SÖZ, SÖZÜNÜ SÖYLEDİĞİNDE

D. Ali TAŞÇI

 

“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç,

            Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.”

 

            Yahya Kemal’in bu unutulmaz mısralarını dinlerken veya okurken, hangimizin iç dünyasının ufkunda kızıllıklar belirmez? Ömür güneşimizin batışını hüzünle ve ibretle izleriz.

 

            Edebiyat bir eğlence veya oyun değildir. Edebiyat, hayatın her anına anlam katmaktır; çünkü anlam, kelimenin çocuğudur. İç dünyalarında kelimeleri tutuşmayanların ölü bir cesetten ne farkları vardır?

 

            Bütün çabamız güzel yaşamak ve mutlu olmaktır. Bu uğurda canımızı dişimize takar yürürüz. Güzel düşünemeyenin güzel yaşama şansı var mıdır?

 

            Gönül örsünde dövülmüş, aşk ateşinde pişmiş ve hüzün bahçesinde boy atmış kelimeleriniz yoksa edebiyat size ne söylesin?

 

            Oysa insan sadece sözden ibarettir; gerisi et ve kemiktir.

 

            Uğruna canınızı vereceğiniz sevgiliniz size kem sözler söylese, artık onu ne kadar sevebilirsiniz?

 

            “ Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı,

            Söz ola ağulu aşı / Yağ ile bal ede bir söz.”

 

            Birkaç kelimeyle hayatın bütün yüzlerine fırça vurdu Yunus ve kimliğimizi resmeyledi. Gönlü tutuşanların pişmiş kelimeleri ruhumuzun en leziz yemeğidir; yiyin yiyebildiğiniz kadar, korkmayın dokunmaz; obezite yapmaz.

 

            Okuduğumuz kitaplarda kendimizi ararız. Kelimeler ışığımız olur, dünya ormanında yolumuzu bulur ve kaybolmaktan kurtuluruz.

 

            Hayatımızın başında da söz vardır, sonunda da:

            Doğar doğmaz ağlarız. Arkasından kulağımıza ezan okunur. Ölürken de şahadet getirir ve sözle çenemizi kapatırız. Son söz, bütün hayatımızın aynı zamanda bir özetidir de.

 

            Birilerini okurken veya dinlerken, içimizden söz ırmakları akar; sonra bunları biriktirir, söz denizi haline getiririz. Sözlerimizi içimize hapsedersek, “hımm” gölleri oluştururuz zihin yaylalarımızda.

 

            Birileri bize güzel söz söylerse gevşeyiverir ve yüzümüzün rengi mutluluğa bürünür.

 

            Kem sözlere muhatap olunca da tansiyonumuz fırlar, nevrimiz döner, gözlerimiz alev saçar. Sözden daha çok dokunan, yeryüzünde hiçbir yiyecek bilmiyorum ve sözden daha tesirli vitamin de!

 

            Birilerine kötü söz söylemek, onları kendinize düşman eder. Hatta bu kötü sözler onların tansiyonunu yükseltir, cinayetler çıkar. Fiziki bir darbe olmamasına rağmen, nice insanlar kem sözlerden dolayı hastanelik veya mezarlık yolcusu olmuşlardır. Güzel sözler de tam aksine, yüze dolgunluk, ruha şifa verir. Anlamadığım, birilerine Allah’ın sözleri okunduğunda, bundan pirelenen insanların ruh halleridir.

 

            İnsanları tanımak istiyorsanız, onları biraz konuşturun; çünkü herkes sözünün altında gizlidir. Özellikle güzel sözler, toprağın altındaki tohumlar gibidir; bahar gelince mutlaka filiz verir. Bahar, muhatabın güler yüzü ve sözüdür. Kuyuların dibi bile güzel sözle cennet olabiliyor; Yusuf’lara olmadı mı?

 

            Kulağımıza gelen en güzel söz “seni seviyorum.” sözüdür; çünkü bu cümle sevda kervanının yüküdür. Mecnun, bu kervanın uykusuz bekçisidir.

 

            Edebiyat en çok riyakârlıktan nefret eder. Gönülde pişmemiş sözlerle edebiyat yapılamaz; yapılmaya kalkışılırsa, ruh tufanları meydana gelir ve en çok da genç beyinleri vurur.

 

            Edebiyat, gözyaşı vadilerinde boy atar; melal denizlerinin balığıdır. Haşim diyor ya, “Melali anlamayan nesle aşina değiliz.” diye. Patlamayan, toprakta yok olmayan çekirdeklerden ağaç olmaz; ağacın olmadığı yerde meyve de yetişmez.

 

            Gönlünde kelimelere bahçe kurmayan,  onları aşk suyuyla sulamayan insandan edebiyatçı mı olur?

 

            Bir de şu kelimelere burun kıvırıp, bütün hayatını “gırgır” erozyonuna teslim etmiş zavallı tipleri gördükçe, asaletli kelimelerden özür dileyesi geliyor insanın. Cümlelerin içinde onurlu sözcüklerle dostluk kuramayanların acaba yaşamda dostları var mıdır? Boş tenekelerin seslerine aldanmamalı, kulakları tırmalamaktan başka işlevleri yoktur onların. Şöyle medeniyet örsünde dövülmüş, pişmiş kelimelere bakın, içinizden sıra sıra tarih kervanları geçecek.

 

            Kelimeler, zihnin kollarına zamansızlık saati takar; istediğiniz zaman, istediğiniz çağa gidebilir, istediğiniz kişilerle sohbet edebilirsiniz.

 

            Edebiyat ciddi bir iştir, orada mizahın da ciddi bir yeri vardır.

 

            Heyhat! Birkaç yüz kelimeyle ömrünü heba edenlerin edebiyatı mı olur? Ya da medeniyet denizinde yüzme öğrenememiş sözcükleri bayrak edinerek Barbaros olmaya kalkışanları “Üstad” belleyerek nereye varabiliriz? Böylelerinin karşısında edebiyattan söz etmek kelimelere saygısızlıktır ve en büyük saygısızlık da budur.

 

    D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Tvitter:@DAliTasci