ÖNCE BİZ SONRA ÇOCUKLARIMIZ NELERİ VE KİMLERİ OKUMALI?

D. Ali TAŞÇI

Esas sorulacak soru şudur:

         Çocuklarımıza, gençlerimize okutabilecek olduğumuz veya tavsiyede
bulunabileceğimiz kitaplarımız var mıdır? Varsa ne kadardır?

         "Aman efendim, kendi klâsiklerimiz ne güne duruyor? Dünya klâsikleri, şunca
yıldır dünyayı yönlendiriyor!"

         Ya… Demek öyle!..

         "Bizim klâsikler"imizi okuyarak büyüyenler, bugüne kadar bizi yönettiler.
Eğer siz, ülkemizin halinden memnunsanız, klâsiklerimiz faydalı işler
yapmıştır; memnun değilseniz, hangi klâsik?..Gerçekten bu toprakta yetişmiş, bu vatanın havasını solumuş, bu milletin değerlerine bağlı "aydın"ımız var mıdır? Varsa biz neden bu hallerdeyiz? Aydın, zihniyet üretendir; zihniyetimiz bulanık!
         Çünkü aydın, bir toplumun nabzıdır. Maalesef nabız tekliyor!

         Dünya klâsikleri mi? Ne diyelim, dünya klâsiklerini okuyarak yetişenler,
şimdi dünyayı yönetiyorlar. Dünyanın yönetiminden memnunsak, dünya
klâsikleri bir iş başarmış demektir. Peki, memnun muyuz?

         Herkesin önünde hiç utanmadan kendi kendini tatmin eden “büyük filozof”ları mı? Bir düğün gecesinde geline evlenme teklifi yapacak kadar kafayı sıyırmış olan filozofun kitaplarını mı okutalım, can çocuklarımıza? Özel hayatında insanca yaşamayanların genel hayatları sizleri ilgilendirmesin.

         "Aydınlarımız”dan örnek olmak üzere bir alıntı yapmak istiyorum. Gerçek
münevver Mahir İz Hoca'nın "Yılların İzi" adlı, hatıralarını yazdığı, bir
nevi otobiyografik nefis bir eseri var. (Ne okuyalım, diyenlere duyurulur.)
1921 yılında "İstiklal Marşı" yazma yarışması düzenlendiği zaman, bu
yarışmaya 724 şiir katıldı. Bunlardan 6 tanesi finale kalır. (Tabii Akif
henüz yazmamıştır.) Finale kalan şiirlerden birinin yazarı da şair
Kemalettin Kamu'dur. Dokuz dörtlük olarak yazdığı "İstiklal Marşı"ndan bir
dörtlüğü şöyledir:


"Yeter, ey Kâbe’mizi/ Elimizden alanlar/
  Alıkoyamaz bizi/ Yolumuzdan yalanlar."

                   Tarih,1921. Aynı adam, üç-beş sene sonra ise, "İstiklal Marşı"nı yazdığı
kalemin mürekkebi daha kurumadan şunları yazar:

"Ne örümcek, ne yosun/ ne mucize, ne füsun (büyü)

Kâbe Arab’ın olsun / Çankaya bize yeter."

         Çocuklarımıza ne okutalım?

         Reşat Nuri Güntekin mi? Necip Fazıl'ın "Allah'a inanıyor musunuz?" sorulu
anketine "hayır!" dediği için mi? Veya “Yeşil Gece”sinde dinime saldırdığı için mi, onun kitaplarını okutalım! Halide Edip’in “Vurun Kahpeye”sini mi?

         Bir Kurban Bayramı'nda, bürosunun kapısının üzerine, "Müslümanların
bayramında ziyaretçi kabul etmiyorum."
diye yazan Nurullah Ataç'ı mı
okutalım?

         Allah'a küfrederek, başını hastahane duvarına vura vura ölen Ziya Gökalp'i
mi?

         Niyazi Berkes'in; "Unutulan Yıllar" adlı hatıralarında yazdığı gibi,
"Niyazi, bilir misin, ben bir fikir orospusuyum!" diyen “Türk aydını”nın
kitaplarını mı?

