Yılana bak yılana!

Hızır TONYALI

Sanırım 8–10 yaşlarındaydım.
Pazar’ın kalabalık bir caddesi.
Bir otomobilin üzerine battaniye sermiş 2 adam.
Kavanoza tıkadıkları epeyce büyük bir yılanı teşhir ediyorlar.

—"Ey vatandaş, böyle bir yılan gördünüz mü şimdiye kadar?"

2 kişi avazları çıktığınca bağırıyor;
—"Gelin bakın neler olacak… Bu gördüğünüz yılan bir anda kağıt paraya nasıl dönecek…"


Kent isimleri sayıyorlar:
—"Ankara, İstanbul, Adana, Yozgat, Hatay ve Trabzon’dan sonra ilk defa Pazar’da bunu siz de görecek ve sadece siz tanıklık edeceksiniz bu olaya!"

Kalabalık toplanmaya başlıyor…

—"Bu gördüğünüz yılana iyi bakın. Biraz sonra bir daha göremeyeceksiniz. Siz ona bakarken o birden bire para olacak para. Hem de kâğıt para. Gözlerinize inanamayacak, herkes gibi siz de şaşıracaksınız…"

Meraklı kalabalık birbirini iterek arabanın etrafında mevziyi alıyor, ben de uzaktan manzarayı, daha çok da yılanın olduğu kavanozu takip ediyorum.

—"Siz bu yılandan gözleriniz ayırmayın. Çok değil 5–10 dakika içerisinde yavaş yavaş bu yılanın nasıl değiştiğini hepiniz göreceksiniz.” diyor, kalabalığın heyecanına renk katıyor herifler…

Derken battaniyenin üzerine, içinde renkli tozlar olan küçük naylon poşetleri serpiştiriyorlar bir yandan da…

—"Ey ahali. O yılan orda yavaş yavaş değişmeye başlasın. Bu arada siz şu tıp harikası ilaca da bir bakıverin. Avrupa’da yılın ilacı seçilen, dağlardan bin bir çeşit şifalı otların karışımıyla elde edilen, çok az sayıda piyasada bulunan şu harika ilaca da bir bakıverin hele. Sadece son 10 paketini Pazar’da satacağımız bu ilaç şu, şu, şu hastalıkları 2 günde tedavi etmiyorsa paranız haram zıkkım olsun!"

Meraklı kalabalık büyüdükçe büyüyor.
Yılan geri planda kaldı; şifalı poşetlere döndü gözler.

—"Sadece 10 paket ağabeyler. O arada yılanımız da değişecek ve bu tarihi olaya şahit olurken komşusunun, kendisinin evinde acuzesi olan, yatalağı bulunan, dertlisi, hastası da şifaya kavuşacak ağabeyler, amcalar…"

Adamlar makineli tüfek gibi lafı lafa katıp yarım saatte on tane deyip de belki bin tane, ne olduğu belirsiz renkli tozlarla dolu poşetleri sattılar.

Kalabalık büyüdü, küçüldü.

İlacı alan yılanı unuttu; kendisinin ya da komşusunun acuzesi ile yatalağını, dertlisini şifaya kavuşturmak için bir an önce köyünün yolunu tuttu.

Bir ben kaldım en sonunda orada, bir de arabanın üstündeki kavanoz ile içindeki yılan.

Sorgular gözlerle bir yılana bir de o adamlara bakıyordum.

Gülerek bana para dolu kutuyu gösterdi herif;
—‘Bak, yılan nasıl kâğıt para oldu, gördün mü?’ dedi…

Yıllar geçti, yine bir gün bu defa caminin kapısında gördüm aynı manzarayı.
Yine 2 kişi sermiş postu ‘cambaza bak’ diyorlar meraklı kalabalığa.

Ne hazindir ki cambaza bak diyenler bizi hep aynı yılana ısırtıyorlar.
Müslüman 2 kere aynı delikten elini yılana ısırtmaz deriz oysa.
Bu dünyada iyi niyetli olmak, kötü niyetli olanlara yem olmak mıdır?
Kötülerin yüz bulması iyilerin az olmasındandır derler.
Bence tam tersi.
Kötülerin yüz bulması iyilerin çoğalmasındandır…

Son zamanlarda dolandırıcılar, sahtekârlar, madrabazlar post seriyor sağa sola.
En çok da cami kapısında tezgâh açar oldular.
Cami kapısına pisleyenden, cami kapısında tezgâh açana terfi etti memleket; hayırlı olsun!

Ülkede bir de kan ve gözyaşı üzerinden cambazlık yapılıyor.
Karakol basılıyor, yol kesiliyor…
Hainler, kalleşler; nice ocaklarda kan damlatıyor gözlerden.
Nice yavrular, yavukluların yüreği burkuluyor, içi yanıyor.
Hesabı sorulamayan, kitabı olmayan kalleş bir pusu bu…

Niçin?
Dünyanın en büyük uyuşturucu ve silah kaçakçılığının bu bölge üzerinden yapıldığı, artık uluslararası kayıtlarda alenen dillendiriliyor.

Dünyanın bu en stratejik bölgesinde AB ülkeleriyle ABD’nin siyasi-ekonomik, İsrail’in ise kutsal saydığı hesapları var.

Dünya kuruldu iyi ile kötü hep var.
Dünya yıkılacak, bu düzen hiç değişmeden devam ediyor.

Dünyaya ve onun bölgelerine hakim olanların ortaya koyacakları yönetimin şekli, iyiyle kötünün mücadelesinde dengeleri belirliyor.

Herkesin evine, barkına, sokağına, kapısına sahip çıktığı kadar biz de memleketimize, insanımıza değer verebilsek, sahip çıkabilsek sorun olmayacak.

Kendi kendine söven, tarihine küfreden, dinine yabancılaştırılan bizden başka bir toplum gösterin susalım.
Hiç konuşmayalım, bir daha da yazmayalım.

Ama örnek verdiğiniz toplumun bir asaleti, tarihi, kimliği olsun.
Örneğin bir çağ açıp, bir çağ kapatmış olsun.
Ve yine ona kapattığı ortaçağın zihniyetiyle hakaret edilsin, küçük görülsün?

Var mı bizden başka böyle bir millet?

Çok gerilere gitmeye, tarihin sayfalarını da karıştırmaya gerek yok.
Kendi halkını tehlike sayan başka bir ülke gösterin.

Sermayesini renklere ayıran, değerlerine bağlı insanları birinci tehlike sayan, halkına ilan ettiği topyekûn savaşlar, müdahaleler, hakaretlerle; takvimde ne tarih ne gün bırakmayan bir başka devlet gösterin, susalım!

Bugün kendi içimizde yaşatılmaya çalışılan savaşın en büyük tetikleyicileri, toplumsal değerleri paçavraya çevirenlerdir.

Kendi halkının üzerine tank yürütmeyi, F16 uçurmayı adet edinenleri en iyi kendi silahıyla vururlar!

Kendi halkıyla arasına mesafe koyanlara, şimdi bu insanları kışkırtıyorlar. En uygun noktadan yapıyorlar bunu.

Unutulmasın ki dün İstiklal Harbi’nde en önde bu ülke için savaşan, şehit düşen Güneydoğulu vatandaşlarımızın torunları, bugün dağlarda kendi vatanının evlatlarına kurşun sıkan eşkıyalar, hainler topluluğu haline getirilmişlerdir.

Bunun sebeplerini araştırmadan, ortaya koyamadan hiçbir şeyi çözemezsiniz.
Bırakın çözmeyi, yarın cephe genişler, Allah korusun ülkeyi bölünmenin, iç savaşın eşiğine getirirsiniz.
Adım adım gidilen nokta da zaten budur.
Görmemek için kör olmak lazım.

Cambaza, yılana baktırıp ne zamana kadar aldatacaksınız bu milleti?
Bir gün o yılanın nasıl kâğıt para olacağı hikâyesiyle aldattığınız adamlar değilse bile o çocuklar bunun hesabını size sormayacak mı sanıyorsunuz?