BASIN TARİHİNDEN BİR ÖRNEK: “YAŞASIN İMPARATOR!”
“Basın ahlâkı” dünyada ve Türkiye’de sürekli tartışma konusu olagelmiştir. Basın hak ve hukuktan, doğruluktan yana mıdır yoksa güçlüden ve menfaatten yana mıdır? İnsanların kişilikleri gibi, ülkelerin de kişilikleri vardır. Bir ülkenin kişiliğini öğrenmek istiyorsanız, o ülkenin basın tarihini tarayarak bir sonuca ulaşabilirsiniz.
Basın tarihine geçmiş bir örnekten söz etmek istiyorum:
Napolyon, bir yenilgi sonrasında Elbe adasına sürüldü. Oradan kaçtı ve yanına dört inanmış adamını alarak Fransa’nın güneyine çıktı. Sürüldüğü adadan birkaç dostu ile kaçıp gelen adama, Fransa krallık ordusu yüz bin kişilik bir ordu çıkararak onun yakalanmasını istiyor. Üç beş kişi için yüz bin kişilik bir ordu çıkarılır mı? Çünkü Napolyon korkunç adam! Ordu ona kavuşuncaya kadar beş yüz bin kişilik bir ordu çıkarmasından korkuluyor.
Ordu, Napolyon’un üzerine giderken Fransız basınının manşetleri:
“ Alçak kaçtı! Hain maceracı sahile çıktı! Mecnun geliyor! Şanlı krallık ordusu üzerine gönderilmiştir!” Bu başlıklarla Fransa’yı ayağa kaldırıyorlar.
Napolyon bir yerde krallık ordusuyla karşılaşıyor. Askerlere ilk sözü şu oluyor:
“ Yaklaşın, yaklaşın, yaklaşın!” Öncüler yaklaşıyor, ardından bir general geliyor. Napolyon atından inerek bir taşın üzerine çıkıyor ve askere hitap ediyor:
“ Fransız askeri! Sen bir miskinlik, hareketsizlik örneği idin; dayak yemeye memurdun hayatında. İşte görüyorum yüzündeki yara izlerini. Bunlar benimle yaptığın savaşlarda aldığın yaralar. Seni çarığından külahına ve yüreğine kadar ben meydana getirdim. Şimdi seni bana karşı kullanmak istiyorlar! İçinizde imparatoruna silah çekmek isteyen varsa buyursun!”
Bir aktör gibi göğsünü, ceketini yırtarak açıyor. Bir insan bu kadar gözükara hareket ederse, ya binlerce kurşunla vurulur, ya da “hurra imparator!” diye başa geçer. İkincisi oldu ve Napolyon, kendisini teslim almaya gelen ordunun başına geçti.
Asıl önemle vurgulamaya çalıştığımız basının durumu. Paris basını bu durumu görünce, birkaç gün önce manşete çektiklerini unutarak, “ Ve imparator içeri giriyor! Yaşasın imparator! Kahramana selam duruyoruz!..” başlıklarıyla gazetelerini süslerlerken, iç dünyalarının karanlıklarını da sergiliyorlardı.
Her gün haktan hukuktan, insan haklarından, ülke menfaatlerinden söz edenler, şahsi ve kurum menfaatleri söz konusu olduğunda nasıl parende attıklarını gördük, görüyoruz. Medyanın kitleler üzerindeki etkisi tartışılmaz. 60 darbesinde, 80 darbesinde, 28 Şubat’ta, Gezi kalkışmasında olayları nasıl manipüle ettiklerini, çarpıttıklarını gördük, yaşadık. Bugün de dünden pek farklı değildir. Güçlü olduğunuz zaman önünüzde eğilecekler, güçten düştüğünüzde de sizi olmadık yalanlarla sindirmeye çalışacaklar.
Burada en dikkate şayan ve tehlikeli olan durum şudur: Zalimlerin zulmünü ortadan kaldıracağım diyerek başa geçmek ve sonradan zalimlerle birlikte halay çekmek! Bu durumdan, nefsini arındırmış olan insanlardan başkasının kurtulması mümkün değildir.
Bütün bunlar insanlığın eğitim sorunudur. İnsanlığın bu tarzda bir eğitimini üstlenen de dünyada kimse yoktur, maalesef. Oysa ahlâkın evrensel bir kuralı vardır: “Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkalarına yapma!” Bunu başarabilmek için İNSAN olmak gerekir.
Hangi anlayış seni “insan” ediyorsa ona tutun. Gerisi mi? Ölüm sonrasına inananlar için bir HİÇ!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT