KURTULUŞUMUZ “ENE”LERİN ÖLÜMÜNE BAĞLIDIR
Sürrealist bir hikâye ile söze başlayalım:
Bir zamanlar bir yerde, halkın olaylar ve olgular karşısında kendisine başvurdukları bir bilge zat varmış. Bir gece halkın yaşadığı kabilenin bütün köpekleri ölmüş. Halk uyanır uyanmaz o bilge zata koşarak durumu anlatmış. Bilge zat; “Sizin kurtuluşunuz onların ölümünden olabilir.” demiş.
Ertesi gece kabilenin bütün horozları ölmüş! Kabile halkı bilgeye gidip durumu anlatmış. Bilge; “Ola ki, sizin kurtuluşunuz onların ölümündendir.” demiş. Halk; “Bunların ölümünden ne iyilik olabilir?” diye bilgeye karşılık vermiş. Bilge; “Sırları ve gizlilikleri bilen Allah’ın bunun altında bizim aklımızın eremeyeceği bir gizli sırrı vardır.” demiş.
Daha sonraki gece ne kadar ateş yakmak istedilerse hiçbir tutuşturucu ateş almamış. Halk, başına gelen belalardan iyice bunalmış.
Ertesi gün, o gece düşman askerlerinin o kabilenin civarına saldırıp bütün şehirleri yağmaladıkları, kabilenin yakınına varınca hiçbir ışık görmedikleri, horoz sesi ve köpek havlaması işitmedikleri için kabilenin harap olduğunu sandıkları anlaşılmış. Böylelikle halk kurtulmuş ve Bilge’nin her defasında söylediği “Ola ki kurtuluşunuz bundadır.” sözü doğru çıkmış.
Bu “sürrealist” hikâyeden alınacak dersler vardır:
Sadece şimdilerde değil, yüz yıldan fazladır ehli küfür bizimle dalaşmaktadır. Güçlü olduğumuz zamanlarda kapımızda kuyruk sallayanlar, biz zayıf düşünce havlamaya başladılar ki, onların zaten tıynetleri budur.
Lozan’a İngiliz heyetinin petrol mühendisleri, maden mühendisleriyle birlikte gittikleri; bunların araştırmalarına göre Suriye ve Irak hudutlarının, petrolün diğer tarafta kalması şeklinde oluşturulduğu bugün artık ortaya çıkmaktadır. Ondan sonra da başımıza gelmedik belalar kalmadı.
Bugün de dâhili ve harici tüm güçleriyle üzerimize gelmektedirler. Askeri darbelerle işi götüremeyince, ekonomik darbelerle bizi sıkıştırmaya çalışıyorlar. Dış saldırılara karşı, içte birliktelik arzulanırken, dıştan gelen seslerle içteki yaban sesler aynı frekanstan yankılanmaktadır. Esasen Türkiye’nin en büyük sorunu da budur; ortak paydada buluşamamak. İnanç ve ideal birlikteliğinin olmadığı yerlerde “vatan” kavramı zedelenir. Halkın inançları budana budana bu hallere gelindi. 28 Şubat, halkın inançlarına savaş açan bir darbe değil miydi?
Evet, beldenin köpekleriyle horozları ölebilir, ateşleri de yanmayabilir; bu da düşmanın gözünü bağlayabilir. Bugün en çok ihtiyaç duyulan şey, dış mihraklar ve “yerli yaban”lara bakmadan, bu ülkenin gerçekten refahını ve felahını isteyenlerin, şahsi çıkarlarını bir tarafa atarak, ülkenin menfaatlerini öne çıkarmalarıdır.
28 Şubat “Anadolu Aslanları”nı nasıl yerle bir ettiyse, olumsuz enerji yoğunluğuyla iktidar olacak olanların ateşi herkese dokunacaktır. Buna ülkemizin dayanma gücü ne kadardır?
Mevcut hükümet yıkılırsa yerine gelecek olanların birlikteliklerinin sürüp sürmeyeceği meçhul. Sonrası yine kaos ve sotada bekleyenler sevinecekler.
Gidenin yerine gelecek olanların ülke için yapacak planları, projeleri yoksa ülkenin kaosa sürüklenmesi kaçınılmaz olur. Bundan da yarasalar istifade eder.
Ola ki, kurtuluşumuz, yaşadığımız olumsuzluklardan dersler çıkararak, içimizdeki “ene”lerin ölümüyle, medeniyetimizin yolunu daha bir gayretle açma cehtiyle donanmakta olacaktır.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT