hayallerini. Bütünüyle nerdeyse, parasal ve daha şöhretli bir hayat arzusunda olduklarını söylerler; çünkü yaşanan hayat onlara bunu adeta dayatmaktadır.

                Bir söz vardır: “Bir organ kendi varlığını hissettiriyorsa, hastalanmıştır.” diye. Toplum bütünüyle bir vücuda benzer, kendini hissettiren organlar varsa, onlar hasta hükmündedir. Toplumumuza baktığımızda neler görebildiğimizi, hangi organımızın sızladığını hep birlikte duymuyor muyuz?

                Hep eleştirerek bir yere varılamayacağını da biliyorum. Batı’da şöyle, Doğu’da böyle de demek istemiyorum. Ama!.. Gelişen ülkelere baktığımızda, her türlü olumsuzlukları bir yana, kendi uygarlıklarıyla tutarlı olduklarını, bu paralelde çocuklarını yetiştirdiklerini görürüz. Victor Hugo’nun “Sefiller”ini okuyan bir çocuk, papazı sever ve ona saygı duyar. Avrupa’daki okulların içinde “Kilise sınıfları” vardır ve burada rahip veya rahibeler ders verir.

                Soru şu: Son yüzyılda, son zamanlara kadar kaç yazarımızın romanında namaz kılan bir kahramanla karşılaştınız? Yoksa hocalar bahane edilerek kutsallarımıza saldırı mı okudunuz, seyrettiniz, sinemalarda?

                Bu serencam uzundur ve de yürek yakıcıdır. Bu topraklarda yaban ellerdeki tohumların gür çıkmayacağını hâlâ görememişsek, gözümüzü ancak toprak doldurur. Bana göre, bugünkü her türlü kavgaların temelinde bu savrulmuşluk yatmaktadır. Bizde amaç kavgası vardır, Batı’da ise araç kavgası. Bu, çok temel bir farklılıktır. İktidarın değişmesiyle kökten rejimin değişikliği gündeme geliyorsa, orada temel atamamış, halkının medeniyet kodlarıyla bağdaşamamış ve oturmamış bir yapılanma söz konusudur.

                Böyle toplumların sokaklarında Selahaddinler büyümez, Selahaddinlere ilham verecek ustalar da bulunmaz.

                Başarılı olmak, birçok hastalığa devadır. Toplumsal hastalıklarımızı, topyekün başarılarımız taçlandıracaktır.

                Ümitsiz değiliz; minber çakıldı, Selahaddin Kudüs yolunda.