1. HABERLER

  2. YÖREDEN HABER

  3. RİZE

  4. RİZELİ ÜNLÜLER BU KİTAPTA DİLE GELİYOR
RİZELİ ÜNLÜLER BU KİTAPTA DİLE GELİYOR

RİZELİ ÜNLÜLER BU KİTAPTA DİLE GELİYOR

Fatih Sultan Kar yeni kitabıyla tarihe not düşüyor; Rize’nin Yüzü’nde Rizeli Ünlüleri dile geliyor

A+A-

Rizeli Araştırmacı - Yazar Fatih Sultan Kar’ın yazdığı Rize’nin Yüzü isimli kitapta yer alan Rizeli 100 ünlünün gün ışığına çıkmamış hatıraları dikkat çekiyor.

foto-1.20140411214940.jpg

Prestij kitap şeklinde hazırlanan ve 472 sayfadan oluşan kitapta Kar, İstanbul RİDEF’in belirlediği isimlerden oluşturduğu çalışmasıyla Rize tarihine ışık tutuyor.

foto-2.20140411214957.jpg

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: Annem Babam beni merak ederlerdi

Anarşinin yoğun olduğu dönemlerde, annem balkonlarda, geceleri geç saatlere kadar beni beklerdi, acaba oğluma bir şey olacak mı diye. Anarşi her gün kurban veriyordu. Annem bunları duyuyor, benim için endişe ediyordu. Ben evimize dönen sokağın son köşesini döndüğümde annem hemen kapıya yönelir, yüzüme bakar ve her seferinde boynuma sarılır, kendisini tutamaz ağlardı. Ben Milli Selamet Partisi Beyoğlu ve İstanbul Gençlik Kolları Başkanı olmuştum. Bizim enteresan yanımız, annemize babamıza anlattığımız şey şuydu: Biz bu anarşi olaylarının içinde değiliz. Olayların içinde olmadığımıza göre niçin bize sataşsınlar? Ancak bu sözlerimiz bile onlar için teskin edici değildi. Zaman zaman Milli Selamet Partisi’nin de bazı binaları bombalanınca annem ve babam çok korkarlardı. Ben onlara her ne kadar bir tehlike olmadığını söylesem de, yine de merak ederlerdi. Çünkü gece geç saatlere kadar süren çalışmalarımız olurdu. Geceleri afişlemelere çıkardık. Gece yarılarından sonra eve döndüğümde yine annemi bekler bulurdum. Ben sokağa girdiğimde, annem balkonda bekliyor olurdu. Kadıncağız beni görünce rahatlar, her seferinde bir daha geç kalmamam için sıkı sıkı tembih ederdi. Ama bu sözlerin fayda etmeyeceğini biliyor, çalışmalarıma engel olmuyordu.”

 

Abdullah Avcı: Takım arkadaşımı kız kaçırsın diye kamptan kaçırdık

1985-86 sezonunda ikinci ligde Karagümrük'te oynarken büyük takımların istediği, iyi bir oyuncu ve aynı zamanda gol kralıydım. Bonservisim Karagümrük'teydi. Beşiktaş'la anlaştık.  O ara devreye Rizespor, Antalyaspor girdi. Derken kendimi bir anda toprak sahası olan Rizespor'da buldum. 21 yaşındaydım. O zamanlar hatırı sayılır düzeyde siyasi isimler devreye girebiliyordu, ayrıca ben de Rizeliydim. Rizespor'un formasını giymekten oldukça mutluydum. Çok güzel anılarım oldu. Rize’ye futbolcu olarak geldiğimde Turgut Yılmaz, Rizespor’da başkandı. Mesut Yılmaz da devlet bakanı idi. Benim Rizeli olduğumu öğrenince transfer etmek istediler.  Orada ilk dönem iyi geçti. Mehmet Ali Karaca’nın evlendiği günü unutamam. Kamptan göndermiştik onu, kız kaçırması için. Aslında kız onu kaçırmıştı. Hâlâ evliler, onları mutlu görmek bizi de mutlu ediyor.

 

Abdurrahim Albayrak: Abi beni kaçırıyor musunuz?

 1977 yılında bir gün Edirnekapı'da durakta beklerken, arabamın yanında bir Mercedes duruverdi. İçinden iki kişi indi. Yanıma gelip, “Fabrikamızın servis hizmetini üstlenir misin,” diye sordular. Ben de “yaparım,” dedim. Daha sonra birlikte fabrikaya gitmeye karar verdik. Onlar kendi araçlarıyla önüme düştüler, ben de minibüsümle onları takip etmeye başladım. Avcılar tarafına yöneldik. Git git yol bitmiyor. O zamanlar Avcılar'da daha oturan falan yok. İstanbul'dan iyice uzaklaştık. Beni bir telaş aldı, birden minibüsü durdurdum. Ben durunca öndeki araba da durdu. Niye durduğumu sordular. Ben de, “abi beni kaçırıyor musunuz, İstanbul bitti, tabelada Edirne yazıyor, siz beni nereye götürüyorsunuz?” dedim. İkisi birden gülmeye başladılar. Fabrikanın çok yakın olduğunu söylediler. Ancak bu diyalog aramızdaki iletişimin ısınmasına, çabucak kaynaşmamıza yol açtı. Fabrikaya vardığımızda, daha inşaat sürüyordu. Bu benim ilk işimdi ve tek arabayla servise başladım. Zamanla fabrika büyüdü, araba sayısı da arttı. İkinci işim Sümerbank Pazarlama Müessesesi oldu. Hiç unutmuyorum, o işi aldığım akşam, sabaha kadar uyuyamadım. Sonunda bugünlere kadar geldik. O zaman kırk kişi taşıyorduk, şimdi altmış üç bin kişiyi taşır hale geldik.

 

Ahmet Mesut Yılmaz: Ya taksim, ya ölüm!

Mesut Yılmaz, 1958-59 öğretim yılında Beyazıt 5. Deneme Okulu’ndan 2361-23 diploma numarasıyla 08 Haziran 1959 tarihinde mezun oldu. Ortaöğretimine Avusturya Lisesi'nde başladı, İstanbul Erkek Lisesi'nden mezun oldu. Lisede Mesut’u en çok etkileyen kişi, milliyetçi camianın önemli isim-lerinden biri olan Nurettin Topçu’ydu.  Mesut, bu fikir adamını hayranlıkla dinlerdi. Nurettin Topçu da Mesut’u sever, anlayışlı davranırdı. 1958 yılının yaz aylarında Türkiye’yi sarsan Kıbrıs tartışmalarından da uzak durmadı. 8 Haziran - 13 Temmuz tarihleri arasında çoğunluğu İstanbul’da olmak üzere kırk üç miting yapıldı.  O mitinglerde “Ya taksim, ya ölüm” diye bağıran, pankart taşıyanlardan biri henüz on bir yaşındaki Mesut’tu.

 

Alper Taş: Ey mefta kalk uyan devrim geliyor

Sevdiğimiz, saydığımız ağabeylerimizi gözaltına alıyor, tutukluyorlardı. Dağlara çıkan gençler vardı. Çok üzülüyordum. Namaz kılarken “Allah’ım sen devrimcileri koru” diye dua ediyordum. Benimle yapılan bir söyleşi sonrası adımız “İmam Hatipli Devrimci”ye çıktı. O kadar politikleşmişti ki; o zamanlar çocukluk ya köyde mezar taşlarına “ey mefta kalk uyan devrim geliyor” yazdık. Burada itiraf ediyorum. Köyün camisinden yeşil boyayı aldık her tarafa devrimi anlatan yazılar yazdık. Köyde çay alım evinde gençlerle ekip kurup tiyatro oynadık. Kemal Tahir’in “72. Koğuş”unu sergiledik. Yılmaz Çetiner’in “Bir Yudum Çay İçin” kitabını tiyatroya uyarladık.

 

Aytekin Kotil hizmete adanmış bir ömür

Rize’de çay yetiştirilmesi için çalışmalara Cumhuriyetin ilk yıllarında başlandı ve 1937 yılında çay tarımına geçildi. Aytekin Kotil’in babası Yusuf Ziya Kotil Rize’de çay tarımına ilk geçenlerdendir. Ailenin meyve bahçeleri de vardı. Ticaretle de uğraşıyorlardı. Ayrıca Kotiller arasında demircilik ve marangozluk gibi meslekler de yaygındı. Baba Yusuf Ziya Kotil medrese eğitimi almış bir imamdı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Trabzon’da öğretmenlik kurslarına katılmış ve 1940’lı yılların başlarına kadar da ilkokul öğretmenliği yapmıştı. Aytekin Kotil, ilkokul ve ortaokulu Rize’de bitirdi. Yusuf Ziya Kotil, 6 çocuğunu da okuttu. 1950’li yılların başına kadar Rize’de lise olmadığı için Kotil ailesinin çocukları, liseyi İstanbul’da okudu. İstanbul’a ilk giden Nihat Kotil oldu. Yusuf Ziya Kotil, çocukları için İstanbul’da bir ev, bir de bakkal dükkânı satın aldı. Nihat Kotil, liseden sonra Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Nihat Kotil’den sonra lise eğitimi için Necdet Kotil İstanbul’a geldi; onu 1950’li yılların başında Aytekin Kotil izledi. Aytekin Kotil liseye Vefa Lisesi’nde başladı. Ancak, sağlık durumunun bozulması nedeniyle Rize’ye dönmek ve öğrenimini Rize Lisesi’nde tamamlamak zorunda kaldı. Aytekin Kotil, bu yıllarda tifoya yakalandı ve bir müddet sanatoryumda yatmak zorunda kaldı.

 

Belleklerde kalan Besim Tibuk sözleri:

Futbolda ofsayt kaldırılsın, kaleler büyütülsün, millet gole doysun maliyeti olan bir şey değil neticede. Fenerbahçe sezon başında şampiyon ilan edilsin. Diğerleri ikincilik için yarışsın. Ülkenin çoğu Fenerbahçeli ve bu yüzden mutsuz.Türkiye'yi kara para cenneti yapacağız, para gelsin de nerden gelirse gelsin, bize ne. Paranın akı karası olmaz. Cezaevine giren rahat ediyor. Suçlular hücreye atılsın, ciğerleri sökülsün. İş hayatında kilit konu, yatırımın sektörünü seçmektir. Yani hangi işe gireceğinize karar vermektir. Mesela, piyasada talep olmayan bir işi yaparsanız başarılı olamazsınız. Az olan, pahalı olan ve daha fazla kâr getiren iş yapacaksınız.

 

Ablası Nuran Alptekin Kepenek’in kaleminden Cihan Alptekin

Okulda çok çalışkandı. Fakat haksızlığa uğradı mı Cihan’ı kimse tutamazdı. Hakkını aramak için bazen saldırganlaşırdı. Bu nedenle hal ve gidiş diye bir not vardı karnemizde; Cihan’ın o notu fenaydı. Babam bu duruma üzülmezdi. Cihan’ın haklı olduğunu bilirdi. Her zaman da haklı olurdu. Onda adalet duygusu ve vicdan çok gelişmişti. Ankara’da Adliye Sarayı’nda gözetim altında olan Deniz (Gezmiş) ve arkadaşlarını çıkartmak için gösteri yaparlarken gerçekleşiyor ama çok kalmadan çıkarılıyorlar. Orada kaldıkları sürece bunlara yiyecek bir şey vermiyorlar. Yıl 1969 sonbaharı. Sonra 1970 Mayıs’ında Sağmalcılar’a giriyorlar. Cihan defalarca tutuklandı. Fakat ilk tutuklanmalar hep kısa süreliydi. Kamuoyu bu gençlere soğuk bakmıyordu. Yaptıklarıyla halklın sevgisini kazanıyordu. Evlerde gençlerimizin resimleri, asılıydı. Halkın gündemini onlar oluşturuyordu. Doğal olarak hakimler de, “Sizi yaramazlar; bir daha yapmayın. Hadi işinize gidin,” gibi tatlı azarlarla onları bırakıyorlardı. Ne zaman ki egemen güçler vurucu güçleriyle gençlerin karşısına dikilip onları yok etme operasyonlarına başladı

 

Ekrem Orhon’a Son Mektup

Onun bizlere en güzel armağanı kızı Çayhan Ablam (Çayhan Orhon Dervişoğlu), her yıl ayrı bir heyecanla babasının mezarına koşuyor. O Rize deyimi ile tam “babasının kizi”. Ölümünün ardından kaleme aldığı “Son Mektup” isimli yazısında babasını ve Rizelilerin Ekrem Orhon sevgisini şöyle anlatıyor : “1971 yazında, bir elimde, henüz iki yaşını doldurmamış olan Yonca, bir kolumda da yirmi günlük Yeşim ile beni Rize'ye koşturan yine sizin sevgi ve özleminizdi babacığım. Artık yoksunuz... Vapurdan, uçaktan, otobüsten inip koşarak sımsıkı sarılacağım, başım göğsünde kalacağım babam yok, yavrularının çok sevgili Ekrem dedeleri yok artık. Ancak, babacığım şimdi sizin ruhunuz var Rize'de, havasında, denizinde, dağında,tepesinde.. Ve de sizi "Rize'nin babası, Rize'nin mimarı, Baba Reis diye yad eden, sizi çok seven, daima saygı ile, rahmetle anan ve sizin yokluğunuzu bize hissettirmemeye çalışan çok değerli hemşerilerimiz var Rize'de. Rizeliler tek bir ağız olup "Babamızı kaleye yatıracağız ki o, çok sevdiği tepeden, çok sevdiği Rize’yi, Rize'sini ebediyen seyretsin" dediler. Senelerce Rize'yi imar etmek için çalışırken Rizelinin gönlünde de ne muhteşem bir sevgi ve muhabbet bağı oluşturmuşsunuz”.

 

Hasan Fehmi Sözeri ve Yalan Dünya

1921 yılında, Rize’nin Portakallık Mahallesi’nde polis memuru İbrahim Reşit Sözeri’nin on çocuğunun üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. 1928 yılında babasının tayini nedeniyle ailece Ankara’ya yerleştiler. Kemençe tutkusu nedeniyle ortaokul ikinci sınıftan devamsızlık nedeniyle tasdikname alarak tahsil hayatını noktalamıştır. Bu sıralarda tanıştığı usta kemençeci Rizeli Sadık Aynacıoğlu’ndan dersler alarak, kemençenin ve kemençe çalmanın bütün inceliklerini üstün kabiliyeti sayesinde çok çabuk öğrenmiştir. Cebeci Asri Mezarlığı’nda bulunan mezarının taşında yer alan ve 1961 yılında Zeki Müren tarafından plaklarda okunan sözleri oldukça anlamlıdır : “Yalan dünya, yalan dünya garip dünya. Kimi zengin kimi fakir, neye hatır, neye hakir. Farkı olan yalnız kabir. Zenginde bir, yoksul de bir.”

 

Hasan Vezir: Fenerbahçe forması altında 19 gol attım

1986-87 sezonunda Rizespor forması altında, son maçta deplasmanda Sakaryaspor’la oynuyorduk. Bu maçı mutlaka kazanmamız lazımdı. Yenilgi ve beraberlik halinde küme düşecektik. Son on beş dakikaya 3-1 yenik halde girmiştik. Sonra öyle bir kenetlendik ki üst üste attığımız gollerle maçtan 4-3 galip ayrıldık ve Rizespor küme düşmekten kurtuldu. Bir de futbol hayatımın en zor 90 dakikası dediğim bir maç var. Pazar günü şampiyonluk maçı için İskenderunspor’la karşılaşacağız. Maçtan iki gün önce babaannem vefat etti. Tezcan Uzcan hocam, “Hasan izinlisin” dedi. Oysa o maç Rizespor için çok önemliydi. ”Oynayayım hocam” dedim ve maçı 2-1 kazandık. Maçın skorunu belirleyen gol benim ayağımdan gelmişti. 3 Mayıs 1989’da oynanan Fenerbahçe - Galatasaray maçı benim için tam bir dönüm noktasıydı. Futbol hayatımın en önemli maçıydı. İlk yarıyı 3-0 yenik kapatmıştık. Kimse bizden galibiyet beklemiyordu. Devre arası soyunma odasında teknik direktörümüz Todor Veselinoviç, bizi maçı lehimize çevirebileceğimize inandırdı. İkinci yarıda G.Saray’a 4 gol birden atarak tarihi bir başarıya imza attık. Bu başarıya 3 golle katkıda bulunmam beni ayrıca mutlu etti. Ömrüm boyunca unutmam mümkün değil. Zaten o maçı izleyen hiçbir futbolsever de bunu unutamıyor. O sezon Fenerbahçe forması altında 19 gol attım.

 

Ağa dedenin bakan torunu Köksal Toptan

Köksal Toptan, kökeni Kafkaslara uzanan Topaloğlu Ali Ağa’nın torundur. Topaloğlu Ali Ağa, 1917 Rus ihtilali sonrasına kadar Batum’la ilgisini kesmeyen, Batum’da fırınları olan, dört erkek çocuk babası bir esnaftır.  Topaloğlu Ali Ağa, Rus ve Ermenilere karşı çetecilik yapan İpsiz lakaplı Recep ile birlikte bu savaşların önde gelen isimlerinden biridir. Rize Rüşdiye Mektebi kurucuları arasında yer alır. 1943 Yılında Rize merkez Camidağı Köyü’nde iki katlı tipik bir Karadeniz evinde doğdu. Zonguldak Ereğli Kömürleri İşletmesi’nde memur olarak çalışan bir babanın ilk çocuğudur. Üçü kız, yedi kardeşin en büyüğüdür. Köksal ve Havva (Dilaver) Rize’de, Süheyla (Somun), Galip, Emine (Yücel), Adnan ve Semra (Tuna) Zonguldak’ta dünyaya geldi. Annesi yedi çocuğu büyütmenin telaşıyla hayat sürmeye çalışan bir Karadeniz kadınıdır. Rize’de Salarha Bölgesi’nin saygın ailelerinden Tüyleva Ahmet’in (Yılmaz) kızıdır. İlkokulun birinci sınıfını Rize’de köyünde okudu. Köylerinde bulunan ilkokul, evlerine 3-4 kilometre uzaklıkta, köyün yukarı ucundaydı. Rahat bir yolu da yoktu. Kışın kar ve Rize’nin çok ünlü olan yağmurları ve kar yağışları nedeniyle yol çok çamurlu olurdu. Kış ayları için her öğrenci gibi o da okuluna odun taşıdı. Zayıf omuzlarına aldığı odunlar, canını çok yakmış olmalı ki, yıllar sonra bile o anlarını unutmadı.

 

Şenol Birol: Beni Rize’den sürdüler

Futbolla Çankırı’da tanıştım. Harbiye futbol takımının kaptanı Sefer benimle ilgilendi. “Çocuk gel buraya” dedi. “Git forma giy gel, bugün sen de oynayacaksın.” Çok şaşırdım, daha küçüktüm ama oynamak da istiyordum. Hemen soyunma odasına gittim. Malzemeci yaşlı bir amcaydı. Yüzüme şaşkınlıkla bakarak, “Ne yapacaksın malzemeyi? Ufacık çocuksun...” dedi. Neyse Sefer ağabeyin selamıyla aldım malzemeyi ve sahaya çıktım. Maçı 3-0 aldık. Gollerin üçünü de ben attım. Sonra Zonguldak’a gittik. İdmanda beni beğenerek kulübe çağırdılar. Orada bir yönetici bana, “Sen misin çocuklara o hoş çalımları atan?” diye sordu. Karşıma kim çıkarsa basıyordum çalımı. Topu ayağımdan alamıyorlardı. Zonguldak Kilimlispor’da oynamamı teklif ettiler, ama yaşım küçük olduğundan lisans çıkmıyordu. Bir yolunu bulup çıkardılar lisansı. O sırada babam emekli oldu, aile Rize’ye döndü. İkinci Dünya Harbi sırasında 8-10 yaşlarındaydım. Rize'de korkunç bir fakirlik vardı. Para pul yoktu. 1953 yılında Rize’ye döndüğümüzde futbol oynayacak saha, malzeme, futbol topu, forma sorunu çok büyüktü. Güneşspor’da dört yıl futbol oynadım. Son sene beni üzen bir olay yaşandı. Fener Gençlik ile yaptığımız karşılaşma 0-0 devam ederken çıkan olayla hiç ilgim olmamasına karşın beni de olaya dahil ettiler. Tuncay Mataracı Trabzon’a, Murat Kumbasar Kars’a ben de Artvin’e sürüldüm.

 

Murat Karayalçın yakasına bozkurt rozeti takarsa

Yanlış hatırlamıyorsam, ailede tek CHP'li babamdı. Aktif bir partiliydi. Bir dönem CHP'nin Samsun il başkanlığını yaptı. 1950'li yıllarda çok yoğun siyasi çalışmalar içinde olduğunu anımsıyorum. Amcam da, o dönemde Forum dergisinde yazı yazardı. Demokrat, liberal çizgide bir insandı. Tevfik İleri ise çok sevdiğim ve saydığım bir büyüğümdü. O da beni çok severdi. Onun 27 Mayıs'ta Yassıada'ya götürülmesi benim çocukluk yıllarımda iz bırakmış en önemli olaylardan biridir. İleri, Yassıada'da idama mahkûm edildi. Sonra bu ceza müebbet hapse çevrildi ve gönderildiği Kayseri Cezaevi’nde hastalanarak hayatını kaybetti.”ODTÜ hazırlıkta okurken heyecanlı bir milliyetçiydim, yakamda bozkurt rozeti taşırdım. Lisede okurken İdris Yamantürk'ün verdiği Nihal Atsız'ın ‘‘Bozkurtların Ölümü’’ kitabından çok etkilenmiştim. 1963 Kanlı Noel olayından sonra Kıbrıs'a mücahit olarak gitmek için çok uğraştım, ama Kıbrıslı olmadığım için örgüt beni kabul etmedi. Rektörümüz Prof. Dr. Kemal Kurdaş, arkadaşım Korel Göymen'e ‘‘Yakasında niye bozkurt rozeti var, git sor’’ demiş. Göymen siyasetle bir ilişkim olup olmadığını sorunca ‘‘Kendimi milliyetçi olarak tanımladığım için bu rozeti takıyorum’’ dedim.

 

Karadeniz’in kara kutusu Nihat Mete

Akrabası yazar Ömer Lütfi Mete Nihat Mete için kaleme aldığı köşe yazısına “Karadeniz’in Kara Kutusu” başlığını atıyor ve onun için şöyle diyordu:“12 Eylül sonrası… Demirel Zincirbozan’dan çıkmış ama hala yasaklıydı. Otobüs dolusu kader arkadaşı ile katıldığı eski bir partilinin cenazesinden dönüş için hareket etmek üzere… Uğurlama sırasında Demirel, Kırat geleneğinin Rize burcu olan ‘Koca Reis’e ‘Benden bir isteğin var mı?’ diye soruyor. Koca Reis lidere teşekkür ettikten sonra otobüstekilere şöyle bir bakıyor; ‘Tek isteğim var, inşallah bu otobüs bu yolda kaza yapar, sen hariç hepsinden kurtuluruz. ’Onun halis Rize ağzıyla yaptığı sert, bol küfürlü ama sevimli şakalarına, bu okların altından gönderdiği oklara alışıklar, şamataya vuruyorlar. Bu elbette kaza temennisi değil, şakayla yumuşatılmış ağır bir eleştiri. Üstelik Demirel’e de sitem içerdiği açık. Lakin camianın bu dev cüsseli dokunulmaz adamına laf söylenmez. Çünkü her Kırat’çı, içlerinden ölesiye güveneceği tek adam seçmek zorunda kalsa tereddütsüz onu göstereceğini bilir. 66 yaşında kaybettiğimiz Nihat Mete; benim akrabam. Sekiz on kuşak önceki dedemiz aynı kişi. Ancak onu yazmamın sebebi bu yakınlık değil. Asıl sebep, milli bir ‘kara kutu’yu açılmaya ikna olduğu halde kayda geçirmeye fırsat bulamayışım.

 

Orhan Keçeli üç yıl askerlik yaptı

Milli Mücadele'de Anadolu'ya silah ve asker sevkiyatında önemli görevler üstlenerek, Anadolu'daki Kuvva-i Milliye Hareketi'ne güç verenlerin önünde Karadenizli ve Rizeli vatanseverler geliyordu. Orhan Keçeli'nin babası Hafız Muharrem Efendi de, Rizeli milis Yüzbaşı Recep Reis'in (İpsiz Recep) Doğu Karadeniz ve Rize yöresinden toparlayıp Bilecik-Osmaneli- İnegöl cephelerinde omuz omuza çarpıştığı akrabalarının arasında yer alıyordu. Orhan Keçeli, 1939 yılında Rize'nin Çayeli ilçesinde dünyaya gelir. Hafız Muharrem Keçeli, İstanbul'daki fırıncılık işi ile Çayeli'ndeki manifatura dükkânı arasında gidip gelmektedir. Orhan Keçeli doğduktan birkaç yıl sonra, 1943 yılında babası vefat eder. Amcaları ve ağabeyleri İstanbul, Karaköy'deki fırını işletmeye devam etmektedirler. İlkokulu Çayeli'nde tamamlayan Orhan Keçeli, 1950'de İstanbul'a gelerek ortaokula başlar. Ancak, annesi Çayeli'nde yalnız kalmıştır. Ortaokul ikinci sınıfta tekrar Çayeli'ne dönen Orhan Keçeli'nin çocukluğu, Karadeniz İstanbul arasında geçer. İstanbul'da lise son sınıfta okurken, bakaya kalması nedeniyle askere alınır. Sürücü belgesi alma hevesiyle yaşını iki yıl büyütünce, farkında olmadan bütün askeri yoklamalardan eksik kalmıştır ve sonuçta apar topar deniz askeri yapılır. Çünkü o dönemde deniz askerliğinin süresi, diğer sınıflara göre oldukça uzundur. Orhan Keçeli üç yıl (1095 gün) süren askerliğini, İskenderun, Kasımpaşa ve Heybeliada’da tamamlar

 

Ömer Lütfi Mete ilk kitabı Eşekler Kitap Okumaz

Ömer Lütfi Mete 1970 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne girdi. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, bu tahsilin ilk durağıydı. Bir akrabası yanında terzi çıraklığı da yaparak, harçlığını çıkardı. Babaların evlatlarına “ceketimi satar, seni yine de okuturum” dediği yıllarda, o, farklı bir uygulama ile karşılaşmış, kendi ifadesiyle: “Ceket satıp okutturmak yerine, ceket dikmesini öğrettirip okutmak formülü ile karşı karşıya…” kalmıştı.  İktisat Fakültesi’nde okumaya devam etmeyip, 1972 yılında yüksek tahsilin ikinci durağı Atatürk Eğitim Enstitüsü’ne geçti. Bir yandan da matbaada çırak olarak çalışıyordu. Çıraklık hayatı boyunca sürdüreceği mesleğinin ilk adımı bu oldu. İlk kitabı, “Eşekler Kitap Okumaz” adıyla, iki arkadaş kurdukları yayınevi tarafından basıldı. Enstitüyü bitirdikten sonra kısa bir müddet mezun olduğu lisede ve Rize Meslek Yüksek Okulu’nda edebiyat öğretmenliği yaptı. Babıali’de Sabah, Bizim Anadolu, Tercüman, Türkiye, Yeni Haber, Orta Doğu, Yeni Şafak, Ayyıldız, Yeni Binyıl, Sabah gazetelerinde yönetici ve yazar olarak çalıştı. Türk Edebiyatı, Boğaziçi ve Çağrışım dergilerinde makale, mizahi öykü ve şiirleri yayınlandı. Ömer Lütfi Mete, 18 Kasım 2009 tarihinde geçirdiği kalp krizi sebebiyle 59 yaşında aramızdan ayrıldı.

 

Temel Kotil: zirveye çıkmayı Gündoğdu Dağları’ndan öğrendim

THY Genel Müdürü Temel Kotil Rize’nin Gündoğdu Beldesi'ndendir. Kotil; “Çocukluğumun geçtiği Gündoğdu Vadisi'nde dağa doğru baktığımda arkada sıralı bir şekilde dizilen dağlar gökdelen gibiydi. Yüksek dağları çocukluğunda gördüğünden Amerika'daki gökdelenlere hiç şaşırmadı. İşinde zirvede ve “zirveye çıkmayı Gündoğdu Dağları’ndan öğrendim” diyor.

Rize’nin Yüzü’nden kısa anekdotlar

*12 Eylül 1980 darbesi döneminde aktif siyasetin içinde yer alıyordu. Annesi onun için hissettiği tedirginliği şöyle anlatmıştı: “Evimizin iki tarafı balkondu. Bir tarafa çıkarım, gır gır gır silah sesleri... Diğer tarafa çıkarım yine aynı. Yüreğim ağzımda bekliyorum oğlumu”.  Daha sonra yolu Medrese-i Yusufiye’ye düştü. Rakipleri “Muhtar olamaz” dedi o dünya lideri oldu.

 

* 1985-86 sezonunda Karagümrük'te oynuyordu. Gol kralı olmuştu. Beşiktaş'la anlaşmış, satışını bekliyordu. Devreye Rizespor girdi. Derken kendimi bir anda toprak sahada maçlarını oynayan Rizespor'da buldu. 21 yaşında ve Rizeliydi.

 

* Bundan yirmi beş yıl önce bir tek minibüsle başlayan mücadele sonunda günümüzde İstanbul’un servis kralı diye adlandırılıyor.

 

* 1960’larda Necip Fazıl’ın, borcunu ödeyemeyince kapanan Büyük Doğu’nun borçları için yardım eden idealist, hayırsever esnaftan biriydi.

 

*Milletvekili olduğu gün müteahhitlik karnesi limiti yüksek olması nedeniyle bazı müteahhitlik şirketlerinden, karne kullanma karşılığında yapılan cazip teklifleri geri çevirdi ve aktif ticarete ara verdi.

 

* Mitinglerde “Ya taksim, ya ölüm” diye bağıran, pankart taşıyanlardan biriydi. Henüz on biri de yaşındaydı. Sonra ülkenin yönetiminde söz sahibi oldu, Başbakan oldu.

 

*Hicaz Demir Yolları’nı yapan Rizeli Türk olarak tarihe adını yazdırdı. Lozan Barış Konferansının birinci dönem çalışmalarına katılan TBMM temsilcilerindendi.

 

* Çocukluğu ve gençliği Beyoğlu’nda geçti. Adını taşımakla hep gurur duyduğu dedeSİ, Taksim’de ilk büfe açanlardandır. O şimdi İstanbul’un yeni ve gözde ilçelerinin birinde Belediye Başkanlığı yapıyor

 

*Demokrat Parti’nin en etkili hatibiydi. öğrenciliğinde Bulgar gençleri tarafından Razgrad Türk mezarlığının tahribinin protestosu, Türkçenin daha yaygın bir şekilde kullanılması, yerli malına gerekli önemin verilmesi gibi amaçlarla miting ve gösterilerin yapılmasına öncülük etti. Milli Eğitim Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı ve Bayındırlık Bakanlığı görevlerinde bulundu.

 

*Babası hasta yatağında; kendisine  “Ecevit’ten kendini koru oğlum” dedi. Bu söz yıllarca hafızasında yer etti.

 

*Gençliğinde o kadar politikleşmişti ki o zamanlar çocukluk ya köyde mezar taşlarına ‘ey mefta kalk uyan devrim geliyor” diye yazdı. Bir siyasi partinin genel başkanı olduktan sonra ilginç bir itirafta bulundu: “Köyün camisinden yeşil boyayı aldık her tarafa devrimi anlatan yazılar yazdık”.

 

* Siyaset dünyasındaki ilginç yorumları yanında futbola getirdiği yorumlarla da tanındı: “Futbolda ofsayt kaldırılsın, kaleler büyütülsün, millet gole doysun maliyeti olan bir şey değil neticede”, “Fenerbahçe sezon başında şampiyon ilan edilsin. Diğerleri ikincilik için yarışsın. Ülkenin çoğu Fenerbahçeli ve bu yüzden

mutsuz”

*Onun bir hayalini 1973 yılında Milliyet Gazetesi Yazarı Hasan Pulur, kaleme almıştı: Londra’da bin, Rize’de Çay iç-Singapur’da in... Londra’dan gelecek olan yolcu, Rize’de denizin ortasına yapılacak olan havaalanında soluklanıp çayını içecek veya birkaç gün Rize’de konaklayıp yaylaları gezecek ve Singapur’a vs yoluna devam edecekti. Ta o yıllarda bir yandan şehrin imarı ile geceli gündüzlü uğraşıyor, bir yandan da Rize’de denizin ortasına havaalanı yapmayı hedefliyordu.

 

*Turgut Özal, Anavatan partisini kurarken kendisiyle iki saat süren bir istişarede bulundu. Tavsiyelerini sordu. Oda  “Eski politikacıları yanınıza almayın, yeni insanlarla yola çıkın. On tane gömleğin var. Hepsini giydin çıkardın kirli, bir kenarda duruyor. Yıkama imkânın yok, yenisini alma imkanın yok, acilen de bir yere gitmen lazım. Ne yapacaksın? O kirlilerin içinden en temizini seçip giyeceksin, ama hangisini seçersen seç kirli olacaktır.“ demişti

 

* Cebeci Asrı Mezarlında bulunan mezarının taşında yer alan ve 1961 yılında Zeki Müren tarafından plaklarda okunan sözleri oldukça anlamlıdır: Yalan dünya, yalan dünya garip dünya. “Kimi zengin kimi fakir, neye hatır, neye hakir. Farkız olan yalnız kabir. Zenginde bir, yoksul de bir”

 

* Kırk bir yaşında bakan oldu. Amacı sevdası olduğu denizlerle ilgili bir bakanlık kurulmasıydı. Bu amacına ulaşamasa da Denizcilik Müsteşarlığı’nın kurulmasını gerçekleştirerek, Türk denizcilik tarihine geçti.

 

*Siyasete girmesini isteyenlere “Biz işimizi tamamladık efendiler. Savaşta dik duran başımızı siyasette eğdirmeyiz. Tilkinin pazarda işi yoktur” şeklinde vermiştir.

 

*Olimpiyat Şampiyonluğundan hemen sonra Kazım yine uçsuz-bucaksız denizlere açıldı. Ne yapıyordu? Sıradan gemilerde tayfalık, başka bir şey değil, ama bu yaşantıyı seviyordu.

*Türkiye'nin uluslararası literatürde en fazla bilimsel yayımı bulunan rektördür. Dünya'da ilk kez yetişkinlerde canlıdan segmental karaciğer naklini gerçekleştirdi. 2010’da Amerikan Cerrahlar Koleji'nin 97 yıllık tarihinde ilk kez bir Türk cerrahına Şeref Üyeliği verildi.

 

*Çocukken izlediğim filmlerin kahramanlarını taklit ederdi. Akşam izlediği filmin başrol oyuncusu gibi yürümeye başlardı. Bir Kemal Sunal filmi seyrettiyse komik bir tipleme olarak geziyor, hareket ediyordu. Cüneyt Arkın filmi seyrettiyse ertesi gün mahallenin Cüneyt Arkın’ı oluyor, kabadayı takılıyordu.

 

*Rize Güneysu'da Adacamii köyünde büyüdü. Şu anda 82 yaşında ama yaşını söylerken asla 82 demiyor: "Sekizin önüne 2 koy, ama düzden değil tersten oku. Yani 28 yaşınayım” diyor.

 

*Deniz Gezmiş’in idam oylamasında, idamlara hayır demiştir. Siyaseten yapılan idamların mağduru olanlar bile bu oylamada üçe üç diyerek evet derken, demokrasi kahramanı diye ortada dolaşan birçok kişi, o gün meclise gelmezken, o mecliste hayır diyen azınlığın içindeydi.

 

* İlkokulu Rize'de bitirdi. On iki yaşında çalışmak için tekrar İstanbul'a döndü. Çocuk denecek yaşta, Karaköy Perşembe Pazarında bir torna atölyesinde çırak olarak işe başladı. Şimdi alanında zirvede yer alıyor.

 

*Özellikle sokakta yürürken boynu bükük gezmesi, mütevazılığı ve emekliliğinden sonra dahi evinde ve kurslarında yirmi saat Rizeli hemşerilerine hizmet vererek gönüllerde unutulamaz bir iz bırakmıştır

 

*Kemeraltı semtine kurulan darağaçlarında idam edilirken son sözleri ise şu olur: “Haydi beyler, ahirete gidiyorum. İçinizde oradakilere mektup göndermek filan isteyen var mı?. Beni o kadar yükseğe asın ki asanlar ayağımın altında kalsın”. 

 

Fatih Sultan Kar’ın Rize’nin Yüzü isimli kitabını temin etmek isteyenler 05353359845 nolu telefonla veya fatihsultan.kar@gmail.com isimli mail adresinden kitabın yazarına ulaşabilirler.

foto-3.20140411215131.jpg

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan,  başarıdan başarıya koşan İBB Spor Kulübü yöneticileri ve sporcularına hep destek oldu. (İstanbul, 29 Ağustos 1996)

 

foto-4.20140411215145.jpg

Abdullah Avcı, her Rize ziyaretinde mutlaka yanına uğradığı, “saçlarımın katili” dediği kuaför Ahmet Kulaksız’la eski günleri konuşuyor. (Rize, 2012)

 

foto-5.20140411215159.jpg

Abdurrahim Albayrak’ın  (Askerlik) 1974, 1972 ve 1990 yıllarına ait üç portre fotoğrafı

 

foto-6.jpg

Mesut Yılmaz, Rize ziyaretlerinden birinde çay toplarken gözükmektedir. (Rize, 1993)

 

foto-7.jpg

Alper Taş 1982 yılında Rize Karması’nda yer almıştı.  Ayaktakiler: Ömer, Taşkın, Alper Taş, Sabri, Selim, Adil. Oturanlar: Sedat, Şafak, Hasan, Yakup ve Bilal. (17 Aralık 1982)

 

foto-8.jpg

Tarihten bir yaprak: İETT Genel Müdürü Suat Kumbasar (sol başta) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Aytekin Kotil'e otobüslerle ilgili bilgi veriyor. (İstanbul, 1979) (İETT Arşivi)

 

foto-9.jpg

Besim Tibuk, eski milletvekilleri Şadi Pehlivanoğlu, Şadan Tuzcu ve eşleri Rize Vakfı’nın düzenlediği gecede bir aradalar. (İstanbul 1995)

 

foto-10.jpg

Deniz Gezmiş ve “Cihan var oldukça bana bir şey olmaz” diyerek sevgisini belirttiği Cihan Alptekin, Bursa Kapalı Merkez Cezaevi’nden salıverilmelerinden bir ay önce… (Bursa, 21 Ağustos 1970)

 

foto-11.jpg

Rize Belediye Başkanı Ekrem Orhon Rize’nin düşman işgalinden kurutuluşu anısına yapılan törende halka hitap ediyor. (Rize, 2 Mart 1973)

 

foto-12.jpg

Hasan Fehmi Sözeri, İstanbul Radyosu’nda Karadeniz Türküleri Ses ve Saz Birliği topluluğu ile prova yaparken... Ayakta türkü söyleyen Cemile Cevher Çiçek, soldan sağa 3. sırada oturan Hasan Fehmi Sözeri. (İstanbul, 1951)

 

foto-13.jpg

Futbolcu Vezir kardeşler : (Soldan sağa) Muharrem (1964), Hasan (1962) ve önde Murat (1977) Vezir. (Rize, 1983)

 

foto-14.jpg

Fotoğrafta 1977 yılında (ilk kez) Adalet Partisi Zonguldak Milletvekilliği'ne seçilen Köksal Toptan mazbatasını alırken gözükmektedir. (Zonguldak, 1977)

 

foto-15.jpg

Komşu şehirlerin takımları ile maçlar yapmak için oluşturulan Rize karmasına seçilen futbolcularda Güneşspor’un ağırlığı göze çarpmaktaydı. 28 Ağustos 1958 tarihinde çekilen bu fotoğrafta şu isimler yer alıyordu: Soldan sağa; Mehmet Salih Şamlı, Sedat Hüseyinoğlu, Tuncay Mataracı, Şenol Birol, Dündar Akdeniz, Güngör Ketenci, Recep Ali Kulak, Mustafa, Recep Ali Ayvaz, Erdoğan Kolçak ve Cevat Öztürk.

 

foto-16.jpg

Murat Karayalçın, arkadaşı, Rizespor’un efsane başkanı Fehmi Ekşi’nin cenaze töreninde… (3 Temmuz 2009)

 

foto-17.jpg

Nihat Mete, her yaştan insanın gönlünü kazanmasını bilirdi. Memiş Ali Usta’nın Rize Belediye Başkanlığını devralması için düzenlenen törende insanlarla şakalaşıyordu. (Rize Belediyesi, Rize, 1989)

 

foto-18.jpg

Çayeli Ortaokulu, son sınıf öğrencilerinden bir grup, Ali Polat yönetiminde, 1500 metrelik kır koşusuna hazırlanıyor. Soldan sağa: Nadir Çolak, Hasan Fehmi Yelkenci, Yılmaz Sözer, Fikret Sözer, Gafur Fıstık, Orhan Keçeli, Yalçın Kamacı, Süleyman Özdemir, Mehmet Yazıcı, Mehmet Emin İrfanoğlu, Bahri Yağcı, İsmet Namoğlu, Atıf Ketenci ve Mustafa Engin. (Çayeli, 1953)

 

foto-19.jpg

Ömer Lütfi Mete, kurucusu olduğu ve bir dönem başkanlığını da yaptığı İyidere Kültür ve Dayanışma Vakfı yöneticileri ve İyiderelilerle bir arada. (İstanbul, 2003) (İyidere Vakfı Arşivi)

 

foto-20.jpg

Temel Kotil’in (oturan soldan sağa 1) Ali Paşa İlkokulu hatırası. (Cerrahpaşa, İstanbul, 1970)

HABERE YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
2 Yorum