Paris’te bir Elif: Şeyhmus Dağtekin

D. Ali TAŞÇI

Doğrusu, yazıma nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Haberi alınca nasıl sevindim, duygulandım, anlatamam! Tam altı yıl Fransa’da birlikte yaşadığım sevgili arkadaşım, kardeşim Şeyhmus Dağtekin, Fransızca yazmış olduğu son şiir kitabıyla, Fransızların en önemli şiir ödülünü aldı.
Şeyhmus kardeşim, “Sadece Ateşsiz Bir Köprü – Juste un pont sans feu”yle, 1969 yılından bu yana verilen ve Fransa’nın en önemli şiir ödüllerinden olan “Theophile Guatier Şiir Ödülü”nün 2008 yılı sahibi oldu. Aynı kitabıyla, geçen yıl da “Mallarme Ödülü”ne layık görülmüştü. Sevgili Şeyhmus, şimdi, “Fransızca şiir dilini değiştiren şairler” arasında görülüyor.
Şimdi ben ta 1990’ların başına gidiyorum. Türkçe öğretmeni olarak Fransa’ya gittiğim günler…
Bambaşka bir kültür ve yepyeni bir toplumla karşılaştığım o güzelim ve bir o kadar da özlem dolu yıllarım.
Metz vilayetine bağlı Behren bölgesinde, ilk defa Fransız okulunda derse giriyorum. Önümde her yaştan yirmi civarında çocuk var ve ben onlara Türkçe ile birlikte kültür dersleri de vereceğim. Bu çocukların içerisinde dört çocuk var ki, diğerlerinden çok farklılar. Bu çocuklar Türkçe, Kürtçe, Fransızca (zaten dilleri), İngilizce ve Arapça biliyorlar. Kur’an’dan sure okutuyorum, çok güzel okuyorlar. Başka sorular soruyorum, müthiş cevaplar veriyorlar. Rüstem en büyükleri ve Ekrem, Yasin, Musa kardeşler.
Bu çocukları daha yakından tanımak istiyorum ve gelecek hafta babalarının okula gelmesini tembihliyorum.(Çünkü o okula haftada bir derse gidiyorum.)
Ertesi hafta, dersten sonra beni dışarıda bekleyen bir veliyi görüyorum ve yanına yaklaşırken, o da bana doğru geliyor:
“Hocam, beni istemişsiniz, bu çocukların babasıyım; adım Mustafa! Birlikte eve gidiyoruz.” diyor. Benim din derslerine ağırlık vermem çok hoşuna gitmiş. İlk defa bir Türk öğretmenini evine davet ettiğini de vurgulayarak söylüyor.
Behren’deki ev, artık altı yıl boyunca benim ikinci adresim oldu. Emine yengemin kuskuslarını ve nefis yemeklerini hep tatlı birer hatıra gibi içimde saklarım. Sonra Mustafa kardeşimin kardeşi Nusret’le tanışmamız ve birçok hatıralar…
Birkaç gün sonra Mustafa telefon ediyor: “Hocam, Şeyhmus Paris’ten geldi, sizinle tanışmak istiyor; gelebilir misin?”
Zaten Şeyhmus’u gıyabında tanımıştım. Mustafa’nın kardeşiydi ve Mustafa onu Paris’te okutuyordu.
Yıl 1990, Kasım ayı. Fransa’nın soğuğunda Forbach’taki evimden kalkıyor ve arabama atlayarak, beş kilometre ötedeki Behren’e gidiyorum.
Şeymus’la ilk defa orda karşılaşıyoruz. Civan gibi bir delikanlı; gözleri ufku tarıyor. Henüz 24 yaşında ve Sorbonne Üniversitesi’nde sinema dalında doktora yapıyor. (Sonradan onun doktorası hesabına nice filmleri seyrettik onunla!)
O günden sonra Fransa’da tam altı yıl Ağabi- kardeş ilişkimiz devam etti Şeymus’la.
Şeyhmus, Adıyaman İmam-Hatip Okulu mezunu. 1986 yılında Basın Yayını bitirerek Fransa’ya ağabilerinin yanına gitti ve gidiş o gidiş, bir daha dönemedi yurduna. Hasretini bilirim; anne ve babasına duyduğu özlemi. (Adıyaman’a gittim. Bir ağabeyi orada öğretmen, Mehmet. Onunla köylerine çıkarak anne ve babasını ziyaret ettik.) O, şair olarak doğdu, ama şairlik tohumunu sulayan şey, bu hasretlerinin içinde saklı olsa gerek.
Birçok dil bilirdi. Arapça başta olmak üzere batı dillerinin neredeyse tümüne vakıftı. Öğrencilik yıllarında Arap arkadaşıyla birlikte aynı evi paylaşmasının ona çok faydası olduğunu söylerdi. Kur’an hep elinin içindeydi ve meallere bakmadan mükemmel anlardı ondan. Paris’in ortasında inancını yaşamak her kişinin işi değildir; namaz kılarken kimi zaman Şeyhmus, kimi ağabeyi Mustafa ve kimi de ben imam olurduk.
Paris’e her gidişimde Şeyhmus bana mihmandarlık yapar, Paris’in en yakası açılmadık kültür-sanat yerlerini gezdirir ve gece yarısında da evine giderdik. O bize gelince de uzun uzun oturur ve düşünce, sanat sohbetleri yapardık.
Mesela, John Wahyn’ın ilk filmini, Paris’te, şöhretlerin ilk filmlerinin gösterildiği sinemada, birlikte seyretmiştik. “Terminatör 2” filmini de ilk defa onunla izlemiştik, Paris’te.
Bunun gibi daha nice hatıralar ve izler…
O zamanlar Türkiye’de haftalık yayınlanan “Yörünge” dergisinde “Paris mektupları” yazardım. Birçok yazımda Şeyhmus’un emeği vardır. Sonradan Müslüman olmuş bir kadın ressamın (Hakikat Hanım), hat çizmeye başlaması üzerine Şeyhmus’la kadın ressamın evine birlikte gitmiş ve röportaj yapmıştık. Yazımın başlığını da Şeyhmus koymuştu: “Paris’te bir Vav.” Şimdi anlaşılıyor mu, yazımın başlığının sırrı. Kendisi Paris’te “Elif” olmuş.
1992’de, Türkiye’de yayınlattığı ilk şiir kitabı olan (Ünlem Yay.) “Aşkın Yalın Hali”nden birkaç mısra not edeyim:
“İnsanlar ölülerini gömüyorlar/ Birikmiş ko(r)kularını.
Güldük / Ve gözlerimizden bir çivi daha döküldü.”
Bu kitabını yazdığı zaman daha yirmili yaşlarının başındaydı. Şimdi kırklı yaşlarında ve Paris’i sarsıyor. Tanzimat’la birlikte Paris’i kıble edinen Jön Türkler, Osmanlı’nın yıkılışını hazırladılar. Ta o zamanlar Yörünge Dergisi’nde de yazmıştım, “Nice Şeyhmuslar, Nihatlar, Mehmetler… Paris’te ruh köklerini aşkla demliyorlar.” diye.
Şimdi bunu görmenin mutluluğuyla, Şeyhmus kardeşime Allah’tan başarılar diliyor ve evrensel bakış açısıyla, Mevlâna yüreğiyle Batı’ya soluk getirmesini Rabbimden niyaz ediyorum.
Not.1: “Namazla Diriliş” Programı çerçevesinde, geçen hafta konferans için gittiğimiz Aksaray’daki dostlarımız Murat Kaynar(vaiz), Mehmet çekiç (Lise Md.), Cemal Sunar (Öğrt). ve diğer güzel insanlara… Ayrıca, Kırşehir’deki dostlar Rüştü Yeşil ( Yrd. Doç.), Mustafa Yayla ve diğer kardeşlerimize gösterdikleri misafirperverlik ve yakın ilgiden dolayı teşekkür ediyorum.
Not.2: Her hafta Salı akşamları saat 19.00’da, Ümraniye Belediyesi Merkez Kültür Salonu’nda “Mesnevi Okumaları” yapıyoruz, dostlara duyurulur.
Not.3: Tüm Müslümanların Kurban Bayramlarını şimdiden kutluyorum.