SON YOLCULUK

D. Ali TAŞÇI

Hastalığım ağırlaştı; kendimden geçtim, ama çevremdeki sesleri duyabiliyordum:
“İyi insandı, kimseye zulmetmezdi.”
“Merhametliydi, karıncayı bile incitmezdi.”
“Her şeyin bir sonu var; hayat da bir gün mutlaka son bulacak. Bu kardeşimiz de artık hayatının sonuna gelmiş bulunuyor; Allah yardımcısı olsun.”
Önce ayaklarımdan hissettim bir şeyler; ayaklarımdan dizlerime doğru garip bir yolcu, yolculuğuna başlamıştı. Artık ayaklarımı sallayamaz olmuştum. O da ne? Organlarım konuşmaya başladı; ayaklarım, bacaklarım birbirlerine selam veriyorlardı:
“Esselamu aleyke, kıyamete kadar ben senden ayrılıyorum artık, sen de benden ayrılıyorsun.” diyorlardı birbirlerine.
Durum ciddiydi demek ki. O ara hangi organımdan geldiğini bilemediğim bir ses şöyle diyordu: “Ruh bizden çıktı, rahat da çıktı; ama göğsüne gelince zorlanacak, nefesi kesilecek.”
Diğer bir ses ona cevap verdi: “Dediğin doğrudur; fakat bu güzel bir kul, şehitler hükmünde bir insan, dolayısıyla bu kul o zorlu geçitte de sıkıntı yaşamayacaktır.”
Bu arada ne olduğunu pek anlayamadan yanıma meleklerin doluştuğunu gördüm. Beraberlerinde kefen ve güzel kokular vardı. Yüzleri güneşten daha parlak olan bu melekler, Allah tarafından gönderildiklerini söylüyorlardı. Telaşlı, fakat tatlı bir hazırlık içindeydiler.
Sonra başka bir melek yanıma gelerek başucumda oturdu. Ben ona daha “kimsin?” demeden, sanki içimdekini anlamış gibi, “Ben ölüm meleği Azrail’im.” dedi.
Çok güzeldi! İçim içime sığmıyordu! Bir mutluluk, bir açılım ve genişlik verilmişti ki bana, bunu dünya kelimeleriyle anlatmam mümkün değildi.
Bir melek daha göründü gözüme. Bu melek, gökten gelen rızkımı indiren ve amellerimi de göğe çıkaran melekmiş. Bana, “Seninle ilgili görevim artık bitti.” diyordu.
Sonra Azrail’in sesini duydum. Bana : “Ey nefs-i mutmaine! Allah’ın sana selamı var!” der demez, ben sevinç ve mutluluktan tam kendimden geçmiştim ki, “Allah’ın mağfiret ve rızasına çık.” dedi ve bir anda ruhum cesedimden ayrıldı. Tam o esnada, su testiden nasıl akıyorsa, ruhum cesedimden öylece akıp gitti. Azrail, ruhumu aldı. Azrail ruhumu aldı ama daha önce gelen güneş yüzlü melekler, ruhumu ona teslim etmediler.
Beni aldılar, cennet kefenine sardılar, cennetten gelen kokular sürdüler. Benden öyle güzel bir koku kokuyordu ki, gökteki melekler adeta bu kokudan kendilerinden geçmişlerdi.
Melekler ruhumun önünde durdular ve beni kuşattılar. Sonra baktım ki melekler, evimden kabrime kadar ikişer sıra olarak dizilmişler ve istiğfar ile beni karşılıyorlar. Dünya geldi aklıma bir an, nice padişahlar, krallar kırmızı halılar serilerek karşılandılar; fakat buradaki karşılama hiç onlarınkine benzemiyor.
O melekler beni yükselttiler. Bunun güzel bir gidiş olduğunu hissediyordum; çünkü ruhum müthiş bir zevk içindeydi. Bir ara gökteki diğer meleklerin yanından geçerken, onlar bize gülümsemeye başladılar ve beni taşıyan meleklere sordular, “Bu hoş ve güzel ruh kimdir?” diye. Beni taşıyan melekler, “Bu, filan oğlu filandır.” dedikten sonra, dünyada benim hoşuma giden birçok isim ve sıfatlarla beni onlara tanıttılar.
Bir ses duydum, çirkin mi çirkin; boğuk mu boğuk. Şöyle diyordu: “Yazıklar olsun size, bu kul sizden nasıl kurtuldu?” Meğer bağıran şeytanmış ve askerlerine kızıyormuş. Askerleri şöyle cevap verdiler baş şeytana: “Bu, masum ve dokunulmaz idi.”
Melekler yine etrafımı kuşattılar. Seslerini net bir şekilde duyuyor ve söylediklerinden çok mutlu oluyordum:
“Allah sana iyi arkadaş versin, bizi doğru ve güzel insanlar içinde çok oturttun. Çok güzel iş ve davranışlarda hazır bulundurdun. Çok güzel sözler işittirdin. Bizden yana Allah seni ödüllendirsin!..” diyorlardı.
Sonra cesedimi omuzlarında taşıyan insanların sesini duydum: “Dünyada ne bıraktı da gitti acaba?” derken, melekler, “ Ahirete ne götürdüğüne bakmak lazım.” diyorlardı.
Sonra beni taşıyan melekler, yedinci kat göğe geldiğimizi söylediler. İşte burasını anlatamam, çünkü dünyanın hiçbir şeyine benzemeyen bir güzelliği vardı.
Rabbimin sesini duyuyordum:
“ Bu kulumun kitabını (isim defterini) Âlâ-yı illiyyin’e yazın ve onu dünyaya gönderin. Çünkü “ben onları yerden yarattım ve onları yere iade ediyorum ve bir daha onları ordan çıkaracağım.”
Ruhum cesedine döndü. Artık kabirde olduğumu biliyordum. Melekler etrafımı sarmışlardı. Fakat iki melek çok öndeydi. Bu meleklerin Münker ve Nekir olduğunu hissediyordum. Beni hesaba çekmek için bekliyorlardı.
O ara bir ağlama sesi duydum. Bu nedir, dedim. Bana ilginç gelen cevaplar verdiler: “Bu ağlama sesleri senin için.” denildi. “Nasıl yani?” dedim. “Senin, dünyada iken namaz kıldığın yerler, zikrettiğin mekânlar ağlıyor, bu onların sesi. Onlar şimdi ağlıyor senin için ve kıyamet günü de senin adına şahitlik edecekler.”
Münker ve Nekir sormaya başladı:
“Rabbin kimdir?”
İçimden gülümsedim. Ben o Yüce Yaratıcımı hiç unutmadım ki, ölüm bana O’nu unuttursun? Dünyada O’nun sevgisiyle yanıp yakılan yüreğim, O’na giden yolda O’nu hiç unutur muydu?
Büyük bir heyecan ve aşkla cevap verdim: “Rabbim Allah’tır, Celle Celâluhu.”
Münker ve Nekir sorularına devam ettiler:
“Dinin nedir?”
Dinim ha? Ben onun için yaşadım, onu yaşadım dünyada. Binbir çileye katlandım onun adına. Aslında hayatımı açtığınız zaman görülecektir ki, her bir bölümünden İslam fışkıracaktır. Şimdi onu unutsam bile o, beni unutmaz. “Dinim İslam’dır.” dedim.
Onlar sorularına devam ettiler. “Size gönderilen bu adam kimdir?” dediler.
Ben o güzel insanı çok iyi tanıyordum. Mana aleminde ve rüyalarımda hep onunla birlikte idim. Bunun da ötesinde, O’nun getirdiklerine harfiyen inanıyor ve eksiklerim de olsa, sünnetini yaşamaya çalışıyordum. Uğruna canlarımızın feda olduğu Sevgililer Sevgilisi’ni tanımaz mıydım?
“Allah’ın Resulü’dür.” dedim. “Nerden biliyorsun?” dediler.
“Allah’ın Kitabı’nı okudum, ona iman ettim; ondan biliyorum.” dedim.
Bunun üzerine bir ses duydum, kabrimin her yerini doldurdu:
“Kulum doğru söyledi. Ona cennetten bir yer döşeyin ve cennet elbiselerinden giydirin. Ona cennete doğru bir kapı açın.” diyordu. Hemen bana cennetten bir kapı açıldı. Kabrime müthiş hoş bir koku döşendi. Kabrim genişledi de genişledi.
Böylece Münker ve Nekir’in sorularına kolaylıkla cevap verdim. Yanıma güzel yüzlü, hoş kokulu, güzel elbiseli biri geldi ve bana dedi: “Sana müjde! Sana vaat edilen gün işte bugündür.” Şaşırdım, “sen kimsin?” dedim. Cevap verdi: “Ben senin salih amellerinim, güzel işlerinim.” dedi.
Baktım ki namaz sağıma gelip oturdu; yüzünden nurlar akıyordu. Oruç soluma geldi, Kur’an ve zikir başucuma yerleşti, namaz için yürüdüklerim ayaklarımda durmaya başladı, sabır da kabrimin bir köşesinde mahcup bir edayla duruyordu. Kısa bir hayat için koruma, şan, şöhret, makam isteyen bizler; ebedi bir hayat için korumalarımızı düşünmemişsek, aklımızdan sorulmayacak mıyız? Ne kadar zavallıyız?
Bir ara tatlı bir nur içimi kapladı, sanki kalbim yerinden çıkacakmış gibi oldum. Bu nedir, dedim. “ Bu, bir zaman bir yetimi sevindirmiş ve ardından gözyaşı dökmüştün. İşte o yetimin sevinciyle senin gözyaşlarının nurudur.” dediler.
Bunun gibi daha nice güzellikler yaşadım. Fakat bir güzellik vardı ki onu anlatabilmem asla mümkün değil. “Beni bayıltacak olan bu güzellik nedir?” dedim. Bana: “Bu, Gazze için, iç dünyanda kopardığın fırtınaların bahara dönüşmüş biçimidir.” dediler.
Allah’ım, nimetler bir bir yağmaya başladı. “Bu nedir?” demeye gücüm yetmedi, kalbim yerinden çıkacak gibi oldu, melek göğsüme bastırarak heyecanımı durdurdu. Cennetten, kabrime habire nur yağıyordu.
“Bu, annene ve babana karşı iyi davranışların; hayırlı bir evlat oluşundur.” dediler.
Bir nur, kabrimde sürekli uçuyor ve bana selam veriyordu. “Bu nedir?” dedim.
“Bu, yaralı bir kuşu, bir kış günü evine almış, onu yedirmiş, içirmiş ve yaralarını iyileştirerek uçurmuştun. İşte bu odur.”
Allah’ım, sen ne kadar büyüksün, merhametlisin! Sen, hesapsız ödüllendirensin.
Kabrimin göğünden damla damla nur yağıyor ve beni kuşatarak müthiş mutluluklara gark ediyordu. “Bu nedir?” dedim.
“Hatırlıyor musun, bir komşu kadın vardı; herkes onu zina yapmakla suçlamıştı de sen bunlara inanmayarak o kadından yana olmuş ve ona destek vermiştin. Kadın tam intihar edecekken, senin desteğinle hayata tutunmuş ve o gece sana çok dua etmişti. İşte bu nurlar, o kadının dualarıdır ve hepsi seni aydınlatacaktır.”
Nurdan bir yatak döşediler ve istirahat et, dediler.
“Bu nedir?” dedim.
“Bu, arkadaşına sadece Allah rızası için borç vermiştin ve onu sıkıştırmadan sıkıntısını gidermiştin, işte odur.” dediler.
Dünyada yaptığım bütün güzel işlerim musikiden daha güzel bir sesle seslendiler:
“Sen her zaman Allah’a ibadete süratle koşar, O’na isyandan kaçardın. Bunun için Allah seni hayırla, yani cennetle ödüllendirdi.” diyorlardı.
Cennetten bana bir kapı açıldı. Müthiş bir koku döşendi kabrime. Kabrim genişledi de genişledi.
Uyandığım zaman yastığım ıpıslaktı, ama terimden cennet kokusu geliyordu!