1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. Sanatçı penceresiz bir evde yaşamalıdır
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

Sanatçı penceresiz bir evde yaşamalıdır

A+A-

 

            “Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
            Ne açar kimse kapım bâd-i sabâdan gayrı.”

            (Ateş gibi tesirli dilden başka kimse bana yanmaz. Ne de sabah rüzgârından başka kapımı açan olur.)

            Fuzûli 15-16. Yüzyılda yaşamasına rağmen bugün de bilinen, okunan bir şair; çünkü evrensel söylem zamanla kayıtlanamaz. Yalnızlık duygusunu benzersiz bir belâgatla dile getirdiği bu beyitten anladığımız mâna, onun çok yalnız olduğudur. Bu derinlikte bir insanın yaşadığı zamanda anlaşılması elbette zordur; hangi büyük insan yaşadığı dönemde anlaşılmıştır ki? Her peygamber taşlandığı gibi, her düşünür, şair, fikir insanları da kendi zamanlarında üvey evlat muamelesi görmüşlerdir.

            Büyük insanlar şemsiye taşımaz; çünkü onlar bulutların üzerinde hayat sürerler.

            “Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bi-sükûn

            Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli’ zebûn.”

(Dost hayâsız, utanmaz, âlem acımasız, merhametsiz, dünya karma karışık. Dert çok, ama derdini paylaşacak kimse yok; düşman güçlü, talih ise zayıf, güçsüz.)

            Her çağ, her dönem kendi şartlarını beraberinde taşır; ne var ki, cins kafalar, düşünen beyinler için her zaman zor ve acımasızdır. Çünkü çoğunluk, yaşadığı zamanın şartlarına adeta esir düşmüş, halinden memnundur. Tutsak insanların en büyük hayali, kendilerini efendilerine hep su verirken düşlemektir. Oysa zamanı aşan düşünceleri beyinlerinde taşıyanlar, gönüllerine âlemleri sığdıranlar, insanlığın yükünü omuzlayanlardır ve bu nedenle de yalnızdırlar. Onları herkesin anlaması imkânsızdır; zaten onlar da kalabalıklar tarafından anlaşılmayı beklemezler.

            “Git derdüme sen devâ değilsen,

            Bîgânesün, âşinâ değilsen.”

( Derdime ilaç değilsen git başımdan; dost değilsen yabancısın.)

            Elbette her insanın bir anlayış ve düşünce limiti vardır. Bu limite dayanınca düşünceler, feveran etmek, içini kâğıda şiir olarak, nesir olarak dökmek de kaçınılmazdır. Düşünce, idrak/ anlayış dünyaları sığ olanlar, küçük dünyalarında taştıklarında, ağızlarını bozmaktan, silaha sarılmaktan başka çözüm bulamazlar. Oysa şair ve cins kafalar, kelimeleri incileştirir ve zamanın vitrinine koyarak her döneme hitap ederler.

            “Aşk ehline figân etmeği kanun etdün.”

(Aşk ehline ızdırapla feryat etmeyi kanun haline getirmişsin.)

            Şairi kim anlar? Onu ancak aşk ehli, gönül dünyası çağlayan, kanatsız asumanı dolaşan hal ehli anlar. Dünyanın derinliklerine inildikçe mağma / ateş tabaka sizi karşılar. Şairin, düşünce insanının derinliklerinde de hep ateş vardır ve bu ateş onu kavurur durur.

            Halk ozanı Karacaoğlan’ın da böyle bir feryadı vardır:

            “Ben ölürsem söylenirim dillerde,

            Bülbül efgan eder güllere karşı.”

Bülbül olmayınca gül tanınabilir, anlaşılabilir mi? Bülbül olunca da gülün aşkından vaz geçebilir mi? Bülbülün güle karşı figan etmesi elbette boşuna değildir. Şair, bülbül gibidir; renk renk gülleri hep içinde taşır.

            Fuzûli’nin 100’e yakın eseri çeşitli makamlarda bestelenmiştir. Bunlar arasında:

            “Beni candan usandırdı cefâdan yar usanmaz mı?

            Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i (mum) yanmaz mı?”

            “Öyle sermestem ki idrâk etmezem dünyâ nedir

            Ben kimem sâkî kimdir mey ü sahbâ nedir?”

            Gönül dünyamız niçin çöle dönmüş, diye sual etmenin bir anlamı yoktur. Ab-ı hayatını kaybedenin elbet çöllerde feryat etmesi kaçınılmazdır.

            Faruk Nâfiz; “Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda.” derken, buna işaret etmektedir. Aynı nesilden Halid Fahri (Ozansoy) ise şöyle demektedir:

            “Mecnun çöle düşmüş, Ferhad dağlara,

            Kerem’in savrulmuş külü rüzgâra.”

            Kökleri derinlere inememiş ağaçlar, şiddeti düşük fırtınada bile devrilir; fakat köklü ağaçlar kasırgalara direnip ayakta kalır. Divan şiiri bir medeniyet şiiridir, köklüdür; onu anlamak, derununa inmek, hissetmek için medeniyet rüyası görmek gerekir.

            “Çok insan anlayamaz eski mûsîkimizden,

            Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden.” (Yahya Kemal)

 

 Necip Fazıl;

            “Bir ufuk ki ne Mecnun varabildi, ne Ferhad

            Bir ufuk ki ilâhî sırrı bekleyen serhad.” demektedir.

            Zihniyeti sosyal bilimler (edebiyat, sanat, tarih..) oluşturur, zihni ise fen bilimleri. Zihniyeti, yaradılış gerçeğine göre oluşmamış insan ve toplumların eline zihni araçlar geçerse, dünya, büyük zulümlere sahne olur. Şiirin renginden, havasından anlarsınız hangi zihniyetin devran sürdüğünü. ( Osmanlı dönemi ile Cumhuriyet dönemi şiirine bakınız; zihniyet ayrımı ne kadar belirgindir.) Mesele, zihniyeti, fıtrata göre oluşturmak. Bunun dışındaki her türlü fikir ve davranış köksüzdür ve zamanı gelince yıkılmaya mahkümdür; çünkü ufku yoktur.

                              D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız