RAMAZANIMIZ NASIL GEÇİYOR?

Yusuf KAMBUR

 

“Şüphesiz Allah’a tam teslim olmuş bütün erkekler ve kadınlar,

O’na güvenip inanmış bütün erkekler ve kadınlar,

O’na adanmış bütün erkekler ve kadınlar,

Ahdine (verdiği söze) sadık bütün erkekler ve kadınlar,

Sıkıntılara karşı direnen, sabreden bütün erkekler ve kadınlar,

(Allah’a karşı) derin bir saygıyla titreyen bütün erkekler ve kadınlar,

(Allah’a) sadakatlerini servetlerini yoksullarla paylaşarak ispat eden bütün erkekler ve kadınlar,

Benliklerini denetim altına alıp oruç tutan bütün erkekler ve kadınlar,

İffetlerini koruyan bütün erkekler ve kadınlar,

Allah’ı sürekli hatırda tutan/zikreden bütün erkekler ve kadınlar...

(İşte) bunlara Allah sınırsız bir bağış ve muhteşem bir ödül hazırlamıştır.”(Ahzab: 33/35)

Sınırsız bir bağışlanma ve muhteşem bir ödül!

Bu ne büyük bereket ve ne mükemmel bir şeref!

“Sınırsız bağışlanma”, anasından doğduğu günkü gibi tertemiz olabilme fırsatı demektir.

Bireysel ve toplumsal kirliliğin bu kadar arttığı bir dönemde “arınmak, günah kirinden böylesine kurtulabilmek” mümkün müdür?

Elbette mümkündür. Mümkün olmasa varlığın sahibi imkânsıza kapı aralar mıydı? “Hüküm ve hikmetin tek sahibi” bu fırsatı günahkâr kullarının yürek kapısına kadar getirmiştir.

Bir gecesi “bir ömre bedel” hayır, bereket getiriyorsa, tamamı ne büyük kapılar açar iman eden gönüllere.

“Muhteşem, mükemmel bir ödül” nasıl bir ödüldür? Üzerinde bir başka ödülün olmadığı, ondan daha üstünü bulunmayan bir ödül demektir.

“En büyük, tek büyük ve hep büyük olan Allah’ın (cc)” kullarına ikram ve takdir ettiği en büyük ödül…

“Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet/aşağılanma…”(Yunus: 10/26)

Daha güzeli cennet ise bir fazlası ne olabilir ki? Yani ödülün en büyüğü ne olabilir? Ödülün muhteşem ve mükemmel olanı…

“Rabbinin cemalini görmek, seyretmek” demişler arifler, âlimler…

Böylesi bir ödülü hak edebilmek için ortam ve fırsat var mıdır? Belki sorulması gereken, merak edilmesi gereken en önemli soru budur.

“Siz böylesi bir ödülü vadediyorsunuz da bu ödülü bir beşerin alabilmesi için yarış alanının olması gerekiyor. Var mı böyle bir ortam ve iklim?”

Kat kat şerefli ve binlerce kat bereketli kılınmış olan Ramazan ayı işte tam da bu ödül için hazırlanmıştır. Hayatın bütünü “hayırda yarış alanıdır.”

“Rabbinizin sizi bağışlaması ve genişliği yer ve gökler kadar olan ve takva sahipleri için hazırlanan cennet için yarışın!”(Ali İmran: 3/133)

“Yarışanlar işte bunun için yarışsınlar!”(Mutaffifin: 83/26)

Ancak, bu yarışmaya katılabilmenin bazı şartları vardır. Baştaki ayet-i kerime bu şartları açıkça ortaya koymuştur.

Dilde kalmayıp yürekte kökleşen bir imana sahip olunmalıdır.

Bu iman beraberinde tam bir teslimiyeti getirmelidir.

Bu teslimiyet gönülden gelen bir boyun eğmeyi sağlamalıdır. Ama, fakat, öyle de, bu zamanda, bu toplumda… gibi itiraz seslerinin yükseldiği bir kimlik ve kişilikle asla olmaz.

Bu iman öyle bir iman olmalı ki, “verdiği söz için gerekirse canını ortaya koyabilmelidir.”

Bu yarış, acelecilerin, sabırsızların, kendini tutamayanların girebileceği yarış değildir.

Muhteşem ödülün adaylarında “Allah ve Rasulü” söz konusu olunca “içten gelen derin bir saygı, tir tir titreyen bir gönül” görülmelidir.

Bu yarışa kalkışanlar “benliklerindeki cimrilik duygusundan” sıyrılmalıdır. Sevdiği şeylerin sevgisini yüreğinde duya duya muhtaçlarla paylaşabilmelidir.

Yeri geldiğinde “yeme içme ve her türlü şehevi arzularından feragat etmeyi” göze alabilmelidir.

Hayâ duygusunu zedelememeli, ırz ve iffetine sahip çıkmalıdır. Gösterişe ve uçkuruna düşkünler bu yarışta başarılı olamazlar.

Ve “Allah’ı görüyormuş gibi” bir hassasiyet taşımalıdır.

Ramazanımız ayet-i kerimede methedilen özelliklere sahip olmamıza vesile olsun inşallah…