Paradoksun çözümü

Göktürk FIRAT

 

Ülkemizde son yüz yıl içerisinde yaşanan gelişmeler ışığında yakın tarihimizi ele aldığımızda yaşadığımız önemli gelişmeleri, birbirini takip eden tesadüfi gelişmeler zinciri veya anlık siyasi gelişmelerin etkisi olarak değerlendirmek hiç de doğru olmaz. Tesadüflere inanmaz, madalyonun arka yüzü ile de yetinmez, o madalyonu tutan elden o eli yönetenlere kadar irdelerim. Yakın tarihte birbirini takip eden birbiri ile ilişkili ve çok iyi kurgulanmış gelişmeleri bir makalede analiz etmek elbette mümkün değil. Ancak karşı karşıya kaldığımız tehditleri aşmamız için çözümlememiz gereken ciddi bir paradoksumuz var. 15 Temmuz gecesi, Türkiye’de rejimi değiştirmek için devletin içerisine sızmış dini bir yapılanmanın başarıya ulaşmamış bir darbe girişimi algılarımıza servis edildi. Acaba bu başarısızlıkla sonuçlarmış bir darbe girişimimiydi yoksa darbe süsü verilmiş başarısızlıkla planlanmış başarılı bir girişimiydi. Bunu anlayabilmemiz için önce FETÖ ele başını biraz irdeleyeyim. Gülen’i irdelemeden önce de yakın tarihimizdeki bazı gelişmeleri hatırlayalım. Çünkü paradoksu netleştirebilmek ve taşları yerine oturtmak için bunlara ihtiyacımız olacak. Kurtuluş mücadelesinin ardından Dünya coğrafyasında topallayarak ayakta kalmayı başarmış bir Türk Devleti vardı. İkinci dünya savaşı sonrasına kadar izlediği çekimser dış politika ile yıpratıcı gelişmelerden uzak kalmaya çalışmış bu süre içerisinde belini biraz olsun doğrultmuş bir Türkiye. Soğuk savaş öncesi ve soğuk savaş döneminde ise yönünü seçmeye zorlanıp ikiyüzlü müttefiki ABD’nin kucağında kalmış bir ülke. Truman ve Marshall yardımları ile komünist tehdide karşı eli güçlendirilirken bağımsızlığına ipotek konular 2 bin 500 yıllık bir kültür ve tarih. NATO’ye girişimiz. Türkiye’de özel harp dairelerinin kurulması, kort gerillanın oluşması, karanlık GLADİO’nun ağlarını örmesi, MİT’in büyük bir bölümünün CIA’nın kontrolüne verilmesi, komünizmle mücadele çerçevesinde CIA’nın farklı komünist fraksiyonları oluşturması (PKK, Maocular vs vs) fazla uzatmayacağım. Fetullah Gülen denen adam tam da burada devreye giriyor. Türkiye bu çalkantıları yaşarken aslen Ermeni bir ailenin ve Ortodoks bir papazın torunu olan Gülen Erzurum’da komünizmle mücadele derneğini kurarak arenada yerini alıyor. Ardından ABD’de ki düşünce kuruluşları tarafından geliştirilen Yeşil Kuşak Projesi’nde değerlendiriliyor. Bilindiği gibi ABD bu proje kapsamında Orta Doğu’da bir çok cemaat ve tarikatı destekleyip kullanmıştır. Aslen Ermeni bir ailenin çocuğu olan Gülen, daha önce İngilizlerin kullandığı Said Nursi’nin hareketinde zemin buluyor. Nurculuk hareketi içerisinde yeni bir fraksiyon geliştiriyor. ABD Gülen ile Yeşil Kuşak Projesini’nin sağlamasını yaparken Gülen aslında 20’li yaşlarında sonra içinde uhde haline gelen dedelerinin öcünü almanın planlarını yapıyor. Hedefi ise Osmanlının mirasçısı Türkiye Cumhuriyetini parçalamak. Gülen hain olduğu kadar o kadar da zeki bir insan ki tüm bu çirkin planlarını uygulamaya koyarken Anadolunun en inançlı ve en temiz beyinlerini kullanıyor. Bu ülkenin Cumhurbaşkanını bile kandırabilen iyi yetiştirilmiş bu ajan binlerce temiz insanı büyük bir ustalıkla kardırıp kendine köle etmeyi başarıyor. Bugün Gülen’in orduya soktuğu genç subayların, ordu içerisinde kaşarlanmış CIA’cı paşalar ile ortak hareket etmesi, kaçanların Yunanistan ve PKK’ya sığınmaları, ABD’nin Gülen’i teslim etmeme yönündeki duruşu benim bu tezlerimi doğrulamıyor mu? 15 Temmuz’e gelecek olursak. 15 Temmuz aslında önümüze konulduğu gibi bir dini cemaatin yönetimi ele geçirme çabası değildir. Olayı bu kadar basite indirgersek önümüzü göremez bugünkünden çok daha güç durumlara düşeriz. 15 Temmuz aslında ikiyüzlü müttefikimiz ABD’nin dönem dönem Türkiye’ye balans ayarı verme girişimidir. Ancak bu kez bunu darbe ile yönetimi ele geçirerek yapmamıştır. Başarısızlık sonucu ile planlanmış bunda başarılı olmuş ancak istediği neticeyi tam olarak elde edemediği bir harekettir. Amaçladığı, ordusu py-pass edilmiş bir Türkiye, ordusu-polisi ve halkı iki kutba ayrılarak çatışır hale gelmiş bir Türkiye, Gülen Cemaati örneği ile tüm cemaat ve dini gruplara karşı olumsuz bakışın oluştuğu bir Türkiye. Ardından ise çıkacak iç çatışmalardan dolayı BM askerlerini yurdumuza sokup eyaletlere ayrılmış, milli karar alma mekanizmaları çökertilmiş, hiçbir bağımsızlık hakkı elinde kalmamış bir ülke. Şükürler olsun ki tuzak kuranların en hayırlısı olan yüce rabbimiz bu planı bozdu. Rabbimiz bize acıdı. Bize bir şans daha verdi. Bugün bu pislikten temizlenmeye çalışıyoruz. Bazı pislikler su ve sabunla temizlense de temiz görünen yüzey aslında mikroplarla doludur ve bir bedeni o görülemeyen mikroplar yıkar. Geçmişteki yanılgıları, hataları, pişmanlıkları yüze vurmak, hesap sormak bugün kimseye bir şey kazandırmaz. Geçmişte bu yapıya destek veren tüm siyasilerin, yapının içerisinde rabbimizin yolunda hizmet ettiğini düşünen aslında temiz düşünceli on binlerce kişinin bugün pişmanlıklarına gönülden inanıyorum. Ancak bu kişiler geçmişte yanılgıları ile mükemmel planlanmış gizlilikle hareket eden bu yapılanmaya karşı zayıf olduklarını gösterdiler. Samimiyetlerine inanılsa da bugün yürütülen mücadelede kendilerine karşı duyulan güvensizlik hissini çok görmemeliler. Bu mücadelede kaldırılmış insanlardan, inanmış ve fikrini hainlere satmış kriptoların ayıklanıp, asıl cezayı hak edenlerin cezalandırılması ve devletin içerisinde bu yapının hakkı ile temizlenmesi için mücadele işin uzmanı, vatansever, milliyetçi ve güvenilir insanlara teslim edilmelidir. Aksi halde bu hainler 17-25 Aralık sonrası süreci yürüttükleri gibi bugün ki süreci de kendi çıkarları doğrultusunda yürütür, zavallılar ceza evlerine doldurulurken asıl tehlike olan kriptolar yeni ihanet projelerini şekillendirir. Spor Kulüpleri dahil olmak üzere neredeyse tüm kurum, kuruluş ve stk’lara sızmış bu hareketin iktidar ve muhalefet partilerine sızmamış olduğunu düşünmek sadece ahmaklık değil aptallık olur.