         Yine aynı yazarın "Golf pantolonlu halkçılarımız" tabirini kullandığı
"aydın"lardan birinin yazdığı şu şiir için "Orada bir köy var uzakta/O köy
bizim köyümüzdür /Gitmesek de görmesek de/O köy bizim köyümüzdür." Ne diyor
bakınız: "Şair" utanmadan böyle şiirler yazmış! İnanılır gibi değil. Bu
zırva sözlere "şiir" diye hayran olanlar var hâlâ."

         Köyü, köylüyü görmeden oraları yazmaya kalkışan samimiyetsizlerin ikiyüzlü
satırlarını mı okutalım?

         Kimi okutalım?

         “Klasik” denilen romanların hiçbirinde ama hiçbirinde namaz kılan bir kahramana rastladınız mı? Ne yani, bu toplum Müslüman değil mi? Müslümanların hayatı, “aydın” denilen takımı ilgilendirmiyor mu? Fransız romancı V. Hügo’nun “Sefiller”inde papaz yüceltilirken onu alkışlayanlar, bizim toplumun din adamına ve Din’ine kayıtsız, hatta düşmanca tavır takınabiliyorlar. Maalesef, Türk aydını din düşmanı değil, İslam düşmanıdır. Ne yapalım ki öyledir. Bugün geldiğimiz durakta bunların bir muhasebesini yapmazsak daha çok hayal kırıklıklarımız olacaktır.

          Lütfen kızmayın, şunu da yazacağım. Radyodan Hitler'i
dinlerken, Hitler'in ne dediğini anlamadığı halde, sözlerinin gümbürtüsünden
bayılmış, vücudu kaskatı olmuş ve doktor çağrılmış olan Peyami Safa'yı mı?
(O dönemin aydınlarının fotoğraflarına bakınız, hepsinin bıyıkları,
Hitler'in bıyıklarına benzemektedir.)

         Müslüman kardeşlerim bana kızmasınlar; ama şunu da yazacağım: "Kısa bir süre içinde benden Tevfik Fikret şiirlerini ezbere öğrenmiş olan Pakistanlı
Profesör Fazlur-Rahman…" (Unutulan Yıllar, Niyazi Berkes, İletişim Yay, 2.
basım, s. 32) Tevfik Fikret hayranı bir "İslâm bilgini"nin yazmış olduğu
kitapları mı?

         Uzatmayalım...

 Necip Fazıl, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu okumadan söz söyleme.


         Eskilerden mi? Ya da eskimeyenlerden:

         Sabah, öğle, akşam Kur’an oku, mealini oku. Peygamberimizin siretini, İslam tarihini oku. Mevlâna'nın "Mesnevi"sini oku. Anlıyorsan, İbn-i Arabi'nin "Füsüs'ul Hikem"ini oku. Attar'ın "Mantık-el Tayr"ını oku. Şeyh Sadi'nin "Bostan ve Gülistan"ını oku. Gazali'yi hatmet. (Kimya'yı Saadet ve İhya'sı önemli.)
         Okumak, bir ömür işidir; Ömrümüzü hayırlı işlerle dolduralım.
Okumadan, düşünmeden hiçbir şeyin olamayacağını artık anlayalım
Ne yazdık ki, çocuklarımıza onu okutalım?

         Haksızlık da yapmayalım, son yıllarda yazılmış ve okunmayı hak edecek çokça kitap var; derdi olan, arayan bulur.

         Çocuklarımızın fiziki sağlığından, onların "okuma sağlığı"nın daha önemli olduğunu bilmemiz gerekir.

         Evinizdeki bütün eşyaların değeri kadar kitabınız yoksa lütfen, gelecekle ilgili hayallerinizi gözden geçiriniz.

         Çocuklarınızın yaban hayallerin esiri olmasını istemiyorsanız, onların ne okuduklarına dikkat edin. İnsan bildiklerinin esiridir çünkü. Her kitap okunmaz; yüzme bilmeyen birinin denize açılmasına benzer bu, boğulur.

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci